Sabah olduğunda bütün köyün boşaltılması gerekiyordu. Verilen sürenin sonuna gelinmişti. Gece boyunca hiç kimse uyumadı. Berrak gökyüzünde parlayan aya ve yıldızların ışığında, her bir ayrıntı hafızalara kazındı. Ağaçlar, taş, toprak, dağın gölgesi, rüzgarın sesi, suyun şırıltısı, onlara eşlik eden yaşanmışlıklar, vatanın kendisi. Bir ruha ne kadarı sığdırılabilirse o kadarı, bakışlara taşındı. Kimse konuşmadı. Sadece dinlediler. Üzerinde özgürce at sürdükleri toprağın fısıltılarını. Çocuklarım diyordu, çocuklarım. Beni böyle yalnız bırakıp nerelere gidiyorsunuz? Gülüşünüz, savaş naralarınız, esriklik veren ezgileriniz, dans ederken yüzümden eksik olmayan dokunuşlarınız. Onlar olmadan ben kime, nasıl yeniden analık yaparım? Çocuklarım; burada olacağım. Ve gözlerim ufukta, atlarınız üzerinde yeniden belirmenizi bekleyecek. Bana layık evlatlar oldunuz. Sizden razıyım. Şimdilik hoşçakalın.
Güneş gökyüzünde belirdiğinde herkes hazırdı. Önde yaşlılar, arkada kadın, erkek ve çocuklar. Yanlarında sadece taşıyabilecekleri kadarına izin verilen eşyaları ile düştüler yola. Yayan yapıldak. Kendilerine refakat edn düşman silahlarının gölgesinde, şimdiye kadar yaşadıkları gibi dik başlarla ilerlediler. Yenenlerin yenilenlere karşı ne kadar merhametsiz olabileceği, ayak seslerinin çıkardığı her yankıda tarihe not düşülüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇERKESLER
De Todo"Deniz kenarında yedi yıl boyunca atılmış insan kemikleri vardı. Kargalar erkek sakallarından ve kadın saçlarından yuvalarını kurarlardı. Deniz yedi yıl boyunca karpuz gibi insan kafataslarını atıyordu. Benim orada gördüklerimi düşmanımın bile görme...