9 Ağustos 2014 tarihinde İzmir'in Alsancak Limanı'ndan biri sabah, diğeri de öğle saatlerinde olmak üzere Spei ve Ab-ı Hayat isminde iki yolcu gemisi New York'a gitmek üzere yola çıktı. Bunlardan biri, üç günlük bir gecikmeyle 25 Ağustos günü New York'a ulaşıp sağ salim yolcularını limana bırakırken, diğeri ise hiç planda yokken 22 Ağustos günü İzmir limanına geri dönmek zorunda kaldı. Hem de bir yolcusu eksik olarak...
21 Ağustos gününü 22 Ağustos'a bağlayan gece, bu iki gemiden birinin İzmir'e varmasına ramak kalmışken ve gemideki yolculardan kimi yataklarının sıcaklığında, kimi kamaralarının rehavetinde, kimi gecenin halvetindeyken, geri kalanlar ise geminin umuma açık çeşitli yerlerinde muhabbetteyken; hepsi birden, gecenin karanlığını ve dinginliğini apansız yırtan, çığırtkan, birbirinin peşi sıra çalan üç adet siren sesi duydular ve gemide bir terslik olduğunu fark ettiler. Ancak korkuyla yataklarından, şaşkınlıkla kamaralarından fırlayanlar da, geminin çeşitli yerlerine dağılmış olanlar da çok geçmeden ne olduğunu öğrendiler. Duyanlar duymayanlara, bilenler bilmeyenlere anlattı; kısa zaman içinde vakayı duymayan, bilmeyen kalmadı.
Ama hiç planda yokken geri dönen gemiye ve onun geri dönmeyen o tek yolcusuna ne olduğunu anlatmadan önce, seyahatten bir önceki geceyle, yolculardan birinin, rüyasında olacakları kısmen gördüğü 8 Ağustos gecesiyle başlanmalıdır bana kalırsa hikâyeye.
BÖLÜM 1
"Eve dönelim baba, n'olur! Hiç sevmedim ben burayı." diye söylenmeye başladı beş yaşındaki Şirin. Babasının istifini bozmadan kayıtsız bir edayla gazete okuduğunu görünce, daha da galeyana gelerek, sözlerini bu kez babasından ziyade kamaranın boşluğuna doğru yönelterek devam etti: "Hani tatile çıkacaktık? Bu ne biçim tatil yaa! Evimiz daha güzel, hadi evimize gidelim." Ağlamaya başlayacaktı ki, onu duymuyormuşçasına gazetesini dikkatle okumakta olan babasının da, onu görmüyormuşçasına özenle ellerine krem sürmekte olan annesinin ilgisini çekemediğini fark edince birkaç dakika sessiz kaldı. Bir vazgeçiş değildi bu. Yenilgiyi kabul ediş hiç değildi. Olsa olsa, ne yapacağını, anne ve babasının ilgisini ve de dikkatini kendi üzerine nasıl çekeceğini düşünmek için verdiği kısa bir teneffüstü sadece. Nitekim kamaraya henüz girmiş olan öbek öbek sessizlik bulutlarının kendi varlığının üzerini örtmesine mahal vermeden, küçük gövdesi son bir atağa geçti. Babasını, annesine göre daha kolay lokma bulmuş olacak ki usul usul yanına yaklaşıp, "Babaaa! Dinlesene beni!" diye bacağını çekiştirmeye başladı bu defa Fikret'in. "Dur kızım, işim var şimdi!" Gözlerini gazeteden bir an olsun ayırmayan Fikret, üzerine konan bir sineği kovalıyormuşçasına salladı bacağını, Şirin'in küçük pençelerinden bir an olsun kurtulabilmek için. Ne var ki küçük kız vazgeçmedi. Doğduğu günden bu yana her istediğini, önce yalvarıp yakararak, daha sonra bağırıp çağırarak, en sonunda ortalığı ayağa kaldırarak, ama illaki ağlayarak anne ve babasına yaptırabildiği için engeller ve müşküller karşısında vazgeçmemeyi, ne olursa olsun isteklerinin peşinden gitmeyi ve bu uğurda didinmeyi daha şimdiden öğrenmişti bile. Babasının iki eliyle çamaşır serer gibi açtığı, bütün dikkatini verdiği gazetenin ortasına vurmaya başladı bu defa. Şımarık ve hırçın; inatçı ve ısrarcıydı. İlgiyi üzerine çekmek için yapamayacağı, ilgiyi üzerine çekmekten başka aldırdığı şey yoktu. Kimseden korkmuyor, anne ve babasının öfkesini üzerinde çekmekten çekinmiyordu. Aksine gerilmiş gazeteye vurdukça çıkan o tok ses, onun pek hoşuna gidiyor, artık babasının ilgisini çekmek için değil, sadece bu sesi duymak için vuruyordu. O vurdukça gazete Fikret'in elinde gitgide gevşiyor, mandalının tekini koparmış bir çamaşır gibi büzüşüyor, gazete gevşerken, Fikret'in sinirleri aksine geriliyordu. Sonunda dayanamadı Fikret, gazetesini sinirli bir şekilde katlayıp kızına döndü. "Ne var kızım?" diye feveran etti. Babasının kızgın gözlerini görünce onu kızdırdığına pişman oldu, hevesi büsbütün kaçtı. Sustu, omuzlarını düşürdü, başını eğdi, tespihböceği gibi içine kapandı. Kızının üzgün gözlerini görünce yumuşadı Fikret. Onu azarladığına pişman oldu. "Ne oldu benim güzel kızıma bakayım, anlat babaya!" dedi, bir yandan da kızını kucağına alırken. Kız, nazlı nazlı babasına baktı. "Baba, canım çok sıkılıyor. Hani tatile gelmiştik, ne biçim gemi burası böyle, hiç sevmedim, gidelim!"

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ab-ı Hayat
Non-Fictionizmir’den New York’a gitmek üzere yola çıkan bir yolcu gemisindeki on üç kişi… Onların kimi eğlenceli, kimi hüzünlü hikâyeleri. Birbirleriyle olan karmaşık ilişkileri. Sıradan zannedilen hayatlarındaki heyecanları ve hezeyanları. Sıradışı görünen fı...