Ben üç, kardeşim ise bir buçuk yaşında idi. Asla unutamam o günü. 'Nasıl hatırlıyorsun?' demeyin, hiç unutmadım ki. Kardeşimin "Anne!" diyen çığlıklarını, annemin arkasına bile bakmadan, o adamla koşarak kaçmasını. Bizi bulduğunda babamın kendi ni yerlere atmasını... Yazarken bile içim acıyor. İnsanlar bize acıdılar, evlerine aldılar. Babam delirmiş gibi idi. O zamanlar bile on dan nefret ettim. 'Üç yaşındaki çocuk nefreti nebilir!' demeyin. O çocuk o kadar çok şeyleri görüp bildi ki... Bize sürekli, "Fahişenin çocukları, benden olduğunuz bile belli değil!" diyordu. Aslında kardeşim de, ben de aynı babama benzeriz. Babamın kendine gelmesi uzun zaman aldı. Ken dini toparlayınca da hemen evlendi. Bizi köy halkı büyüttü ama her an annemizi aşağılayarak, tabii ki bizi de Tüm dünyamızı altüst ettiklerini hiç düşünmediler ama olsun, Allah razı olsun, yine de bize sahip çıkmışlardı. Ne kardeşim ne de ben hiç çocuk olmadık. Hele ben altı yaşın da anne gibi olmuştum. Hep kol kanat geriyordum ona. Hiç unutmam bir gün ikimiz evde oynuyoruz ama ne oyun, birbirimizi döverek. Sınırsız dövüşürdük. Sevgimi zi birbirimize zarar vererek gösterirdik. Çünkü o şekilde görmüştük. Babam annemi çok döverdi. Bizi de eline ge çirdi mi bebekmişiz, çocukmuşuz gözü görmezdi. Şim di evlatlarıma bakıyorum da, başım ağrıyor deseler ölü yorum. "Lütfen Allah'ım benim canımı yak onların yeri ne," diye dualar ediyorum. Her neyse, köyde elektrik yoktu, gaz lambası ile ay dınlanıyorduk. Elimizdeki gaz lambası kavga esnasında düştü, her yer bir anda alev aldı. İkimiz alevlerin arasında kalmıştık, birbirimize sarıldık, ne olacağını bilmiyorduk. Nasıl bilebiliriz ki birimiz altı yaşında, diğerimiz dört bu çuk. Etraftan görenler yangını söndürüp bizi kurtardılar. Babamın yanına koştuk kurtulduk diye. Babam elindeki hortumla bir kardeşimin bacaklarına bir benim bacakla rıma morartıncaya kadar vurdu, "Canıma doydum siz den fahişenin dölleri!" diye bağıra bağıra. Allah'tan bize acıyanlar çıktı da elinden aldılar. Evlendi, bizi hemen yanına almadı, biz yine onun bu nun yanında büyüyorduk. İlkokul çağına geldiğimizde -hatta ben geçmiştim bile- babam bizi yanına aldı. Ama biz sığıntı gibiydik o evde, üvey annemizin bir oğlu olmuştu. Bizim eve gelmemizle de bebek hastalandı ve öldü. Sanki biz yapmışsızcasına suçlandık. Bize uğursuz gözüy le bakıyordu herkes. Babamız o kadar cahildi ki, sadece kendi doğruları vardı. Üvey annemiz belki kötü bir ka dın değildi ama bizim annemiz değildi. Bizi kendi anne miz atıp gitmişken, başkasının bizi annemiz gibi sevmesini bekleyemezdik. Halbuki çocuktuk işte, başımızı ok şaması bile kim bilir nasıl mutlu edecekti bizi. Ben ev işlerini yapıyordum. Kardeşim de su satıyor du. O kadar acıyordum ki ona. Gece üçte tren yolunda simit satardı. Uykusuz eve gelir, o halde okula giderdi. Ama çok zekiydi benim yakışıklı kardeşim. Aradan za man geçti, babamızın bir oğlu daha oldu, arkasından bir oğlu daha. Ama babamızdan yediğimiz dayakları size an latamam. Güya bize dini eğitim veriyordu. Oysa sadece nefret etmemizi sağlıyordu.