Merhaba arkadaşlar bu hikaye benim ilk hikayem o yüzden yanlışlarım çok fazla olabilir ama siz aldırmayın tamam mı?İnsanoğlu bu herkes hata yapar dimi :D Şimdi hikayenin çok okunup böyle popi olmayı kuul olmayı isterdim ama önemli olan kuul olmak değil kul olmak. Aman neyse okuyun gitsin işte :D
Babamın bana aldığı bilekliği görünce mutlulukla kollarımı babamın boynuna sardım ve kendimi tutamayıp ağlamaya başladım. Babama sarılmış bir şekilde bir süre ağladım. Sonra sakinleşerek yanındaki sandalyeye oturdum. Tam sözlerime başlayacakken asfalt makinesinin sesini duyar gibi oldum. Etrafıma bakındım ama arabalardan başka bir şey yoktu. Ses yükselmeye başlayınca birden bire gözlerim açıldı. Anladım ki sabah olmuştu. Sadece duygusal bir rüya görmüştüm. Lanet olası alarmı kapatarak kalktım ve okuldaki ilk günüm için hazırlanmaya başladım. Aklımda bir türlü engel olamadığım deli sorular vardı. "Nasıl bir yere gidecektim? " , "Ne gibi tiplerle karşılaşacaktım? " , "Ya her şey çok kötü olursa? " Kendimi bu kadar kasmamam gerektiğimi biliyordum. İşte ben bu sorularla mücadele etmeye çalışırken servisim gelmişti bile. Apar topar servise yetiştim, en sakin köşeye oturdum. Ardından her zaman olduğu gibi kulaklıkla müzik dinlemeye başladım. Aklım çalan şarkıda, gözlerim ise etrafa bakınıyordu, halsizce.
Okula gelmiştik hiçbir yer bilmiyordum. Hiç istifimi bozmadan diğerlerini takip ettim. Öğrenci işlerini bularak sınıfımı öğrendim. "12-H". Evet, asıl maraton şimdi başlıyordu. Sınıfa ilk adımlarımı atıyordum. Herkes değişik gözlerle bakıyordu. Sınıfa vardığımda direk bir boş yer kestirip oraya oturdum. Aradan bir 10-15 dakika geçmişti, sınıf dolmaya başlıyordu. Arıza tipli bir kız bana yaklaşıyordu. Hiçbir şey yokmuş gibi davrandım. Sonra itici bir ses bana "Kalk oradan, orası benim yerim ." dedi. İlk günden sıkıntı çıkarmayayım diye kalktım. Başka bir yer bulmak için etrafa bakınırken diğer bir ses "Buraya gelebilirsin, benim yanım boş!" dedi. Yanına oturdum. Tatlı, hoş bir kız gibi gözüküyordu."Sen onu takma o sınıfın sevilmeyen tiplerinden biridir." Gülümsedim ve " Sen bu sınıfın eskilerindensin galiba." Dedim. Başını salladı ardından " Sende yeni gibi gözüküyorsun, adın ne?''.Hafif bir tebessüm ifadesiyle ''Carly White, ya senin?'' dedim.''Elisa Tomlinson, memnun oldum. Aramıza hoş geldin!'' diyerek cevapladı.
5 dakika geçmeden öğretmen geldi. Ders Tarih'ti.Tanışma faslıydı,oydu buydu derken bir baktık teneffüs zili çaldı. Elisa "Hadi gel sana okulumuzu gezdireyim." Dedi. Bir onay ifadesiyle gezmeye başladık. Kütüphane, spor salonu, derslikler, atölyeler derken en son kantine geldik. "Sana ne ısmarlayayım? Bugün yeni arkadaşım olarak bendensin." Dedi, ısrarla. "Hiç gerek yok, gerçekten!" dedim, omuz silkerek. Bir masaya oturduk, ardından Elisa birden gözden kayboldu. Az sonra elinde sandviçle geldi ve yanında biri daha vardı. Elisa " Al bakalım bu benden olan sandviçin ve bu da okulumuzun futbol takım kaptanı Jack Smith." Çekingen gözlerle bakarken elimi uzattım ve "Bende Carly White, memnun oldum!" dedim kısık bir ses tonuyla. Jack hafifçe elimi sıktı, ardından diğer arkadaşlarına takılarak yanımızdan ayrıldı. "Bu ilgi çekici mavi gözlü, sarışın çocuk pek havalı bişeye benziyor." Dedim Elisa'ya. Elisa "Öyledir, çocukluktan beri tanırım kendisini, zamanla burnu havada, playboy bir tip olup çıktı. Ama özünde iyi çocuktur." Dedi. Daha sonra kalktık ve sınıfa gittik, yerimize oturduk az sonra ders başladı...
Bugün ilk defa telefon alarmı çalmadan uyandım, çok ilginç. Bu sabah kahvaltı yapmaya fırsatım oldu, rahat rahat yedim. Fakat bu erken uyanmanın acısı çıkacak biliyorum. Kahvaltı, giyinme, saç baş derken servis gelmiş bile. Yine aynı yerime oturdum. Servisin hareket etmesiyle birlikte uykum gelmeye başlamıştı. Okula vardık uyku sersemi bir şekilde yürürken birden okulun kapısında bir şeye çarptım. Aman Allah'ım bu dün kantinde tanıştığım çocuk Jack! Ben özür dilemeye çalışırken Jack kızgın gözlerle bakıyordu. Jack yüksek bir ses tonuyla , "Önüne baksana be!" diyerek hızlıca yanımdan geçip gitti. Benim konuşmama izin vermeden. Bir kez daha bu çocuğun burnu havada biri olduğuna katıldım kendi kendime. Daha ikinci günden işler sarpa sarmaya başlamıştı. Fakat çok kırılmıştım. Üzgün, dolu gözlerle sınıfa çıkıyordum. İçimden ise, "Alıngan biriyim ben, kimse bana sesini yükseltmezdi, buradakiler henüz beni bilmiyorlar, alışmak zorundayım." Diyordum. O sıra sınıfa vardım, Elisa henüz gelmemişti. Sıraya çantamı bırakırken bir şey fark ettim, babamın bana hediye ettiği, manevi değeri çok büyük olan o bileklik bileğimde yoktu. Bir kez daha parçalandım kendi kendime.. Az sonra Elisa geldi, yüzümdeki burukluğu gördü, merakla ne olduğunu sordu. Sesimi bile çıkaramadım. Ders başlamıştı. Derse konsantre olamazken içimden bilekliği düşünüyordum. " Ya babamın bana tek anısı, hediyesi olan o bilekliği sonsuza dek kaybedersem, bu acıyla yaşayamam." Diye düşünürken bir taraftan Elisa fısıldıyordu: "Hey sorun nedir? , iyi misin?" Nasıl iyi olabilirdim ki? Elisa hiçbir şeyi bilmiyordu, babasını kaybeden bir kızın, babasından kalan tek hediyeyi kaybetmesi sırasında nasıl iyi hissedebilirdi?