Kelime ve harfleri zaten hepimiz tanıyoruz. Ben de tıpkı başkaları gibi farklı koşullarda tanıştım hepsiyle. Sırf kelimelerle bu farklı tanışıklığım sebebiyle farklı anlamlarda kullandım hepsini ama yine de insanlara istediğimi aktaramadım, asla "katıksız anlamsal duygudaşlık" kurdurmayı başaramadım. Yine hayat yolculuğunda hissettiklerime ve yaşadıklarıma duygudaş aradığım, ahşap eşyalarımla dolu odamdayım. Ufak çalışma masamın başındayım ve hatıralarım sis bulutları gibi kafamın içine üşüşmeye başladılar bile. Masamdaki ışıktan daha parlak fikirler peşindeyim, anlamların ve anılarımın dedektifliğine soyunuyorum. Efsanelere konu olmuş ve çoğunun ebeliğini yapmış olan "kutsal daktilom"da hemen önümde. Etrafımdaki eşyaların her birinin farklı bir efsanesi ve hikayesi var. Burada kullandığım her kelimenin de ortaya çıkışıyla ilgili bir hikayeye sahip olması gibi. Kutsal Daktilomla ilgili hikaye şöyleydi sanırım:
Hatırlıyorum! Evet, hem de çok iyi hatırlıyorum! Doğduğum ve büyüdüğüm kasabanın en yüksek tepesinde büyük bir araziye kurulmuş eski bir köşk vardı. Bu köşkün bahçesi kuru ağaçlarla doluydu ve oraya doğru baktığınızda içinize terk edilmişlik hissi ve derin bir ürperti dolardı. Benzer şekilde köşkün etrafında da sürekli bir fısıltı hakimdi ve bu sesler sanki sizi gizli bir odasına doğru çağırmaktaydı.
Tabii gençlik yıllarımda bu fısıltılardan çok kalbimden gelen fısıltılara kulak veriyordum ve kalbimin şu anki sahibiyle de ilk kez bu gizemli köşkün bahçe duvarlarının dibinde, ışıltılı bir akşamda öpüşmüştük. "-Ah Melisa! Ne güzel bir akşamdı!.." Köşkün bulunduğu tepeden baktığınızda; ufak tepelerin, evlerimizin bulunduğu sevimli ve ufak ovamızı nasıl çevrelediğini, kafanızı biraz kaldırdığınızda ise kasabadan biraz ilerideki büyük gölü bütün ihtişamı ile görebilirdiniz. Ufak evlerin bacalarından çıkan dumanlar bile insanın içini ısıtmaya yeterdi ve bu dumanlar da manzaraya başka bir güzellik ve gizem katarlardı. Ancak aynı yerden ne kadar dikkatli bakarsanız bakın bu tepelerin; ne gibi efsaneleri, bitimsiz hikayeleri ve aşkları çevrelediğini göremezdiniz. Bunun için aşağılara inip masa başında yapılan (yemek sonrası pek tatlı giden) loş ve hoş sohbetleri dinlemeniz gerekirdi.
Bu sohbetlerin ve efsanelerin yarısı da size bahsettiğim köşke dairdi. Bu hikayelerin pek çoğu da bu köşkten duyulan fısıltıların kaynağının ne olduğuna dair kasabalının hayal ürünleriydi. Fısıltıların dışında pek çok tıkırtı ve hatta çığlık duyduğunu iddia edenler bile vardı. Nedenini halen bilmediğim şekilde kimse, bir şekilde oraya gidip kapıyı çalmaya bile cesaret edemiyordu.
Hikayeler anlatabilmenin her dedeye doğuştan verilen bir yetenek olduğuna inandığım yıllarda en güzel hikayeleri bizlere hep dedem anlatırdı. Bizi etrafına toplardı ve her hikayenin başında ballandıra ballandıra neden bahsedeceği ile ilgili dikkat çekici bir giriş yaparak bizleri meraka sürüklerdi. Bir süre bizim "Anlat! Anlat" diye haykırmamızı da keyifle izlerdi. Sonrasında gözlerini kocaman açarak büyük bir heyecanla başlardı anlatmaya ve anlatmaktan da hiç yorulmazdı. Hikayeleri saatlerce sürerdi ama biz nefes bile almadan dinlerdik. Dedemin hikaye repertuvarı pek geniş değildi; genelde aynı olayları her seferinde biraz daha değişik anlatmasına rağmen anlatış şekliyle bizleri maceradan maceraya sürükler götürürdü. Bu hikayelerin içerisinde en çok dikkatimi çeken "kutsal daktilonun" geçtiği hikayelerdi. Bir gün dedemle aramızda şöyle bir diyalog geçti:
-Dedeciğim, nedir bu "kutsal daktilo" ?
Diye sorduğumda bana uzunca bir reçete yazar gibi şunları söyledi:
-Bu öyle bir daktilo ki başınıza kötü bir şey geldiğinde bu daktiloya hemen bir kağıt koyup, başınıza gelen kötü olayı detaylarıyla yazarsınız ve sonra bu kağıdı daktilodan çıkartıp buruşturup atarsınız. İşinizi daha sağlam yapmak istiyorsanız yakarsınız. Bu işlemde; imha ettiğiniz kağıtla beraber her şey sanki hiç yaşanmamış gibi başa döner. Sonrasında olayları olmasını istediğiniz gibi başka bir kağıda yazıp duvara astığınızda bir de bakmışsınız hepsi gerçek olmuş! İşte bu daktilo, bu işe yarar yavrucuğum...
Tabii bunu anlayabilmek için dedeme defalarca tekrar ettirmek zorunda kaldım ve tam olarak ne olduğunu anladığımda da beni bir hayret ve heyecan kapladı:
- Süpermiş o zaman bu daktilo! Peki, dedeciğim. Şu anda tam olarak nerede bu daktilo?
Dedem bastı kahkahayı ve ardından
- Ne yapacaksın nerede olduğunu yavrucuğum?
Dedi. Tabii ben de en hazır cevap yıllarımın enerjisiyle:
- Belli mi olur, belki bir gün lazım olur!
Şeklinde karşılık verince dedemi yine kocaman bir gülümseme aldı, başımı hafiften okşayarak sevecen bir tavırla konuşmaya devam etti:
- Çok yaşa emi oğul! Şu tepeyi görüyor musun?
- Görüyorum dedeciğim
- İşte oradaki köşkte gizli bir odada olduğu söylenir. Etrafında dolaşanların duyduğu tıkırtılar da bana göre bu daktilonun sesleri.
Ben yine heyecanlanmıştım. Bir mucizenin bu kadar yakınında yaşıyor olmak bile bam başka bir şeydi ve dedemi destekler bir ifadeyle:
-Vay! Haklı olabilirsin dedeciğim.
Dedim.
Bu diyaloglar sonrasında duyduklarımdan çok etkilenmiştim. Bunun gibi bir makine ile yapacaklarımı hayal ederek uykuya daldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UMUT YA DA DİĞER DEĞİŞLE UMUTSUZLUK
Mystery / ThrillerBizi üzen kötü bir hadise yaşandığında bu durum düzeltmek isteriz ancak her şeyi değiştirmek elbette ki mümkün değildir. İnsanoğlunun kendisiyle barışık kalması ve zihinsel berraklığının daimi olması için her şeyi kontrol etmesi ve hayata dair bilin...