ADIMI HALAM KOYDU

49 1 0
                                    

    Gözlerimi açtığımda, önce bembeyaz tavanı, sonra da üzerinde ağaç gölgelerinin oynadığı duvarı gördüm.
     Neredeyim ben? Buraya nasıl geldim? Ne zaman geldim?
     Dirseğimin üzerinde  doğrulup etrafıma baktım.
     Tanımadığım bir odadayım. Kim getirdi beni bu odaya? Ne zaman getirdi ve yüz yıllık bir uykuya bıraktı ki, uyanışım böyle sancılı?
     Kaç zamandır uyamaktayım ben sahi? Kemiklerim üzerinde yattığım şilteyle âdeta bütünleşmiş, elim, kolum ve üç gündür mü, üç yıldır mı, yoksa üç yüz yıldır mı?
     Neden hiçbir şey hatırlamıyorum?
     Gözlerim perdenin aralığında sızan gün ışığında dans eden toz zerreciklerinde, boş bir gayretle anımsamaya çalıştım. Kafam kazan gibi, hâlâ çok uykum var. Yastığıma yaslanıp etrafımı incelemeyi sürdürdüm.
     Duvarlar ve perdeler beyaz olsa da, bir hastane odası değil burası
      Bilirim hastane odalarını. Kokuları, dokuları başkadır. Duvarlarının illa beyaz olması da şart değildir üstelik. Benim unutamadığım hastane odasının duvarları açık maviydi. Doktorun gömleği koyu maviydi, Engin'in ki ince mavi çizgiliydi. Şu işe bakın ki, benim üzerimdeki, bağcıkları arkadan bağlanan hasta geceliği de mavi çiçekliydi. Oda çok soğuk olmalıydı ki, üşüyordum. Dislerim birbirine vuruyordu, tuhaf bir ses çıkararak.
     "Bebek duruyor mu?" diye sormuştum başında dikilen doktora. Sesim taraz tarandı, bogazim yanıyordu.
     " Yormayın kendinizi. Dinlenin şimdi, sonra konuşuruz."
    " Söyleseniz, bebeğim yaşıyor mu?
    Bana cevap veren olmamıştı. Uzaktan annemin sesini duymuştum. Annemin sesini nerde olsa hep duyarım ben. Öte dünyalarda bile olsa, yine duyarim. Uykumda dahi gelir, fısıldar kulağıma. Annem o sırada hayattaydı ve daha çok gençsin, yavrum, diyordu bana, bir bebeğin daha olur, odanın derinliğinde bir yerden. Engin ve doktor, bir orkestra şefinden işaret almışcasına aynı anda öksürmüşlerdi. Oda lizol kokuyordu. Engin yatağımın yanında dikiliyordu. Kül gibiydi rengi. Yüzünde tuhaf bir ifade vardı. Merhamet desem değil, şefkat hiç değil. Bezginliğe varan bir hayal kırıklığı gibi, daha çok. O an bana söylemek isteyip de söyleyemediğini, içinde sabırla saklayıp on ay sonra söylemişti.
     Ben psikolojik terapi sırasında aldığım ilaçlar yüzünden on iki fazla kiloyu vücuduma yaymış olarak, ince uzun hayal gibi bir genç kızdan bir iri kadına dönüşmenin acı gerçeğiyle mücadele etmekteyken... Haince, lafını hiç sakınmadan, hemen sadede gelerek söylemişti. Üstelik evlilik yıldönümümüzde...
     Hatırladım ışte!
     Gecmisimle bağlarımı kopardigim zamanlarda, o mavi hastane odasıyla hatırlarım, unuttuklarımı. Çizgili gömleğiyle başımda dikilen kocamın gözlerindeki ifadenin bende yarattığı yıkıntıyla dönüş yaparım belleğime. Çünkü hayatımın dönüm noktasıdır o an. Halk dilinde dış-gebelik diye bilinen durumunun, milyonlarca kadın arasında bana isabet ettiğini ve diğer tüpümde de yapışma olmasından dolayı, bundan böyle asla çocuk doğuramayacağımı öğrendim ve ışte bu yüzden ömrümün geri kalanın hep yanlışlıklar içinde geçeceğini sezdiğim andır.
     Unutamam.
     Şimdi de tıpkı o günkü gibi. Ancak, o mavi hastane odasından cağırışımla artık her şey net de kafamda, sadece buraya ne zaman ve neden geldiğim hâlâ dumanlı. Çok içmiş olmalıyım yatmadan önce.
     Şu anda içinde bulunduğum oda, hayır, kesinlikle bir hastane odası değil. Enerjisi, duvarlara sinmiş fısıltıları başka. Bambaşka.
     Bir hapishane hücresi de degil, küçüklüğüne rağmen, çünkü yatağımın çaprazında bir haşır koltuk var, karşı duvarda bir manzara resmi asılı ve perdesinden anlıyorum ki, penceresi geniş.
     Oysa bir hastane odası olabilirdi, hastayım çünkü ben. Ruhum hasta. Uzun bir zamandır hasta ruhum. Hapishane hücresi de olabilirdi, çünkü suçluyum aynı zamanda. Gerçeklerle yüzleşemediğim için suçlu ruhum. Bedenimse, hasta ve suçlu ruhumu taşımaktan çok yorgun.
     Kapattım gözlerimi, uyudum yine.
     Yeniden uyandığımda, perdenin aralığından bu kez güneş sızmıyordu içeri,ama oda etrafımı görebileceğim kadar aydınlıktı. Yattığım yerden, el yordamıyla başucu lambasının düğmesini aradım. Bulamayınca D ogruldum, ayaklarımı yere sarkıtıp  oturdum yatakta.
    

ZEYNEPHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin