Merhaba! Bu benim ilk hikayem. Bu yüzden eksiklerimin neler olduğunu yorumlarda belirtirseniz çok sevinirim. İyi okumalar :)
Çamur, siyah renkli keten pantolonumun diz kapaklarına kadar ulaşmıştı. Ağırlık yapıyor ve beni yavaşlatıyordu. Ama ben bu yerde bir saniye daha az durmak için her şeyi yapardım. Bu yüzden hızımı kesmeden koşuyordum.
Etrafta kavurucu güneş, gökyüzü ve sonsuzluğa uzanan çamur yığını dışında hiçbir şey yoktu. Ardı arkası görünmeyen gökyüzü ve bitmek bilmeyen çamur... Ne kadar koşarsam koşayım, sanki bir koşu bandının üzerindeymişim gibi hissediyordum.
Yaklaşık her 10 adımda bir arkamı kontrol ediyordum. Ama sanki bir adım bile atmamış gibi aynı yerde duruyordum. Ne arkamdaki yer benden uzaklaşıyordu ne de ben önümdeki yere bir adım yaklaşıyordum. Hoş, yaklaşıp ya da uzaklaştığımı belirten ne bir taş ne bir ağaç ne de başka bir şey vardı!
Bacaklarımda biriken çamur; bırakın koşmayı, adım atmamı bile engelliyordu artık. Eğilip paçalarımdaki çamuru biraz temizledikten sonra, doğrulurken -muhtemelen uzun zamandır koştuğum için- başım döndü ve 5-6 saniyelik bir körlük yaşadım bu yüzden gözlerimi birkaç saniyeliğine kapattım. Gözlerimi açtığımda ise önümde; küçük, beyaz noktalar uçuşuyordu. Onların gitmesi için gözlerimi tekrar kapatıp kafamı sağa sola salladım. Gözlerimi açtığımda her şey gitmişti.
Ciddi anlamda her şey...Ne çamur vardı ne de yakıcı güneş... Altımdaki mavi zemin ve gökyüzü dışında hiçbir şey yoktu.
"Muhtemelen bir buz kütlesinin üzerindeyim," diye düşündüm. İyi ama eğer öyle olsaydı, şu an soğuktan donuyor olmaz mıydım?
Yere eğilip elimi zemine sürdüm. Daha önce böyle bir şeye dokunmamıştım.
Ne kum gibi tanecikli ne çamur gibi yoğun ne de bir beton kadar sertti. Üstünde durabiliyordum ama yoğun bir şeymiş gibi gelmiyordu. Yumuşak olduğu da söylenemezdi. Eğilip bükülebilecek bir şey gibi durmuyordu fakat demir gibi olduğu da söylenemezdi.Ellerim ve bacaklarım titriyordu. Ne yapacağımı bilmez bir halde, bir hiçliğin ortasında duruyordum.
Yavaşça ayağa kalktım. Kendi etrafımda bir tur döndükten sonra bir ayrıntı fark ettim: Yer ve gök -en azından öyle tahmin ettiğim şey- aynı renkteydi. Yeri gökten ayıran ne bir renk farkı ne de bir çizgi vardı.
Gözümden gelen yaşlara bir türlü engel olamıyordum. Boşluğun ortasında tek başıma ayakta duruyordum. Bilmiyorum, belki de şu an birileri bana sesleniyordur ama ben sağır olmuşumdur. Bu her ne kadar imkansız bir şey de olsa sonuçta bir ihtimaldi işte. Kendimi teselli etmekten başka yapabilecek neyim vardı ki?
Bacaklarım daha fazla dayanamadı ve bir anda yere yığıldım. Başımı ellerimin arasına alıp bacaklarımın arasına gömdüm. Daha sonra alabildiğim en derin nefesi aldım ve çığlık atmaya başladım. Sesimin bu kadar gür çıkmasını beklemiyordum. Hatta sesimin çıkmasını bile beklemiyordum.
"Neyse en azından sağır değilmişim," diye geçirdim aklımdan. Gerçi böyle bağırmaya devam edersem, kendi sesimden dolayı gerçekten sağır olabilirdim...
"Hey!" dedi kafamın içindeki bir ses. "Yeter artık sus!"
Kafamı, arasına gömdüğüm bacaklarımdan kaldırdım. Hapishane tarzı bir yerdeydim.
Tanrım, lütfen bana aklımı kaçırdığımı söylemeyin...
Hemen yanı başımda sarı saçları omuzuna kadar uzanan, ela rengi gözleri olan ve muhtemelen 17 yaşında olan bir kız vardı.
"İyi misin?" dedi tiz bir sesle.
Sorusunu göz ardı edip etrafa göz attım. Tam anlamıyla bir hücrenin içindeydim. Etrafta hiçbir şey yoktu. Ne bir su şişesi ne bir yemek tabağı ne bir bank ne de başka bir şey...
Ben etrafı incelemeye çalıştığım sırada kızın hala bana baktığını fark ettim. Sorusuna cevap vermemi bekler gibi kaşlarını kaldırmıştı. Ama ben kafa sallamakla yetindim.
"Neredeyiz?" dedim onun cevap vermesine bile fırsat vermeden.
"Sence ben biliyor muyum?" deyip dudağının kenarını kıvırdı. "Sadece 1 haftadır buradayım ve kimsenin kimseye bir şey söylediği yok. Sanki herkes lanet olasıca dillerini yutmuş!"
Bunu söylerken yavaş yavaş yanımdan uzaklaşıp hücrenin köşesine gitti ve sırtını duvara yaslayıp ardından da ayaklarını uzattı.
Kafasını birkaç kez sağa sola salladıktan sonra gözlerini kapadı."Bak, sabahtan beri çığlık atıyorsun ve emin ol, sana olanlar hepimize oluyor. O saçma rüyalardan kimse kurtulamıyor. Ne zaman gözlerimiz kapansa hemen rüyalar akın ediyor. Rüyada her gözünü kapayışında kendini başka bir yerde buluyorsun."
Anlattıkları arasında nereye şaşıracağıma bile karar veremedim.
Öncelikle "herkes" dediğine göre burada başka birileri de olmalı.
Ayrıca demek ki o berbat yerlerde bulunan ya da en azından bulunduğunu düşünen bir tek ben değilmişim. Bu aklımı kaçırmadığıma dair bir işaret."Başkaları da mı var?" dedim. Sesim o kadar berbat çıkmıştı ki cümlemi bitirir bitirmez boğazımı temizledim.
"Evet. Her gün seni alıp başka bir odaya veriyorlar." derken gözleri hala kapalıydı. Bitkin bir hali vardı. Sanki günlerdir ayaktaymış gibi...
"Nasıl yani?" diye sordum hiç düşünmeden. Bir anda gelen refleksle ağzımdan çıkmıştı.
"Bak, bütün gece çığlık attın ve ben bir dakika bile uyumadım. Şimdi o çeneni kapayacak mısın yoksa ben gelip, bir daha hiç konuşamamak üzere kendi ellerimle mi kapatayım? O lanet rüyaları göreceğimi bilsem bile yine de uyumam gerek. Anladın mı? Buraya geldiğimden beri sadece bir gece uyudum," dedi. Az önceki tiz ses yok olup yerini tehditkar ve kalın bir sese bırakmıştı.
Cevap vermedim. Ne diyebilirdim ki? Ayrıca şu an cevap verecek konumda olduğumu da sanmıyorum.