Один

191 18 5
                                    


"Aynı yerlerde yaşamamamızın sorun olmadığını sanıyordum?" dedim ona sorarcasına bakarken. "Sanırım yanılmışım. " 

Havanın soğuk olmasına rağmen üşümüyor, aksine terliyordum. Bir sıcaklık basmış gibi hissediyordum ve sanırım bu karşımda duran kişiye olan sinirimdendi.

Sergey ile yaklaşık 3 ay önce internet aracılığıyla tanışmış, ve çıkmaya başlamıştık. Bir süre sonra ikimizde görüşmek isteyince, ben ona Rusya'ya gelebileceğimi söylemiştim. İngiltere'den.

Şimdi onun için Rusya'daydım, ama o henüz ilk günden bana ayrılmak istediğini söylüyordu.

Nedeni ise 'uzak bir ilişki istemediğiydi.' Ve bunu bana, ben Rusya'ya gelince söylüyordu.

Aptallığımdan dolayı kafamı duvarlara vurmak istiyordum, ama tüm bunları yaşattığı için Sergey'in kafasını duvarlara sürterek kıvılcım oluşturmak bana daha mantıklı geliyordu.

Olduğum yerde bacağımı stres ve öfkeden dolayı ileri-geri sallarken burada ne yapacağımı bilmemem beni daha fazla geriyordu.

"Peki neden bunu ben buraya geldiğimde söylüyorsun? Buraya gelmeden öncede söyleyebilirdin."

Şuanda yüzümün nasıl göründüğü ile ilgili bir fiktim yoktu. Birkaç saatlik uçak yolculuğu çekmiş, ardından buraya gelir gelmez Sergey sinirlerimi bozmuştu. Sinirden kızarmış olduğuma karşı yemin edebilirdim.

"Senden telefonla ayrılamazdım, bu kabalık olurdu."

Hem sustuğunda hem de konuştuğunda ona olan kızgınlığım daha çok artıyordu.

Sergey'i baştan aşağı süzdüm. İngiltere'de pek rastlanan tiplerden değildi, sanırım bende Rusya'daki kızlar gibi değildim.

Bu yüzden Sergey ilgimi çekmişti, bende onun ilgisini çekmiş olmalıyım diye düşündüm bir an. Ama ayrılmak istediği aklıma gelince, beynimdeki düşünceleri kovdum.

"Pekala,"dedim yüzüme yapmacık bir gülümseme alarak. "Madem ayrılmak istiyorsun, ayrılalım. Ama ilk önce sana bir şey vermem gerekiyor."

Sarı kaşları merakla yukarı kalkarken sordu.

"Ne vereceksin? "

Muhtemelen bu yapacağım hem bir genç kız olmama, hemde kibar olan görüntüme pek yakışmayacaktı. Ama açıkçası pek umrumda olduğu söylenemezdi.

"Bunu," dedikten hemen sonra yumruk yaptığım elimi Sergey'in sağ mavi gözüne doğru yönelttim.

◇◆◇

"Bakın sizin dilinizi gerçekten anlamıyorum. " dedim karşıma duran Rus polise.

"Ben İngiliz'im. "

Sergey'e attığım yumruktan sonra aramızda kavga çıkmıştı ve polislerin gelmesiyle kendimi karakolda bulmuştum.

Şimdi ise, yanımda bir polis vardı ve benimle konuşmaya çalışıyordu.

İngilizce konuşmaya çalışmıştı, ama kötü telafuzu yüzünden hiçbir şey anlamamıştım.

Kendi dilindende bir şeyler söylemişti, ama Rusça'yla ilgili bildiğim tek şey Rusça bilmediğimdi.

Oturduğum yerde bacağımı titretirken, sıkıntıyla nefes verdim. Ardından karşımda duran kapı açıldı ve polis olduğunu tahmin ettiğim biri geldi. Uzun sarı saçlarını yandan ayırmıştı, ve açıkçası bir polise göre oldukça havalı görünüyordu.

İlk önce, benimle kendi dilinden konuşan polisle aralarında bir şeyler konuştular, ve ben tabiki hiçbir şey anlamadım.

Ama daha sonra havalı gözüken polis bana döndü ve konuşmaya başladı.

"Sokakta genç bir erkeğe yumruk atma nedenini öğrenebilir miyim? "

Az önceki polisin kötü telafuzuna karşı İngilizce'yi ana dili gibi konuşmasına bir yandan şaşırırken, diğer yandan da kendi dilimde iletişim kurabileceğim -bir polis olsada- birilerini gördüğüm için sevinmiştim.

"Aslında bu uzun bir hikaye," dedim. Tüm olanları anlatıp daha fazla rezil olmak istemiyordum.

"Eğer buradan çıkmak istiyorsan anlatmalısın." dedi.

Aksanını göz önünde bulundurursak daha çok bir Amerikalı gibi konuşuyordu.

Buradan gerçekten kurtulmak istiyordum, bu yüzden her ne kadar istemesemde, anlatmaya başladım.

○•○

İngilizce konuşan polise tüm olanları anlattığımda ilk başta kendini gülmemek için zor tutmuş, ardından kendini tutamayıp gülmüştü.

Ve ben şimdi sinirle karakoldan çıkıyordum.

Merdivenlerden aşağıya inerken arkamdan gelen bir ses duydum.

"Hey, havuç kafa!"

Duyduğum sesle birlikte durarak arkamı döndüm.

İngilizce konuşan polis bana doğru hızlı adımlarla yürüyordu.

Bana karşı olan hitabından dolayı ona şaşkın gözlerle baktım.

"Afedersin? "

"Evet," dedi. "Beni peşinden getirdiğin için üzgün olmalısın. "

Ben hala ona 'neyden bahsediyorsun sen' bakışı atarken, elinde tuttuğu hırkamı bana doğru uzattı. Orada unutmuş olmalıydım.

"Bir dahakine üşümemek için üzerine daha kalın bir şeyler giymelisin, burası İngiltere'ye benzemez. "

Sanırım aksanımdan dolayı İngiliz olduğumu anlatmıştı. Buna karşılık olarak ona gözlerimi kısarak baktım.

"Senin gibi bir Amerikalının önerisine ihtiyacım yok. " diyerek elinde tuttuğu hırkamı aldım.

Cevabını beklemeden arkamı dönerek ilerlemeye başladım.

Son olarak duyduğum şey, arkamdan "Ben Kanadalıyım!" diyerek bağırmasıydı.

Lütfen yorumlarınızı esirgemeyin ve bol bol yorum yapın.

Sizce nasıl olmuş?

What Do You MeanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin