"Dünya! Uyan artık. Uyanda işleri yerine koyalım." Ah, evet. Lanetli günüm başlamıştı. Kutuların üzerinden atlayarak lavaboya gittim.
"Bugün daha güçlüyüm, bugün bir önceki günden daha güçlüyüm,yarın bugünden daha güçlü olcam." Bir aydır bu cümleyi aynanın karşısına geçip söylüyordum. Etkisini henüz görmedim, gerçi pekte ümitli değilim. Sadece Elçin Hanım söylememi istediği için söylüyordum. Lavabodan işletimi hızlıca bitirip çıktım. Odama gidip kutu aramaya başladım. "Anne, dosyalarımın bulunduğu kutu hangisi?" Boş koridorlarda sesim yankılanmıştı. "Kırmızı bantlı olan kutu." Evet, annemin sesi de geri yankılanmıştı. Gözüm hemen kırmızı bantlı kutuyu aradı ve buldu. Yanına gittiğimde açmakta biraz zorlanmıştım, bu yüzden kutu parçalanmıştı. İçinden sadece bana özel olan mor dosyamı aldım. Diğerlerini saklama gereği duymuyordum. Çünkü onları bir kişi daha biliyordu. Birden fazla kişinin bildiği asla özel olmazdı. Dosyamı, dün gece keşfettiğim yeni gizli yerime yerleştirdim. İşte şimdi daha rahatım. Sakin bir şekilde annemin yanına gittim. "Günaydın." " Günaydın kızım, kahvaltın hazır." Önümde duran muhteşem mısır gevreğine baktım. "Çok zahmetliysem kusura bakma, bunun sorumlusu babam ve sensin." Yeni mutfağını düzene sokmaya çalışıyordu. "Sadece fazla yoğunum." Bir şey demeden gevreğimi yemeye başladım. "Ne yapıcaksın bugün? İstersen dışarıya çık." "Diğerleri gibi mi?" "Yaşıtlarına diğerleri diye hitap etmekten ne zaman vazgeçticeksin?" "Sanırım hiçbir zaman. Onlar bana çok uzak." "Seni bu konuda zorlamak istemiyorum. Dışarı çıkıcak mısın?" "Odamı yerleştirmem gerek." "Sen onu merak etme,temizlik şirketi ile anlaştım yardıma gelcekler." "Peki, kırmızı bantlı parçalanmış olan kutuya dokunmayın yeter." Hızlıca odama gidip bavulumu açtım, rahat şeyler giydikten sonra müzik ruhun gıdasıdır dedim ve kulaklığımıda yanıma aldım ve evden çıktım. Daha çok yolları, sokakları, esnafları ve apartmanları ezberlemeye çalışıyordum. Annemle ikimiz yaşıyorduk. Antalya'ya yeni taşınmıştık. Babam annemi terk etmişti. Ama en doğrusunu yapmıştı.
Heyecanlı olmam gereken bazı konular vardı yeni okul, yeni arkadaşlar, yeni çevre. Ama bunların hiçbiri beni şuan heyecanlandırmıyordu. Tabi son anda bir şey olmazsa. Ben böyle düşünürken köşede küçük bir sahafcı gördüm. İşte burayı sevmem için tek bir neden. Sahaftan içeri girdim, her yer karmakarışıktı. Zaten bana göre sahaf hep dağınık olmalıydı. Onu diğer kitapçılardan ayıran özellik buydu. "Yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan çıkar?" "Yumurta tavuktan çıkar, yumurtadan civciv çıkar." "Evet bildin, şimdi istediğin kitabı bedavaya alabilirsin." Karşımda hemen hemen benden iki yaş büyük bir çocuğa bakıyordum. "Merhaba, ben Sefa." "Merhaba Sefa. Bir tane Charles Bukowski alabilir miyim?" "Bukowski mi okuyorsun?" "Okumasam senden böyle bir kitap ister miyim?" "Yeterince zekice." "Efendim?" "Hangi kitabını istiyorsun diyorum." "Kimse bilmez ne çektiğimi." "Güzel seçim." "Biliyorum." "Mütevazıyız da." "Benim anlayacağım şekilde yüksek sesle söylesen?" "Bir şey demedim ya." "Eminim öyledir." Cüzdanımı elimi aldığım sırada "Bedavaya alabileceğini söyledim." "Her zaman böyle mi yapıyorsun, yani bilmece sorup bilene bedava veriyorsun?" "Hayır, sadece canım sıkıldı böyle bir şey yaptım." "İlginç. Peki kitap için teşekkürler." "Adını söylemeyecek misin?" "Gerekli olsaydı söylerdim." Hızlıca çıktım sahaftan. Biraz yürüyüp arkamı döndüm ve sahafın adına baktım. Büyük harflerle LOOD yazıyordu. Tuhaf biryer di ve ben burayı sevmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Oyuncak Dünya
Teen Fictionİki saniye sonra ne olacağını bileniniz var mı? Bence yok. Evet evet yok. Tam tahmin ettiğim gibi.