Neden deist oldum ?

3.5K 47 52
                                    

Neden Deist Oldum?
Ben, on yedisine basmasına günler kalmış bir genç kızım. Ve bu kadar erken yaşta beyin damarlarım açıldığı için oldukça huzurluyum. Size hikayemden, düşüncelerimden bahsetmek istiyorum. Aslında bu hikayeyi, bir anonime sözüm olduğu için yazıyorum; verilen sözler tutulmalı.
Ailem ve çevrem bakımından oldukça dindar yetiştim. Haremlik selamlık derecesinde diyeyim siz anlayın beni. Hiçbir zaman din ile korkutulmadım, içimde hep bir yaratıcı sevgisi vardı; bunu size izah dahi edemem, normal bir sevgiden bahsetmiyorum. Beş vakit namazlarını kılan, dininin gerektirdiği her şeyi eksiz yapmak için bir kuş gibi çırpınan küçük bir yürektim. Sofilik tarikatını bilirsiniz belki, onların evlerinde, Allah dostu dedikleri şeyhin köyünde büyüdüm diyebilirim size. Aileden geldiği için Müslüman değildim asla ve kat'a. Ve ibadetlerimi cennetten bir köşk kazanmak yahut cehennem azabından korktuğum için yapmıyordum; benim tek bir istediğim vardı o da Allah'ın rızasını kazanabilmek, O'nun sevgisine nail olabilmek istiyordum çünkü ben onu çok saf bir sevgi ile seviyordum. Allah'ın kulu ve elçisi olduğunu iddia eden Muhammed'e de canı gönülden bağlıydım. Lakin sonra tasavvufun gerçek yüzünü ortaya çıkaran bir araştırmacının yazısını okuduktan sonra tüm dünyam başıma yıkıldı, on altı yıldır inandığım şeyler bir kandırılıştan ibaretmiş meğer. İlk başlar da adamın tasavvuf hakkında söylediklerini yalanlamak istedim, olmadı; çünkü yalanlayabileceğim hiçbir sözü yoktu, her isteğimde kanıtlar yüzüme çarpınca sustum. Ve sonra İslam tarafından kandırılmadığım ne malum, derken kendimi boşlukta buldum.
Birçok şeyi araştırdım. Çok şüphe vardı dinde. Üstüne üstlük on dört asırlık bir kitaptan şüphe etmem de en doğal şeydi. Hayatımı sarıp sarmalayan ve dilediği gibi şekil veren bu dini sorgulamak elbetteki benim en doğal hakkımdı, kimse yargılama hakkına sahip değildi. Bu benim bileceğim iş idi!
İlk önce cennet ve cehennem kavramlarının mecazi bir anlam taşıdığını düşündüm. Çünkü benim sonsuz merhameti ve affediciliği olan Tanrı'm kimseyi ateşinde yakamazdı. Yakıyor ise de, merhametinde ki sonsuzluk kavramından uzaktı. Bu O'nun affediciliğine nasıl sığardı? Buna hiçbir zaman cevap bulamadım. Sorduğumda ise söyledikleri tek şey, "Vardır Allah'ın bir bildiği." oldu. E kardeşim biz de bilelim o zaman dimi şu Allah'ın bildiğini. Sonuçta bana anlatılan yaratıcı kimseye muhtaç değildi, bir aracıya muhtaç olacak kadar aciz değildi, o bana şah damarımdan daha yakınsa, ben O'nunla kendim konuşabilirdim zaten. Benim Tanrı'm kimseye muhtaç olmayandır, kendisini gizleyip, cehennem ile korkutan değil!
Boşluğa düşmeden evvel, bir adama aşık oldum. Ve İslam inancına göre bilirsiniz ki Müslüman bir kızın, Ateist bir kimseyle birlikte olması olası şey değildi; haramdılar birbirlerine. Kız dinden çıkardı. Eğer ki o adama giderse Allah onu dininden atardı. Hadi ama Tanrı'm bu kadar acımasız olamazdın sevdamıza? Benim yaratıcım, her şeyden çok sevmek istediğim adamı bana haram kılamazdı. Benim Tanrı'm, sevdalanmış gençlerin yüreklerini yakmazdı cayır cayır. Çünkü benim Tanrı'm şefkat sahibiydi. Benim Tanrı'm sevgi doluydu, sevgiyi yok edecek kadar acımasız değildi. Benim tanıdığım Tanrı, öylesine güzel ki size nasıl anlatabilirim ki hissettiğim sevgi ve muhabbeti?
İslam'da, şöyle derler; bir kimseyi Allah'tan çok severseniz, Allah sizi onunla sınar ve alır elinizden. Peki neden? N'için en çok kendisi sevilmeliydi, hem de her yarattığı tarafından? Bu kibirlilik idi benim fikrimce. Ve bana anlatılan yaratıcı, kibri sevmezdi, yarattığının da yapmamasını isterdi.
"Kadın, erkeğin tarlasıdır." diyen Allah, benim her zerrem ile sevdiğim yaratıcım olamazdı. Çünkü benim Tanrı'm, kadınları da severdi; kadınları seviyormuş rolü yapıp, araya süs olsun diye birkaç kelam kondurmazdı, çok affedersiniz lakin kadınları sex objesi olarak göstermezdi. Benim içimde tanımladığım Tanrı kavramı çok başka bir güce ait, ve ben kendimi O'na öylesine bağlı hissediyorum ki kelimelerim kifayetsiz kalıyor.
Ve benim yaratıcım benim saçlarımı severdi, bir örtünün altına hapseden benim yaratıcım olamazdı. Çünkü benim Tanrı'm, saçımın her telini nasıl sevdiğimi bilir kendi de öyle severdi. Yahut illa ki saçımı örtmemin benim için en iyisi olduğunu düşünüyorsa, o özgür iradeyi bana bırakırdı. İslam da sana bırakıyor zaten demeyin. Bırakıyorsa, niye kapanmadığım halde bir saç telim dahi göründü diye günah atılıyor benim kasama? Allah bu ya, işi gücü yok benim saç telime mi takmış? Benim bildiğim Tanrı, hür iradeyi kadına verirmiş gibi yapıp, uymadığı halde cehenneminin ateşine atmaz. Bu kadar gaddar değil. Dedim ya, benim Tanrı'm sevgi dolu bir güç.
Artık secde ederken huzur bulmuyordum. İbadetler saçmalıktan ibaret geliyordu. Bilmediğim ve anlamadığım cümleleri söyleye söyleye, yat kalk yapmamın mantığı neydi acaba? Verdiği nimetlere karşı şükretmek yahut ne kadar minnet duyduğumu göstermek miydi? Oysa ki, ben yaratıcımın yarattığı bu güzel evrene bakarak O'na inanılmaz bir minnet duyuyordum. İnsanlara, hayvanlara, tüm canlılara iyilikte bulunarak O'nu her daim anımsıyordum. Geçenlerde balkonumda sırtının üstüne düşmüş bir böcek fark ettim. Elimde tuttuğum mandal ile, onu incitmeden ayaklarının üstüne diktim ve yürümesine birazcık yardımcı olduktan sonra kendi başına olabildiğini gördüm. Bunu yapmam için eğilmem gerekti. Ve inanın bana, secde ederken eğildiğim vakit bulmam gereken huzuru, o böceğe yardım ederken eğildiğimde buldum. Şükrettim, o canlıyı yaratan Tanrı'ya; çünkü O her şeyin en güzelini yaratan bir yaratıcıydı.
Sadece İslam değil, tüm dinler saçma bana göre. Size bu durumu şöyle izah edeyim;
Din, insanoğlunun yarattığı bir psikolojidir; yapılan ibadetler de terapi etkisi görür. Bizler her daim kendimizin başına iş örmeyi ve kendimizi kandırmaya bayılırız. Ve umudun tükendiğini bilsek de hep bir yerlerden umut bulduğumuza inandırırız kendimizi. Dinler, insanoğlunun tutunmak için oluşturdukları bir daldır. Bizi yaratanı bıraktık, kendi yarattıklarımıza taptık. Ne de nankör varlıklarız biz! İşte ben, insanoğlunun nankör olup yarattığı Allah'a değil, beni yaratan yüce yaratıcıya tapıyorum. Çok da mutluyum.
Dinden çıkan insanlara, ibadet etmesi zor geldi yahu ondan çıktı dinden derler çoğu zaman. Ne münasebet efendim! Bu bir düşünce şeklidir. Düşünen varlıklarız. Pekala kendi fikirlerimizi üretebiliriz. Ve körü körüne inanmak yerine, at gözlüklerini çıkarıp dini sorguyabilir, eleştirebiliriz. Kusura da bakın ama buna karışmak kimsenin haddi değildir. Zaten ben Müslümanken de ibadetlerini yapan bir kızdım. Üstelik başımı da örtüp, Allah'ın emri dedikleri her emri eksiksiz uygulayacaktım. Lakin, körü körüne inanmak ne büyük hata imiş onu anladım.
Kuranın değiştirilmediğini düşünüyorlar. Peki hangi gerekçe ile? Kuranda bulunan, "Kuranı biz indirdik korumasını da biliriz." ayeti ile mi? Ayetler ilk indiği zamanlar yapraklara, kemiklere, hayvan derilerine yazıldı, sahabeler ezberledi daha sonra savaş zamanları sahabeler ölmeye başlayınca Ebu Bekir ve Osman döneminde kitaplaştırıldı çoğaltıldı. Şimdi, o küçücük ayeti eklemek ne kadar zor olabilir? Ölen sahabelerin hafızasındaki ayetler ne oldu? Yahut insanoğlunun hafızasına ne denli güven duyabiliriz? Ben duymuyorum açıkçası. Hadi bunları geçtim, dört kutsal din haricinde dünyada bir sürü din var ve bilirsiniz ki hepsinin kendine ait kutsal bir kitabi var. O kitapları insanların yazdığını düşünüyor, Müslümanlar. O kutsal kitaplara bakılınca onlar da bölümlerden, ayetlerden oluşuyor. Toplumu yapılandıracak bilgilere sahip. Tanrı - Tanrı'lar - dan inmiş gibi yazılmış. Kuran gibi iyiyi ve doğruyu göstermeye çalışmış. Yani neymiş efendim, bir insanın - Muhammed gibi aydın bir kimsenin - kutsal kitap yazması hiç de zor değilmiş, dimi?
Ben, camilerin yapılmasına karşıyım. Sadece cami değil, kilise, tapınak vs. Çünkü bir bina yapıyorlar ve ona Allah'ın evi diyorlar. Yahu kardeşim Tanrı bu kainatın yüce yaratıcısı, her yer onun evi iken niye insanoğlunun yaptığı evlere ihtiyaç duysun? Üstelik O muhtaç olmayandır, hatırlatırım. Benim fikrimce, Tanrı o evlere baktıkça şöyle diyordur, "Yahu tüm kainat benim evim zaten. Bana beşeri evler yapacağınıza, o evlere verdiğiniz milyonlarla yarattığım yardıma muhtaç insanlara el uzatın!" diyordur. Ha şimdi biri çıkar der ki, bizim o evlere ihtiyacımız var, ibadetleri güzel yapmalıyız. Neden arkadaşım? Tanrı her yerde değil mi? Tanrı, senin şah damarında değil mi? Niye O'na ibadet için dört duvara ihtiyaç duyasın? İbadetleri güzel yapmak diyorsun, iyi diyorsun da senin ibadetlerinde çevrenin güzelliğinin ne önemi var hele bi de bana? Senin Allah'a ulaşacak olan gönlünün güzelliği değil midir? E neyi uzatıyorsun hala?
Dünyada depremler, tsunamiler gibi doğal afetler çok oluyor. Özellikle İslam'ı benimsememiş ülkelerde. Bunu şöyle yorumluyorlar, Allah onlara kendini ispatlıyor hala farkında değiller. Yahu senin Allah'ın hoşgörüyü öğütleyense niye yarattıklarına zulmederek kendini ispatlamaya çalışıyor? Onu da geçtim, en büyük felaket şu anda Müslümanların başında; Müslüman ülkeleri işkence görüyor. Ya Tanrı, size de bir şeyler söylemek istiyorsa? Bunu niye hiç düşünmüyorsunuz? Ama sizin başınıza gelen şey imtihan dimi? Peki orada yakılarak işkence edilmiş çocuk neyin imtihanını görüyor yahut kundağında uyurken kurşuna tutulmuş günahsız bebek neyin bedelini ödüyor? Vardır Allah'ın bir bildiği demeyin. O Müslüman ülkelerinden biri de biz olabilirdik. Neyse ki, Atatürk ilkeleri ülkenin etrafında bir kalkan. Yoksa, bizi de sağ bırakırlardı mı sanıyorsunuz? Haha. Epey komik. Komik deyince aklıma geldi, Tanrı bu savaşlara bakıp kahkaha atıyordur bence, "Ulan beyin verdim hala doğruyu bulup bana gelmiyorlar." diyordur. Benim Tanrı'm insanoğlunu yaratmış, bir beyin vermiş ve gerisini hür iradeye bırakmıştır. İnsanların aklını kullanmayıp savaşmaları, insanların kendi aptallığıdır. Ben olsam, ben de gülerdim.
Deistim. Söylemekten çekinmiyorum. Çünkü düşüncelerim ayıp şeyler değil. Benim fikirlerim, beni ilgilendirir. Üstelik içimdeki Tanrı ile mutluyum, huzurluyum. Yine iyi bir insan olma yolundayım, kitabım, dinim yok diye etrafa saldırmıyorum; kötülükten uzağım. Yine edep çercevesinde konuşuyorum, oturup kalkıyorum, yine büyüklerime, çevreme saygıda kusur etmiyorum. Yine insanların iyiliğini düşünüyorum. Yine yolun ortasındaki taşı, biri düşmesin diye kenara çekiyorum. İyi insan olduktan sonra ne önemi vardı neye inandığımın? Tanrı'nın benden isteği, iyi bir insan olmam. Olmaya çalışıyorum. O'nunla mutluyum, beni yargılamıyor, "Seni cehennemime atarım." yahut "Bak şunu yaparsan sana cennetimden bir köşk veririm." diyerek ne korkutuyor ne de kandırarak aramızdaki ilişkiyi bir çıkar ilişkisine dönüştürüyor.

Benim ülkem dünyadır, tüm insanlar kardeşimdir, iyiyi ve doğruyu yapmak benim dinimdir.
- Thomas Paine 

Her şeye bir " Neden ? "Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin