Another Life

58 11 16
                                    

Craig, çocukluk arkadaşı Mark'ı karşılamak için aceleyle tren istasyonuna geldi. "Artık telaşa gerek yok." diye düşündü ve rahat bir nefes aldı. Mark'la ilkokula, ortaokula, daha sonra liseye birlikte gitmişlerdi.

Kasabanın tren istasyonunu her daim serin kılan dev ıhlamur ağaçlarının altında bir banka oturmuş, arkadaşını bir yıl aradan sonra yeniden görecek olmanın heyecanıyla bekleyen Craig'in yüzünde bir tebessüm belirdi.

Orada ıhlamurların gölgesinde, ıhlamur çiçeklerinin baş döndürücü ve aynı zamanda huzur veren kokularını içine çekerken gözlerini kapattı. Geçmişe döndü ve otuz yıllık ömrü gözlerinin önünden hızla akıp geçti.

Bu düşünceler içinde beklemeye devam etti. Mark'ı kasabaya getirecek olan trenin gelmesine daha 15 dakika vardı. Haziran ayının ılık bir öğleden sonrasında, tenha istasyonda bekleyen adam, geçmişini, bugününü, kırıntılar halinde aklından geçirirken büyüyü bozan trenin sesi oldu.

Demir makine istasyona hızla yaklaşmaktaydı. Tren, istasyona girdi ve acı bir fren sesiyle durdu. Craig oturduğu banktan kalktı ve peronda beklemeye başladı. Dikkatlice vagonlara, inen birkaç kişiye baktı. Hiçbiri Mark olamazdı.

İşte o sırada gözleri, vagonlardan birine takıldı. Vagonun yarı açık penceresinde, az önce büyülendiği günbatımının rekleri tuhaf bir yansımayla oynuyordu. Ve Craig penceredeki kadından gözlerini alamadı.

Bir rüya mıydı, gerçek miydi bilmiyordu. O an neden orada bulunduğunu da unuttu. Bildiği tek şey, o yüzü bir daha asla unutamayacağıydı. Tanımıyordu onu. Tamamen bir yabancıydı ama çok derinlerde, ruhunun bir köşesinde onu tanıdığını hissetti. Kimdi bu kadın?

Gözlerini kısmış, etrafındaki başka hiçbir şeyi umursamadan ufka bakan kadın kimdi? Craig aklını yitirecekmiş gibi kendine aynı soruyu soruyordu: "Daha önce nerede gördüm? Nereden tanıyorum?"

Bir anı bile kaçırmak istemiyordu ve gözlerini kırpmaya bile korkarak penceredeki kadına bakmaya devam etti. Bir an, kadın da perondaki adama baktı ve göz göze geldiler. Tren gürültüyle hareket edecekmiş gibi oldu.

Craig korkunç bir umutsuzlukla "Eğer giderse, onu bir daha asla görmeyeceğim." diye düşündü. Koca dünyada Craig için, kumral saçlarını ensesinde gelişigüzel toplamış, kocaman gözlerle ufukta batmakta olan güneşe bakan otuzlu yaşlarındaki bu kadından başka birşey yoktu.

Ne geçmiş, ne gelecek, ne de bu dünya. O an ismini soran olsa cevap bile veremeyecekti. Trene atlayıp ona sadece "Kimsin sen?" demek istiyordu. Omzuna bir elin dokunduğunu hissetti ve şaşırdı. Mark'ı beklediğini unutmuştu.

"Craig, dostum!"

Craig, yanında dikilen arkadaşına boş gözlerle baktı. Çenesi kenetlenmişti ve ona "Hoşgeldin." bile diyemedi. Tren hareket etmeye başladı. Üç saniye sonra uzaklaşacak, bir dakika sonra daha da uzaklaşacak, üç dakika sonra tamamen yok olacaktı ve tren, felç geçirdiğini düşünen Craig'in gözlerinin önünden, onu bu denli etkileyen kadını da alıp götürüyordu. Elinden gelen hiçbir şey yoktu.

Omzundaki eli yine hissetti. Döndü ve Mark'ın gür sesi ile derin bir rüyadan uyanmış gibi ona anlamsız gözlerle baktı. "Craig dostum! Ne oldu sana? Hayret bir şeysin. Beni beklemeye geldin ve beni görmüyorsun! Yanına geldim, seslendim, yine de kendimi zar zor duyurabildim. İyisin değil mi dostum?"

Mark, Craig'e sarıldı. Craig ise bunu kendine gelmek için bir fırsat olarak algıladı. Arkadaşına sarıldığı o kısacık anda gözlerini kapattı. Gözlerini kapattığında az önce sadece birkaç dakikalığına gördüğü kadının yüzünü gördü.

Another Life || c.h & b.rHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin