Sorunlu bir yılın, çekilmez bir ayın, katlanılmaz haftalarından birinin bir günündeyim. Haftanın bilmem hangi berbat günü,ve saat mutsuzluğu 5 geçiyor. Her zaman ki ben sabaha,ağlamaktan gözlerim avuçlarıma düşecek kadar şiş, saçlarım kendi krallığını ilan etmişcesine dağınık, sağ kolumun galiba üstüne yatmışım yada gece birisi kesmiş çünkü aynada görmesem varlığına inanmayacağım şekilde uyuşmuş uyandım. Her afili insan gibi güne bir acı kahve veya bir ekşi elmayla değil tavşan kanı bir çayla merhaba diyorum,günaydın demeyi sevmem, zaten bana pek gün aymaz, uyanık olduğum zamanlarda ise güneşi çok yakalayamam. Hava soğuk, yağmurlu, rüzgarlı, birazdan tepemize dolu yağar köşeden de bir hortum çıkarsa hiç şaşırmam berbat gün demekte hiç de haksız değilim. Gerçi bana çok sıcak bir günde berbat yani konunun yağmurla rüzgarla pek alakası yok ama yinede yağmuru sevmem. Bana yalnız, çaresiz,yorgun yani bir nevi kendimi gösteriyor. Ve kendimi diğer insanlara oranla daha az severim,pek sevmem işte. Evimdeki tek aynanın tuvalette oluşundan kendime olan sevgimi çevremdekilerde az buçuk bilir, oda taşındığımdan beri orada yani sökemiyorum. Pencereyi açtım derin bir nefes aldım çünkü evin içindeki oksijen tamamen yerini karbondiokside bırakmış durumda Allah ım bu ne sanki içeride sigara içme ve sarımsak yeme yarışı yapılmış. Dondum ama pencereyi kapatamam eğer kapatırsam dışarıyı göremem çünkü pencerelerin üzerine biri sıva çekmiş galiba bu toz olamaz.Ve her yerde köşe bucak bir seri katilin FBI'dan kaçtığı gibi can havliyle ve korkuyla kaçtığım görünce adeta far görmüş tavşana döndüğüm plastik ördeklerden daha yapmacık olan o çiftlerden. Bu tipler düzenli olarak alışveriş merkezleri gibi yorulmayacakları sinemadan çıkınca iki adımda pizzacıya sonra bovling oynamaya gidebilecek yerlerde gezer. Birbirlerini sanki bir memur işçisi gibi düzenli ve saatli kıskanır, kısıtlar, ve trip atarlar. Bunlar her ilişkide var elbette ama bu tür "sevgili olmak için sevenler" herhangi hissi ve duygusal bir bağ olmadığı için tamamen dış görünüşleriyle birbirlerini kazanmış ve kaybetme olasılığı da birinin makyajsız dağlar kızı reyhan birinin ise saçı sakalı kesmiş kel aynak kuşu olmasıyla yani bir günlük bakımsızlığa bakar. Bu yüzden bu tiplerin kıskanmaları da sanki avını bir sırtlana kaptıracak aslan hırçınlığı. Kısıtlamalarında kıskançlıktan da doğan "benim malımsın" öz güveniyle adeta bir hapishane gardiyanı edası. Triplerinde ise resmen 9 çocukla ortada kalmış dul kadın kızgınlığı ve yakarışı vardır. Bu çiflerimizin tek amacı evlenmek ve pembe panjurlu eve çıkıp mutlu olmaktır. Biriside demiyor ki astronot olup uzaya çıkacağım devletimize hayırlı bir birey olacağım adımı tarihe yazdıracağım, bunu onlara desem "Hayır yani ay, yıldız buradan da gözükmüyor mu kardeşim? Aya çıktım diyelim yer çekimi yok nasıl top oynayacağım ben? Hem bulutlar pamuk gibi de değilmiş üstüne oturmayacaksam o kadar yaklaşmanın anlamı ne? Uzaylılar varsa daha bizim ışın silahımız yok ne yapacağım taş atarak mı savaşacağım karşıma çıkarsa?" gibi IQnun ayakkabı numarasından düşük cevaplar almaktan korkuyorum. Bunlar anca adlarını dağlara, buğulu camlara yazsınlar. Hatta bazıları daha evlenmeden "soy adına talibim" "soy adın soy adım olsun" gibi anlam veremediğim şekilde soy adı aşığı olduklarını belli eder sosyal medya hesaplarında soyadlarını değiştirir veya ortak hesap açarlar bence bunlar kıyamet alameti olmasa da çağın salaklığı olduğuna eminim. Lütfen sevgilinizin soy adına değil sol yanına talip olun. Klasik Türk filmi edasıyla sevgililer yağmurun altında koşuyor adata çıldırarak sıçan gibi ıslanmanın tadına dayamıyorlar. Ve bunlara dayanamayan ben pencereden balıklama atladım ve öldüm. SON.
Demek isterdim ama içeri girip yalnızlığıma bir defa daha aşık oldum. Yaşamaya devam etmem için dolaba doğru süzülüyorum ama her zamanki gibi Konya ovasına meydan okurcasına bom boş. Usulca değil gayet yıka yıka her insan gibi 2 kat giyinerek de değil 10 kat kıyafetimle dışarı çıkmaya hazırım. Üşürüm ben, karizmayı çizdirmemek için tarzan gibi gezenlerden değilim. Kapıdan çıkarken aslında direk yorganı da sırtıma alsam mı diye düşündüm ama henüz insanlık buna hazır değil. İnsanlık pijamayla bakkala gitmeye bile hazır değil. Şimdi ben pijamanın üstüne battaniyeyle alışverişe gidemiyorsam. En azından gitsem bile bakışlarda ki " deli galiba,yada evsiz biz başka kasaya geçelim" görüşünden kurtulmayacaksam. Bu ülke ne kadar gelişmiş,ne kadar özgür. Gelişmişliğe yalnızca atom parçalamaktan yada özgürlüğü soyunmaktan ibaret sanan bir toplum için bu düşüncem büyük bir devrim. Ve henüz bunu yapabilecek devrimciler yok. Benimle aynı fikirde birileri var mı o bile meçhul ya. Yağmurda tam bardaktan boşalır gibi kovayla döküyorlar sanki, şekerdenmişim gibi iki kişilik şemsiye kullanıyorum hani şu sevgili şemsiyesi dediklerinden isimi de niye öyleyse niye anne-baba, anne-çocuk yada kardeş şemsiyesi değil yani niye her anınız romantizm aşk ? Tamam ben tek kullanıyorum benimki biraz anormal ama hani şu herkesin dilinde bütün saçma hareketlerini savunduğu tek bir kelime var ya işte buda benim tarzım. Bu duruma bıyık altından gülenleri severim en azından komik buluyorlar ama bide normal karşılayanlar yok mu onlara aşığım işte. Bide ben her şeye aşığım diyorum çünkü aşk sadece karşı cinse duyulan bir şey değil. Ben istersem şekersiz çaya, istersem bulutlu ama gri olmayan güneşsiz ama soğuk olmayan rüzgarsız az rastlanan bir havaya, yada öğlen uykusuna, koparılınca kokan papatyalara, sakin mavi denizlere aşık olabilirim, aşığımda zaten. Aslında bu koca evrende aşık olunacak o kadar çok şey var ki insanlar en son tercih olmalı. Ve benim bu saydıklarım en basit ve en bilinen. Ya bilmediklerim, ya daha kimsenin keşfetmediği olanlar... Sonsuz sevme gücümüzü en kolayında,en ulaşılabilir,en dokunulabilir olanda bitirmek de niye? Sizce de artık birini sevip tüm güzellere gözlerimizi kapatmaktansa, sevdiğimizle bütün güzelliklere aşık olma zamanı gelmedi mi? Yine gittiğim kafelerden birinde değilim,kafeler bana samimiyetsiz ve robotlaşmış birbirini özenen kıskanan insanların toplandığı yerler gibi geliyor o yüzden klasik bir köşe başı pastanesindeyim. Alışveriş yapmaya bundan önceki çıkışlarımda olduğu gibi yine üşendim. Hayatımın yarısı üşendim kelimesinin hakimiyetinde geçiyor zaten. Ama öyle lüks yemek de sevmem zaten ev börekçisi,sokak simitçisi,balık ekmek, falan severim. Bide Eminönü sahil dedim mi yemede yanında yat. Ucuz yaşayacaksın bu hayatı ne kadar az ve ucuz yaşarsan şükretmek o kadar kolay olur. Ben istemem mesela öyle boyumu aşacak şeyler bir vapurum olsun istemem, bir vapura sahip olmadan da ona binebiliyorum, ona sahip olmadan da burnunda titanic yapabiliyorum. Tek başıma tabi, zaten bende tik var biri belimden tutsa refleksle vururum ikimizde denize düşeriz. Yalnızlık iyi ya simidimi kimseyle paylaşmak zorunda da değilim hem. Bir uçağım olsun da istemem ona da sahip olmadan binebiliyorum, hem benim süremediğim uçağı neyleyim? Yada benim olan uçağa başkaları benim olduğunu bilerek binemeyecekse bu işin eğlencesi nerede ki? kendi uçağına tek başına binmek ne kadar zevkli olabilir ki? Aman zaten hiçbir zaman uçağım vapurum da olmaz istemiyorum ama olmayacağından da biraz, boşa umut anca kafa yorar. Bu kadar aklıma düştü bari bir Eminönü'ne gideyim denize biraz el sallayalım, kim bilir belki kıyıda ben gibi el sallayan yada denizde karşılık veren bir ikize rastlarız.
Sokak da genelde başım aşağıda yürürüm, ellerim ceplerimde ya düşünceler içinde ya müzik eşliğinde. Ama buna rağmen çok fazla yüz görür, çok fazla insanla çarpışırım tamam biraz sarhoş gibi yürürüm ama insanlarda sürekli ya yanlarındakiyle konuşuyor ya telefonla yani bunlara bakınca ben gayet güzel yürüyorum. Bide gün içinde gördüğüm insanların rüyalarıma girmesi var tabi. Aslında rüyalarıma giren insanların hiçbirini tanımıyorum ama net de okuduğum bir yazıya göre hiç tanımadığımız birinin rüyamıza girme olasılığı yokmuş, bu yüzden bende bu kanıya vardım. Zaten gün sonunda bütün günü başa sarar ve düşünürüm ondan rüyalarımda olmaları çok normal, ama yinede bu durumdan rahatsız olduğum için elimden geldiğince az dışarı çıkıyorum. İnsanlardan ne kadar uzak kendime o kadar yakın. Yolda düşünürken vaya müzik dinlerken çok defa kazalar atlattım ama bu durumdan rahatsız değilim ufak tehlikeler yaşamak bana kısa zamanlı kalp çarpıntıları yapıyor ve az da olsa yaşadığımı hissediyorum.Tabi kaza benim açımdan böyle olsa da karşı taraf dan büyük korkular yapabiliyor onların gözlerinde gördüğüm o korkuya sadece gülümsüyorum çünkü korkularının arkasındaki her şeyi görüyorum adeta"Daha yapmadığım çok şey var, sevdiklerim,beni sevenler senin yüzünden ölebilirdim." Ama gülüyorum çünkü ne demiş ünlü bir şahsı muhterem -Pişman öleceğiz, ya yaptıklarımızdan, ya yapamadıklarımızdan.- Aslında biraz da üzülüyorum insanlara sürekli erteliyorlar işlerini, tatillerini ama en çok da sevmeyi yada sevdiklerine zaman ayırmayı. Hadi benim sayemde aslında ölümün ne kadar yakın olduğunu hatırladın git ve seni meşgul eden neyse bırak, sevdiklerine dön ve onlara bugün başından geçeni her şeyi farkına varmışlıkla gülümseyerek anlat. Onlara kocaman sarıl ve artık bir şeylerde en iyisi olmak için değil mutlu olmak için yaşayacağım de, ama sahiden yaşayacağım de insanların bana çizdiği tatil planında değil kendi istediğim şekilde de. Demek istiyorum ama kusura bakmayın diyorum ve deli gibi onu her şeyden uzak bırakan şeye koşmalarını izliyorum. Çünkü insanlar henüz sokak dan geçen birinin dediklerini dinleyecek kadar büyümedi, şimdilik sadece yazılanları okutabiliyoruz. Bu dediklerimi kendim yapıyor muyum diye düşünce tabi ki hayır, ama yalnız başına tat alamayacağım ve bunları yapacak kadar param olmadığı için. Bunlar bir bahane mi dersen bahane, ama kendime verdiğin sözleri tutmazsan sana kimse kızmaz. Galiba ben bana kızacak biri olana kadar böyle devam edeceğim.
Birazda olsa insanlar beni anlar ve tanır. Bendeniz. Yok, yok ismim deniz değil kendime hitap şeklim. Bendeniz hepinizin söylemek istediklerini söyleyen bir deli, fazla deli. Bazen sakin bazen kızgın, bazen eğri bazen doğru bendeniz işte içinde fırtınalar kopsa da diyemeyen ama susmayı da beceremeyen. Biraz yazabilen, biraz okuyabilen aslında hepinizin içini bilen. Kendi içinde muhterem bir kişilik, biraz değişik bir işçilik. İçine kapalı ama görüşleri açık, aşkının biraz ucu kaçık. Her neyse, bendeniz işte tanırsanız seversiniz sizde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAÇAKLI
Teen FictionÇok güzel saçları vardı.. Dalga Dalga, deniz gibi. O denizi izlemek bile muhteteşemken. O beni o denizin limanı yaptı. Sonra gitti.. Nedensiz.. Bir anda.. Çaresizdim.. Kendi yaptığı limanı elleriyle yıktı! Ve ben onun saçlarının denizinde boğuldum.