Niall come back ! turkish fanfiction

26 1 0
                                    

slm tek bolumluk bir hikaye umarm begenrsnz sakn aglamayn :)!

Karşımdaki mezarla bakışırken, bir an önce bunu kesmem gerektiğini hatırladım. Elimdeki birbirinden rengarenk ve aynı şekilde birbirinden güzel çiçekleri, kendilerine benzeyen ve bir o kadarda solmaya yüz tutmuş diğer çiçeklerin yanına usulca bıraktım. Mezar taşını yavaşça ve içten gelerek okşadıktan sonra gözlerimi toprağa diktim. Bakıştığım toprakları az sonra gözyaşlarım ıslatmıştı. Ellerimi gözlerimin altına götürüp, yaşları sildikten sonra derin bir nefes alıp konuşmaya başladım. ''Merhaba sevgilim.'' dedim, acıyla. ''Bugün nasılsın? İyi misin?'' Yeniden dolmaya başlayan gözlerimi yeniden silip, konuşmamı sürdürdüm. ''Bugün, kalbim diğer günlerden daha farklı bir tanem. Biraz daha rahat. Diğer günler ki gibi acımıyor. Bence sen iyisin. Sen iyi olunca benim kalbim rahatlıyor.'' Bir kaç saniye daha toprakla bakıştıktan sonra, ayağa kalktım. Kenardaki su bidonunu alıp, yavaşça toprağı suladıktan sonra uzanıp dudaklarımı mezar taşına değdirdim. Sanki onu öpüyormuş gibi. ''Gitmem gerekiyor aşkım. Kendine iyi bak olur mu? En azından benim için. Seni seviyorum.'' Ayağa kalkıp, mezarlıktan çıktım. Yolda kenarında durmuş gözlerim taksi arıyordu. Neyse ki bir tanesi durduğunda, kapıyı açıp arka koltuğa oturdum. Gideceğim yeri söyledikten sonra, başımı cama yaslayıp, düşünmeye başladım. Artık araba yolculuklarından eskisi kadar korkmuyordum. Çünkü artık kaybedecek bir şeyim yoktu. Hayatımın anlamını bu lanet olası bir araba kazasında kaybetmiştim. Her araba yolculuğunda aklıma gelen bu olaydı. Sanki bir saniye sonra karşıdan bir araba gelecek ve bize çarpacak gibiydi. Ama korkmuyordum işte. Çünkü kaybedeceğim tek şeyi de kaybetmiştim. Hayatımın anlamı, Niall'ı. Bunu aklımdan çıkarmaya çalışırken, şoförün, ''Geldik,'' sesiyle irkildim. Taksimetreye bakıp, parayı çıkardıktan sonra uzattım. Adam, parayı aldığında arabadan inip evime doğru yavaşça adımlarımı sürdürdüm. İçeri girdiğimde, yapacak hiçbir şeyim yoktu. Bende yapabileceğim tek şeyi yapıp odama çıktım ve o aptal ağlama krizlerden birine daha girdim.

------

Kamerayı karşımdaki sehpaya yerleştirmeye çalışırken, neyse ki çabalarım sonuç vermişti. Tam olarak yerleştirdiğimden emin olduktan sonra kırmızı kayıt düğmesine basıp, geri çekildim. Yüzümü kameraya dönüp gülümsemeye çalıştım. ''Merhaba sevgilim. Nasılsın?'' Bir cevap beklemiyordum. Beklesem de, alamayacaktım ki zaten. ''Seni bilmem ama ben iyi değilim.'' Sıkıcı bir nefes verdikten sonra devam ettim. ''Gözlerimi soracaksın, neden bu kadar şişik olduğunu.'' Ellerimi, ağlamaktan şişen gözlerimde gezdirdim. ''Ağlamaktan,'' diye fısıldadım. ''Bende senin karşına böyle çıkmak istemezdim ama, video günlüğümü geciktirmek istemedim.'' Başımı öne eğmiş parmaklarımla oynamaya başladım. ''Her zamanki gibi sana bugün neler yaptığımı anlatacağım işte.'' Başımı kaldırıp, yüzümü yeniden kameraya döndüm. ''Bugün yine aynı şekilde gözlerimi sıkıcı bir güne açtım. Yataktan sıkılarak çıktıktan sonra banyoya gittim.'' Sesim çatlayacak gibi çıkıyordu. Yinede bunu umursamadım. '' İşte, lavaboya gidip aynada kendime baktım. Herkesten güzel olduğunu söylediğin yüzüme. Artık eskisi gibi olmadığını fark ettim. Her zamanki gibi ağlamaktan şişmiş gözlerim ve çökmüş yüz hatlarım vardı. Her neyse,'' diye, fısıldadım. ''Sonra yüzümü yıkayıp, çıktım. Sonra telefonum çaldı. Biliyor musun sevgilim? Yine arayanın sen olduğunu sandım. O heyecanla koşarak telefonumun yanına gittim.'' Yanaklarıma süzülen göz yaşlarını sildim. ''Ama sen değildin. Olamazdın ki zaten.'' dedim, omuzlarımı kaldırırken. ''Louis arıyordu. İstemeyerek de olsa açtım. Beni kahvaltıya çağırdı. Herkesin orada olduğunu söyledi. Herkesin,'' dedim, son kelimeye iyice bastırarak. ''Herkes derken, yine senin orada olabileceğini düşündüm. Anında kabul ettim.'' Gözyaşlarım hızla akarken yine krizlerimin birini kameranın önünde yaşamam gerektiğini düşünüp kendimi durdurmaya çalıştım. ''Aynanın karşısına oturup, kendi yansımam da yüzümü incelemeye başladım. Dünyadaki herkesten güzel olduğunu söylediğin gözlerime baktım. Ama hep ısrar ettiğim günleri hatırladım. Sürekli senin gözlerinin daha güzel olduğunu söyleyip duruyordum ama sen tam tersini söylüyordun ya.'' Gözlerimi kameraya sabitledim. ''Hatırlıyor musun o tatlı kavgalarımızı?'' Biraz bekledim. Sanki cevap bekliyordum. Gülümsedim ve başımı aşağı yukarı salladım. ''Bence hatırlıyorsun. Evet, hatırlıyorsun.'' Göz yaşlarımın arasında gülüyordum. Belkide bu delirmeye başladığımın bir işaretiydi. ''Sonra yanaklarıma baktım. Sen sürekli onları sıkıp öperdin. Onlarda sürekli kızarırlardı.'' Yine bir derin nefes alıp devam ettim. ''Sonra dudaklarıma baktın, ne kadarda şehvetli öperdin. Daha sonrada, ince ve uzun parmaklarıma. Hep orada evlilik yüzüğümüzün olmasını hayal ederdik birlikte.'' Burnumu çektim. ''Aynanın karşısında dakikalarca makyaj yaptım. Gözlerimin şişiğini kapatmaya çalıştım. Ama pek başaramadım. Zaten kapatmama da gerek yoktu. Sen beni öylede severdin, değil mi?'' dedim, kamerayla ümitli gözlerle bakarken. ''Sonra, dolabıma gittim ve bana aldığın toz pembe elbisemi giydim. Ve altına da elbiseyle beraber aldığın aynı renk babetlerimi. Çantamı da alıp çıktım. Eve gidip ümitle kapıyı açtım. Kapıyı sevimli saçlarıyla Harry açtı. Bana bir sürü iltifatlar etti. Kimi kandırıyordu ki. Resmen bir palyaçodan farksızdım.Sonra içeri girdik. O önden, ben arkadan giderken masanın etrafına toplananlara baktım. Hepsine, tek tek. Ama bil bakalım kim yoktu. '' Gözlerim yeniden dolu dolu olurken büyük bir ağlamamaya dönüşmemesi için hemen sildim. ''Tanrım... Ne kadarda aptalım. Sen ölmüşken, nasıl oraya gelebileceğini düşündüm. Salonun ortasında öylece durup, boş sandalyeye bakarak ağladım. Diğerleri beni teselli etti. Hatta benimle birlikte ağladılar bile. Onları seviyordum. Sonuçta bana, seni hatırlatıyorlardı.'' Dudaklarımı, dilimle ıslattım. ''Sonra da eve geldim işte. Ve biliyor musun. Senin parfümünden alıp evin her yerine sıkıyorum. Adımımı attığım yerde senin kokun var. Senin üzerindeki gibi durmasa da, idare ediyor işte.Uyumadan önce o lanet, hayatımı mahveden gece geldi aklıma. O bok kafalı arkadaşının doğum gününe gitmiştik. Sana içmemeni söyledim Niall.'' Ağlamaya başladım. Bu sefer durduramıyordum. ''Ama sen bir şey olmaz sende iç dedin. Ve bende içtim. Lanet olası o zıkkım içkiyi içtim. Sonra sallana sallana arabaya bindiğimizi hatırlıyorum. Sen önünü bile göremeyecek durumdayken, o direksiyonun başına geçmene izin verdim.'' Aynı zamanda da gözyaşlarımı siliyordum. ''Belki ben de sarhoştum ama hata bendeydi. Sonra hiç suçu olmayan bir ailenin arabasına çarptın. Küçük kızları öldü. Bana son bakışını hatırlıyorum. Tanrım... ne kadarda çaresizdi.'' Gözlerimi kapatıp, o anı aklımdan silmeye çalıştım. ''Neden böyle oldu ki.'' dedim, küçük bir kız gibi mızmızlanarak. ''Sırtıma giren cam parçalarını yarası geçmeye başladı.'' Tişörtümü yukarı çıkarıp, iyileşmeye yüz tutmuş yaramı kameraya doğru gösterdim Sonrada tişörtümü indirip elimi kalbime koydum. ''Ama buranın acısı, geçmiyor sevgilim. Keşke beni bırakmasaydın.'' Hıçkırarak ağlamaya dönüşmüş olan gözyaşlarımı artık silmiyordum. Çünkü artık bıkmıştım. ''Her gece Tanrı günahlarını silsin diye dua ediyorum. Çokta yoktur zaten. Çünkü sen hep bir melek gibiydin bir tanem.'' Başımı kaldırıp, kameranın kenarındaki süreye baktım. Azalmıştı. Bitirmem gerektiğini düşündüm. ''Anneme bile öldükten sonra bu kadar dua etmemiştim. Seni kimse kadar sevmemiştim Niall.'' Yutkundum. Boğazımdaki yumrunun gitmesi için. ''Beni bırakmazsın sanmıştım. Kıyamazsın sanmıştım.'' Burnumu bir kez daha çektim. ''Bugün, sen gideli 112. gün ve duvarlar üzerime üzerime gelmeye başladı. Nefesim kesiliyor. Bazen düşüp öleceğim sanıyorum. Keşke ölsem ve yanına gelebilsem. Ama sen cennette ve ben cehennemde olacağımız için bu biraz zor. Her neyse işte. Şimdi odama çıkıp bana aldığın ve her yerine senin

kokunu sıktığım oyuncak ayıya sarılıp uyuyacağım. Senin yerini tutmayacak ama kendimi bunlarla avutuyorum. Hoşçakal sevgilim. Seni seviyorum ve sevmekten asla vazgeçmiyeceğim. Çünkü sen benim için tektin.'' Eğilip dudaklarımı, kameranın camına değdirip geri çekildikten sonra kayıttan çıktım. Kameranın içindeki kaseti çıkarıp üzerine yapışkan kağıdı yapıştırdım. O kağıdın üzerine de, '112. gün'' yazdıktan sonra bu kaseti diğer 111 kasetin yanına koydum. O gittikten sonra her gün ona böyle video günlükleri çekiyordum. İzleyemeyeceğini biliyordum ama beni yukarıdan izlediğine emindim. Yanımda olmasa bile, kalbimdeydi. Ve bu, onu asla unutmamam için bir sebepti işte. Onu seviyordum, ilk gün ki gibi, her şeyimle. Tüm bedenimle. Ve onu en az sevdiğim kadar özlüyordum. Tüm hücrelerimle,delice.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Jul 11, 2013 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

Niall come back ! turkish fanfictionWhere stories live. Discover now