Gözlerimi yakan sinir bozucu ışığı görmezden gelerek yarı uyanık halde yataktan fırladım. Hemen duş aldım.
Sporcu atletimi ve siyah eşofmanımı giyerek odadan çıktım.
Babannem uyanmamış olmasından yararlanarak telefonumla yavaşça evden ayrıldım. Her zaman olduğu gibi parkıma gittim ve ısınma hareketlerini uygulayarak koşmaya ve arada bir yumruk atmaya başladım.
Manevralarımla tam aparkat atıyordum ki telefonum çaldığı için bırakıp aramayı okeyledim.
"Ne var?" soğuk bir sesle.
"Yarım saat sonra bana gel. Sürprizim var sana. çok beğenceksin." anlamlı bir sırıtmayla. Onun gidiş hatı hiç iyi değildi.
Bu şeyin altından kim bilir ne çıkacaktı, haydi bakalım hayırlısı!
Oflayarak Kapattım ve koşuma devam ettim.
Gelen otobüse binmek yerine arkasından koşarak geleceğim yere vardı ve merdivenlerden çıkarak zile bastım.
Bir iki dakika bekleterek kapıyı açtı.
Karşımda duruyordu o, hem de tüm her şeyiyle.
Beni yarı yolda bırakıp gitmişti,
işleri yerine koyunca mı geliyordu?
Bir sene onun için acı çekmiş ailemin ölümünü bile unutmuştum. Onun için intihar bile ediyordum ama o hiç bir şey olmamış gibi gülüyordu. Benim onu affedeceğimi sanıyordu gerçi doğruydu ben onun her bahanesine kanacak ve tekrar bağlanacak kadar aşıktım.
Acı bana karanlıkta ışığan bir fener gibi geliyordu. Bir çarpı bile anlardı, ikimizden biz olmayacağımızı.
Amma o inatla bana ümit veriyordu gene, gene, gene. Ve kahretsin ki özlüyordum, anılarımızı, bakışlarımızı, öpüşümüzü...
Ona doyamadığım günlerimiz aklıma geldi. O anıları süldiğimi sanıyordum o gidecek beni bırakacak ve yine kriz geçirecektim.
O lanet Akay'ın süpriz dediği bu muydu?
Bana resmen işkence etmişti şuan.
Sertçe uzattığı eli omzundan çektim ve onu kendimden uzaklaşarak şerefsizin oturma odasına gittim yanında sarışın afetlerle keyif çekerken yakalafığımda onu kaldırarak osmanlı tokatı yapıştırdım.
"Bu mu lan senin sürprizin?" Dedim ve bir tane daha geçirdim. Yumruğu çok sert atmıştım ki bir daha çenesine patlatınca dayanamadan bayıldı. Kimse bana yanlış yapamazdı? Yaşatmazdım. Burnumdan soluyarak canımı yakan sürtüğüme bakmadan oradan ayrıldım.
Bir zamanlar annemin ölümünden önce geldiğimiz lale kumsalına ulaştım.
Çoğu kez açıtmıştı canımı. Seviyorum demişti bana yalan söylemişti. bu muydu
sevmek?
Kumların en kavurucu yerine kendimi attım.
Kendimi şuan öldürmek istiyordum ama bir şey engel oluyordu.
İlk defa kanatlarımla çırpıp kaçmak istiyordum ama kanatların bana ihanet ederek yorulacağımı bilerek, mücadele etmeyi seçiyordu. Hayat çok zordu ama zoru sevmeyi bilecektim. 2 yıl boyunca onsuz yaşamıştım o beni bu hale getirmişti. Bağımlı bir pisikopat, onun için adanmış kibar serseri. Bir yalancı şu çin değmezdi belkide.Düşüncelerimden beni ayıran şey çok hoş bir kızın tiz çığlığıydı. Sesi 'beni kurtarın.' dediği için halimi boşverip yanına gittim.
Bir kaç tane çocuk onu tecavüze uğratacaktı. Kızın ela gözleri pırıl pırıl parlıyordu, örülmüş kestane saçları dizine kadar uzanıyordu. Baştan çıkarılacak kadar nane bir kokusu vardı. İnsanı damağına götürüyordu. Peki... o dudaklar kimsede görmemiştim. Herkesin dolgun ve biçimli olurdu, bunun ise kalem çekilmiş gibi incecikti. Hele kaşları o kadar küçük ki. Ona bakmayı bırakarak araya girdim ve onlara iyice yaklaştım
"Hayırdır gençler."
Lafımın ardından el çırptım. Her yanı kir içinde olan şahsiyet
"Sen karışma, bu bizim"
diyerek sinsice sırıtmaya başladı.
Benim hakkımda bişiy öğrenmeleri gerekiyordu, bana kimse emir veremezdi.
Kıza yaklaşmaya başlayan sarışın velete doğru sakince yürüdüm. vurmak için hazırladığı eli yakalayarak çevirdim ve iyice bi sıktım. "Ah" diye inleyerek dolmaya başlayan gözleriyle bana baktı.
"O benim!" Diyerek ayağına çelme taktım, yere düşürdüm. Diğerleri hemen üstüme doğru yürümeye başladı .
Tanınmayacak hale getirdiğimde kız zar zor gülümseyerek boynuma atladı.
Bakışlarım kızı aradığında o çoktan gözgen kaybolmuştu. Kaçmıştı anlaşılan, teşekkür bile etmeden! vay bee, bu kadar bencillerde varmış hayatta.
Ne kadar saçmaydı, hayatım ve duygularım. Belki de az önceki kızı bir daha görmeyecektim. Kendimi toparlayarak yürümeye başladım. Evime vardığımda süslüğün altından anahtarı alarak kapıyı açtım ve yerine koyarak ayakkabılarını çıkardım. Yemek odasına geçerek babannemi yokladım. Görünce gülümsemeye çalışarak "Nonoşum bana ne yapmış böyle?" koklar gibi yaparak. O da bana karşılık vererek alagamnayı önüme koydu. Yanıma geçince güzel kahvaltı yaptık. Kaldırmaya yardım ettim ve bitirince güzelce otuma odasına gittik.
"iş sahibi olmanı istemek ben.
yerine getirmek ve Yapmak sen." oturmaya yeltenirken. O Fransızdı ve türkçeye pek iyi konuşamazdı. Haklıydı ama ne işi yapabilirdim? "Sen var yarışmalara katılmak. Ben var seni tebrik etmek...Sen var başarılı olmak...Ben var bu konuda yetenek olduğunu görmek...sen var sana babannenin aldığı spor salonuna bakmak..." sözünün ardından öylece baka kaldım. Şimdi benim bir iş yerim mi olacaktı? Ahhhh! Sonunda. Gerçekten... bu çok güzel bir jestti. Katıldığım bütün yarışmalardan birincikikle uğurlanmıştım, en sonda Paris Ulusal OW Spor yarışmaları Geleneksel BRT Boks Şampiyonlukta 1. Olmuştum.
"Porfect! I'm thank you. I was happy..." neden ingilizce konuştuğumu bilmeden ona iltifatlar yağdırıyordum. Sonkez yanağından öperek ayrıldım. Gülümsemesi onda annemin kralice olurkenki halini andırıyordu. bana söz vermişti.
Ama o uyumayı tercih etmişti küçük çocuğunu terk etmişti. Yüzümün asıldığını farkettiğünde adresi ve anahtarı cebinden çıkararak bana uzattı. Cebime sokuştırarak eliyle yüzüme bir gülüş oluşturdu, zor oluyordu. Biraz sohbet ettikten sonra odama girerek duşumü aldım ve geceliğimi giyerek yatağa attım kendimi.
Tüm bu olanlara rağmen yaşamayı istemek...hmmm, fena değil. İlk defa iki sene sonra ağlamaya ve rahatlamaya başlıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK'N GÖKKUŞAĞI
RandomHER KEZ FARKLI BİR TONDA İSE BU KIVILCIMIN RENKLERİ GÖKKUŞAĞINI OLUŞTURUYOR.