" Ahmet! Recep! Açın şu kapıyı çocuklar!"
Büyük İskender Lisesi'nin olmazsa olmazı Ahmet ve Recep kavgaları yine baş göstermişti... Bu sefer mekan tuvalet, müzik veya resim odası ya da koridor değildi. Mekan; kazan dairesiydi...
Okulun Rehber Öğretmeni İclal hoca kavga haberinin duyar duymaz oturduğu koltuktan fırlayıp kazan dairesinin önüne gelmişti ve şimdi de kazan dairesinin demir kapısını narin ve güçsüz elleriyle yumrukluyordu.
Kapı ardında ise kıyamet kopuyordu...
Ahmet, Recep'e o kadar kuvvetli yumruk atıyordu ki Recep'in ağzından kan eksik olmuyordu.
Ahmet'in gözü dönmüştü. Başka biri Ahmet'in yerinde olsa o da gelip şimdi yaptığı gibi Recep'i dövüyor olacaktı...
Ahmet'in aklına Esin geldi. Önce havada durdu yumrukları, ardından hızla Recep'in burnuna isabet etmişti yumruğu...
4 KASIM ÇARŞANBA GÜNÜ / SAAT: 12.36 / Düğün Yeri'nde
"Haydi, gençler oturmaya mı geldik?"
"Hayatı Tespih Yapmışım Sallıyormuşum,
Adını Duydukça Ağlıyormuşum,
Deli Diyorlarmış Benim Halime,
Gelmişine Geçmişine Sayıyormuşum!"
Ahmet ve Esin karşı karşıya geçmiş kurtlarını döküyorlardı. Ardından İbo (İbrahim) ve Özge alkış tutmayı bırakıp Ahmet ve Esin'e katıldılar.
Yaklaşık 20 dakikalık bir süre içinde tüm grup üyeleri sandalyelere yığılı kalmışlardı. Düğün sahibi olan Niyazi ağabeyleri ve Nuray ablalarını tebrik edip düğünün yapıldığı evden çıkmışlardı.
Yolda Esin Ahmet'in koluna girmiş bir şekilde yürürken İbo Süleyman'la maç muhabbeti yapıyordu. Özge ve Yadigar ise yine yemek ile ilgili bir şeyler söyleyip duruyorlardı.
Esin'in evine az bir mesafe kalmışken karşılarına çıkan Recep ile tüm grup üyeleri durup kollarını sıvadı...
Herkes biliyordu ki Recep, Ahmet ile Esin'in arasını bozmaya çalışıyordu.
Yine abuk sabuk şeyler söyleyip Ahmet'i gaza getirdikten sonra bir güzel dayak yeyip hepsi evlerine dağılmıştı.
Gel gelelim günümüze (Kavgadan 10 dakika önce)
Grup kantine oturmaya giderken Ahmet telefonunu almak için sınıfa çıkmıştı ha bir de Esin'i bulmak için...
Telefonunu sıranın altından alıp gidecekken sıranın altından bir hediye paketi düştü. Yere eğilip hediye paketini açıp sırasına oturdu. Mavi renginde ki jelatinle kaplı hediye paketini yavaşça açtı. İçinden bir adet roman çıkmıştı. Romanı eline aldı ve içini karıştırmaya başladı. Orta sayfalarında bir yerde Kırmızı bir kağıt bulup eline aldı. Siyah pilot kalemle yazılmış olan kırmızı kağıtı eline alıp okumaya başladı.
"Sana bir gün ondan ayrılıp benim kollarıma geleceksin demiştim hatırlıyor musun Esin? O günler çok yaklaştı güzelim! Benim yanımda olmana çok az kaldı..."
Okuduklarından sonra kırmızı kağıtı avcunun içine alarak buruşturdu. Yerinden kalkarak sınıftan birine Recel'in nerde olduğunu sordu. Aldığı cevap kendisini gülümsetmişti. Onu dövmek için güzel bir yerdi kazan dairesi...
Recep hiçbir şeyden habersin kazan dairesinde Okul müdürü Celal hocadan gizli sigara içiyordu. Elinde kalan bitmiş izmariti yere atıp ayağıyla iyice ezdi.
Çoğu zaman tek başına gelirdi kazan dairesinde sigara içmeye. Tek başına olunca rahatlıyordu Recep. Sessizliği seviyordu...
Ama o sevdiği sessizlik bir anda yok olup gitmişti. Birden kazan dairesinin kapısı içten kapanıp kilitlenince başını kaldırdı kaldırmasına da elmacık kemiğine isabet eden Ahmet'in yumruğuyla yere düştü. Şimdi anlamıştı her şeyi, demek ki sıranın altında ki hediye paketini görmüştü Ahmet...
Yaklaşık 3 dakika boyunca birbirlerine sayısız darbe indirirken İclal Hocanın o güçsüz ve endişeli sesini duymuşlardı.
" Ahmet! Recep! Açın şu kapıyı çocuklar!"
İkisi de İclal hocayı dinlemeyip tekrar birbirlerine yumruklar atmaya devam ederken birden kazan dairesinin kapısı açılıp Celal hoca onları ayırmaya çalıştı. Celal hoca, İclal hoca ve Adnan hoca iki genci sakinleştirirken Ahmet'in yanına Esin geldi.
Esin Ahmet'in yüzünü inceledi önce sonra yüzünde ki morluklara dokundu hafifçe. Sol gözünün altında ufak bir morluk vardı. İki kaşı ve dudağı da patlamıştı. Ardından gözleri bileklerini tutan ellere kaydı. Parmak kemiklerinin hepsi morarmaya yüz tutmuştu. Başını kaldırıp Ahmet'in yüzüne baktı ve konuştu:
"Ne yaptın böyle sen?"
"Hiçbir şey bilmiyorsun Esin!"
"Anlat o zaman Ahmet." Yumuşak bir ses tonuyla söylemişti son cümlesini...
Ahmet kabataslak olayların üstünden geçince Esin'in kaşları çatılmış bir biçimde Ahmet'in suratına bakıyordu. Ardından kahkaha atmaya başladı. Ahmet'in yanağında ki morluklara aldırmadan ona yanağından bir buse bahşetti. Uzaktan onları izleyen İbo yanlarına gelip:
"İyi yapmışsın Ağa! İyi dövmüşsün çocuğu! İşte benim kardeşim! Ama keşke beni de çağırsaydın..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
-Arka Sıradakiler-
RandomÇete kavgaları, Uyuşturucu, Haraç alınması, ve daha bir çok şey... Bu olayların hepsi yıllardır üniversiteye bir tek öğrenci bile gönderememiş, unutulmuş bir lise olan Büyük İskender Lisesinde... Ahmet'in sıcacık kalbinde ve o güzel sözlerinde, Esi...