İyi okumalar...:)
Birbirini kovalayan dakikalar, kulaklarıma, annemin Tanrı'ya yalvarırcasına çıkan güçsüz iç çekişlerini sunarken; burnum, gerçekten hasta hissettirmekten başka bir işe yaramayan kutularca ilacın kokusuyla doluyordu. Dudaklarım, dünyanın acı gerçeklerinden habersiz yaşayan ilkokul çocuklarının defter kenarına çizdikleri suratlardaki gibi kıvrılmayı bir yıl önce bırakmıştı. Gözlerim mi? Tam bir yıl önce bugün, çok soğuktu. Çok...çok soğuk. Onlar dondular. Donduklarından parlamayı bıraktılar. Hani şu pembe resimlerde, göz bebeğinin sağ üst köşesinde, beyazdan griye çalan bir ışık olurdu... Gözlerin gülmesi mi deniyordu ona? İşte ben onu çoktan unutmuştum.
Saniyeler bile, kendinden büyük olmasına rağmen vazgeçmeyip azimle dakikaları kovalarken, ben, zamanın girdabına uğramış bir parça gücümle fısıldadım.
"Son kez..." Yutkundum. "Beni son kez ona götür... Lütfen anne..."
Annemin ben hariç odanın her yerine hüzünle bakan efsunlu gözleri, kendini benim gözlerime bakmaya zorlarken, saniyeleri kendime örnek alıp doğrulmaya çalıştım.
"Gözlerime bakmana gerek yok anne. Sahi, baksan da görebilecek misin ki? Yuvasına sığınan karınca gibiler, bazen, onların göz kapaklarımın içine kaydığını hissediyorum."
Yüzümdeki alaycı ifadeyi bozup, ciddileştim. Küçükken ciddi olan insanların neden korkutucu göründüklerini merak ederdim. Bunu da bir yıl önce öğrendim, hayat kuralına göre oynayanları bile incitecek kadar gaddardı. Ben de kendi kuralımı kurdum, 'Sus, bırak sessizlik konuşsun.'.
Annemin gözleri aceleyle bana dönmüş, ayakları bana doğru bir adım atmıştı.
"Gözlerin çok güzeller kızım."
Tükürüğünü boğazında tutarak konuşmuştu. Annem, sesini güçlü tutmak istediğinde hep bunu yapardı.
"Seninle gözlerimin ne kadar küçüldüğünü tartışmayacağım a-" Sözlerimi bitiremeden, annem hızla yanıma gelip sıkıca kolumu kavramıştı.
"Sana gözlerinin çok güzel olduğunu söyledim. Onlar küçük değil! Anladın mı? Gözlerin çok güzel."
Tuzunu kaybetmiş gözyaşlarımın günlerdir ilaçtan başka bir şey yemeyen dudaklarımın arasından süzülmesine izin verirken yalvarır gibi fısıldadım.
"Anne..."
O da geçmişini bugününe sermiş, bana bir şeyleri kanıtlamak istercesine ağlıyordu.
"Hemen, şimdi... Son kez beni ona götür... Ne olur..."
Gözlerini silip başını salladı. Beni kucaklayıp tekerlekli sandalyeme oturturken ağırlığımı ona vermemek için kendimi yukarı çekmeye çalıştım. Eğer vücudumu hissetseydim... Belki, başarabilirdim.
Araba yolculuğu boyunca, kendimi ona güçlü göstermek ister gibi gözlerimi kapatıp dinlendim. Küçük gölgeleriyle birlikte camın ardında hızlı hızlı geçen ağaçlar durduğunda, yanımdaki kapı açıldı. Annemin yardımıyla arabadan indikten sonra, ellerimi dizlerimden destek alarak kaldırdım ve önümdeki kola dokunarak ilerlemeye başladım. Annem arkamdan gelmiyordu. Gelmezdi, biliyordum. Beni görebileceği bir yere oturur beklerdi. Ama yorulup kaydıraktan kaymayı bırakmam için değil, acı hayatların mahzun gölgelerini düşürdüğü kara toprağın içinde, düğüm atarken tavşanın hangi delikten geçeceğini öğrenemeden Azrail'e yoldaş olan o kızla konuşmayı bitirmemi beklerdi.
O kız... Benim küçük kız kardeşim...
Derin bir nefesi, son solunumunu yapmayı bekleyen ciğerlerime gönderip, kolu ilerletmeye devam ettim. Onun mezarını gözlerim kapalı bile bulabilirdim. Ki bulacaktım. Birazdan gözlerim, gereksiz nefeslerin medetini geride bırakıp kapanacak ve beni kardeşimin yanına gömeceklerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FEDAKAR (kısa hikaye)
Short Story-Tek bölümlük kısa hikayedir. (Çok vaktinizi almaz, bakış atıp çıkabilirsiniz :D)- 'Benim canım küçük kardeşim, annesini çok sevdiği için ablanı affeder misin?'...... *Edebi dili denedim. Duyguyu hissettirmeye çalıştım. Amacım bu konuda neler yapabi...