Birinci Bölüm

39 1 0
                                    


Burada Her Yaştan İnsan Var

Eskiden, çok eskiden, çocukluğumdan kalma bir alışkanlıktı mezarlığın içinden yürüyerek eve gitmek. Havanın güzel olduğu her okul dönüşü yolumu değiştirip oradan geçerdim. Hem yol kısalır hem de hoşuma giderdi. Büyük mavi demir kapısı, "Hoş geldiniz. Burada herkese yetecek kadar yer var," dercesine karşılıyordu insanı. Kaldırım taşlarıyla döşeli geniş bir yol uzayıp gidiyordu mezarlığın içine doğru. Nerede kim yatıyor, az çok ezberlemiştim. Mezar taşlarındaki doğum ve ölüm tarihlerine bakarak kimin ne zaman, kaç yaşında öldüğünü hesaplardım. Toprağın taze oluşundan da ölen insanların hangilerinin yeni gömüldüğünü anlıyordum. Nedenini bilmiyorum; ben de mi bir tuhaflık var, ama hep huzur vermiştir bana mezarlıktan yürümek. Ruhum dinleniyordu. O zamanki çocukluk hırslarım tıpkı bir mumun ateşte eridiği gibi eriyordu. Söyleyecek çok şeyi olan kendine has sessizliğini, sadece kuş sesleri bozardı. Bazen de çam ağaçlarından yere düşen kozalaklar...

Çok uzun yıllar önce ölmüş olmalarına rağmen bir kısım mezarlar bakımlı ve sağlam oluşlarıyla dikkatimi çekerdi. Sanki dün gömülmüşler gibi; bembeyaz mermerden yapılmış tertemiz mezar taşları, toprakları hiç çökmemiş, çeşit çeşit çiçeklerle süslüydü. Kimileriyse toprakları iyice çökmüş, mezar taşları kırılmış, hatta yana doğru düşmüştü. Böyle mezarları görünce, "Bunlar iki kere ölmüş," derdim. Öyle ya! Ölmeden önce sağlığındayken bile terk edilip yalnız bırakılan insanlar, öldükten sonra tamamen unutulup gidiyordu. Ben en çok böyle mezarlara dua okumayı severdim. Daha bir yalnız, daha bir garip bulurdum o insanları. "Kimseleri yok,"diye düşünürdüm. Çocukluk işte! Bekli de hakikaten yoktu, bilmiyordum.

Doktor Erol Bey'in mezarını ziyaret etmeden geçmezdim. Mümkün olduğunca birkaç tane dua okurdum. Anlatılanlara göre bana çok hakkı geçmiş. Bundan dolayı ona karşı vefa borcum vardı ve bu borcumu onu unutmayarak ödüyordum. Küçükken ben ne zaman hasta olsam annem beni ona götürürdü, hayal meyal hatırlıyorum. Erol Bey, "Bana bırakın, ben bakacağım," bu çocuğu dermiş. Maddi yönden pek varlıklı bir ailede olmadığımız için annem bahçede meyve, sebze, ne varsa hazırlayıp bir poşeti koyup götürürmüş. Hepten mahcup olmak da istemezmiş. Gözlüklü, sevecen, saçları önden hafif dökülmüş, tatlı bir adamdı. Masasına oturmuş vaziyette bir şeyler anlatırken, yüzünde ince bir tebessüm ile kaldı aklımda. Keşke her doktor bu kadar iyi olsaydı.

Erol Bey'in mezarının biraz ilerisinde yan yana gömülmüş iki bebek mezarı vardı. Yerleri kaybolmasın diye konulan mezar tahtaları, çürümüş siyah rengi andırıyordu. Hep merak etmişimdir, acaba ne kadar yaşamışlardı? Kim bilir ne kadar üzülmüştü anne babaları. Yeryüzünün kanatsız melekleriydi onlar. Kısacık yaşamlarında melek olarak doğup melek olarak ölmek nasıl bir duyguydu acaba? Madem bu kadar kısa zamanda ölecekler niçin dünyaya geliyorlardı ki? Benim boyumu aşıyordu bu sorular. Boyum da zaten pek uzun sayılmazdı.

Kabristanlığın sonlarına doğru 13 yaşındayken ölmüş bir kız çoğunun mezarı hep üzmüştür beni. Neredeyse aynı yaştaydık o zamanlar. Ben her sene bir yaş daha büyürken o hep 13 yaşındaydı! "Ben bir gonca gül idim, açmadan hemen soldum, doymadan bu dünyaya, birden rahmetlik oldum," yazıyordu mezar taşında. Gerçekten de bu dünyaya doyamayacak yaşta ölüm yazılmıştı kaderine. Acaba hangi teselli avutmuştur ailesini? Ne tarifsiz bir acıdır, kim bilir? Hastalıktan mı ölmüştü; yoksa trafik kazasında mı? İnsan, biri ölünce ilk olarak hangi sebeple öldüğünü merak ediyor, sonra da yaşını, ardından diğer sorular birbirini takip ediyor. O yaşlarda pek korkmazdım ölümden. Ola ki ölürsem sadece annem, babam, abim, ablam çok üzülürler, arkamdan çok ağlarlar diye düşünür, onlara kıyamazdım.

Ukde Herkes mi Aldatır?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin