Bir iskambil falında çıkmıştık birbirimize...
O güzel kupa kızıydı, sinek valesiydim bense...
Denizin hırçın dalgaları yüzünü ıslatmaya başladığında, sahile fazla yakın yürüdüğünü farketti ve adımlarını yana kaydırarak gelecek olan tuzlu sudan korudu bedenini. İçine derin bir nefes çekip sağ omzunda asılı duran çantasının askısını sağlamlaştırdı. Biraz ileride gözüne çarpan banka oturmayı düşünerek adımlarını hızlandırdı ve saniyeler sonra banka ulaştığında vakit kaybetmeden çantasını omzundan çekip ıslak olup olmamasını önemsemeden oturdu.
Rüzgar o gün, iki yıldır aynı düzlemde ilerleyen hayatının sıkıcı ve yorucu bir Pazartesi'sine daha veda etmek üzereydi. Yaklaşık on beş dakika o bankta oturduktan sonra istemeye istemeye kalkacak, evine gitmesine aracı olan sarı dolmuşlardan birine binmek için sıra bekleyecek ve totalde yaklaşık bir saat sonra evinde kahvesini yapmış, dünden kalan pizzasını ısıtıp yemiş ve yeni aldığı kitaba başlamış olacaktı. Zira düşündüğü gibi de olmuştu. Uzun zamandır sorgulamadığı bir monotonluğun içinde sıkışıp kalmış olsa da halinden de memnun sayılırdı. Orta gelirli bir işi, her gün özlemle andığı babaannesinden-onu büyüten kadından- kalan derme çatma bir evi ve ona ev arkadaşı olan şirin bir su kaplumbağası vardı. Bütün bu sahip olduklarını hele bir de İstanbul gibi bir şehirde göz önüne aldığında ise haline şükretmesi gerektiğini biliyordu. Nice üniversite mezunları çaycılık bile yapamazken, o birçok sektörde hizmet veren bir call center'da çalışıyor ve aldığı primlerle geçimini sağlayabiliyordu. Primlerinin diğer çalışanlara göre oldukça fazla olmasının sebebi ise şüphesiz ki ikna kabiliyeti ve sesindeki o naif dokunuşlardı. Karşısındakini sesiyle bile etkisi altına alabilen bir adamdı Rüzgar. İkili, özellikle duygusal ilişkilerde bu bir yere kadar götürse de girdiği ortamlarda her zaman çok sevilen biri olmuştu. İkizler burcu olmanın en büyük nimeti buydu ona göre. Gerçi kadınların çoğu onun ikizler burcu olduğunu duyunca arkalarına bakmadan kaçmak istiyorlardı ama bu içten gelen bir kaçış olmuyordu hiçbir zaman. Sonunda dönüp dolaşıp Rüzgar'ın o tatlı esintisinde buluyorlardı kendilerini.
Aklına gelen düşüncelerle yüzüne yerleşen gülümsemeye engel olamadı genç adam. En son birlikte olduğu kadının,
''Sana aşık olabilirim ama kendime bu kötülüğü yapmak istemiyorum.'' Demesi, inanılmaz olsa da komik gelmişti Rüzgar'a. O, o kadar kötü bir adam değildi nihayetinde. Sadece dengesi çabuk değişen, kadınlardan çabuk sıkılan ve peşinden koşturmayı seven bir adamdı. Hayır, hayır. Kazanova değildi o, yalnızca kadınların ne istediğini bilen ve onlara istediklerini veren, sıradan bir adamdı. Sadece bu alma-verme mevzusu dünya meselesi haline geldiğinde canı sıkılıyordu. Bu o kadar komplike bir durum değildi çünkü. Dünya'nın hiçbir yerinde bu mevzular Türkiye'de olduğu kadar önemsenmiyordu. Din ve türevi gibi sert koşullarla yönetilen ülkeler dışında tabii...
Çantasını yeniden omuzuna astığında, hafif hafif çiseleyen yağmur da hızını arttırmaya başlamıştı. Siyah kundura ayakkabılarının pek fazla su almayacağını bilse de ayaklarının üşümesinden nefret ettiği için tedirgin oldu. Bir an önce eve gidip yeşil battaniyesine gömülmek istedi o an. Ve bunu gerçekleştirmek içinde uzun bacaklarının gücünü devreye sokup koşar adımlarla durağın yolunu tuttu.
Çekilmez İstanbul trafiğine bir de şehre yağan yağmur eklenince, evinin sokağına girmesi neredeyse bir saat kırk beş dakikayı bulmuştu. Bu süre zarfında yağmur durmuş, ıslak toprak ve beton kokusu tüm şehri etkisi altına almıştı. Neredeyse tamamen kararan hava soğuk esintilerini sokaklara salarken, Rüzgar uzayan yolculuğuna sıkı bir küfür etti içinden. Oturmaktan uyuşan ayaklarını yere basa basa çocukluğunun geçtiği sokakta ilerlerken arkadan duyduğu ses ile çevirdi başını.