Nefes al.. Nefes ver.. Nefes al.. Nefes ver..
Kendimi toparlamaya ve olayı kavramaya çalışıyordum. Bulunduğum durumu. Gerçek olamaz. Burası gerçek olamayacak kadar korkunç.
Ne yapacağım? Nereye gideceğim? Ellerimle yüzümü kapatıp yere doğru eğildim. Ne yapacağım..ne..Elimde duran telefon titremeye başladı. Sinyal.. var mı?! Telefonun ekranına baktığımda arayan kişinin polis olduğunu gördüm. Şükürler olsun. Birisi bana ulaştı. Kurtulabilirim. Birisi beni kurtarabilir! Hemen telefonu açtım.
"Yaşıyor musunuz?!"
"Evet! Neler oluyor..? Depremde-" Hızlı hızlı konuşmaya çalışıyordum. Sinyal anında gidecek durumdaydı.
"Bu bir deprem değildi. Kuzey Kore hidrojen bombasını bizim üstümüzde denedi."
"O-o zaman n-ne olacak bundan so-sonra?" Sesim titremeye başladı. Yaşıyordum. Bombadan sağ kaldım, fakat, kurtulursam beni kesin karantinaya alırlar. Hidrojen bombasına maruz kaldım. İnanamıyorum, tanrım.
"Sakin olun. Kim olduğunuzu yerinizi ve olayı anlatın."
"B-be-ben" dedikten sonra gözlerimden yaşlar süzüldü. Korkuyordum. Hemde çok.
"Sakin olun Bay..?"
"Taehyun, Nam Taehyun" Gözümdeki yaşları sildim.
"Lütfen Bay Nam, anlatın."
"Ben hastaneye gitmiştim ve birden sallandık. Deprem..yani bombanın sarsıntısı çok şiddetliydi. Gökyüzü yok. Simsiyah. Etrafta yaşayan yok. Yardım edin bana lütfen!!"
"..."
"BENİ DUYUYOR MUSUNUZ?!" Telefondan ses gelmiyordu. Sinyal gitmiş olamaz. Hayır. Beni duymuyorlar. Hayır.
"LÜTFEN YARDIM EDİN!..lütfen." Sesim kesilmişti. Artık sözler boğazımda düğümleniyordu. Akan gözyaşlarımı durduramıyordum. Burası güvenli değil. Eğer bu bir bomba ise, vücudum, derim, güvende değil.
Yere oturdum. Ellerimle kulaklarımı kapattım. Ağlıyordum. Ne yapacağım. Ne yapacağım. Sesim gittikçe yükseliyordu. Ağlamamı durduramıyordum. Lanet olsun. Neden böyle bir şey oldu. Lanet olsun. Ben bittim. Öldüm. Yaşayamam. Kurtulamam, kurtaramazlar. Ne yapacağım.
"Ohoy!"
Hemen başımı sesin geldiği noktaya kaldırdım. Işık görüyordum. Öldüm mü? Bu bir melek mi? Gözüme gelen ışık kenara doğru düşünce. Yani bu kişi elindeki feneri kenara doğru tutunca farkettim. KİŞİ. Bu bir insan! Tanrım insan!! Hemen gözyaşlarımı sildim. Yüzü gülüyordu. Sanırım başka sağ kalan birini görünce sevindi. Yüzü ve tenini toz kaplamıştı fakat dişleri şuan buradaki en parlak şeydi. Bana doğru geliyordu. Vücudu kaslı ve çevik görünüyordu. Sanırım bu yüzden kurtuldu. İyice yaklaştı. Bana uzun süre baktıktan sonra kahkaha atmaya başladı.
"WHOW BEBEĞİM!"
Kahkası giderek yükseliyordu, dans etmeye başladı. Sanırım çatlağın teki.
"Neden bu kadar mutlusun?"
Beni duymazdan gelerek dans etmeye devam etti.
"Sana dedim!"
Parti dansını yavaş bir dansa çevirerek,
"Zaten başka birine söyleyemezsin." dedi ve gülmeye başladı.Farketmesi için yüksek bir sesle "Nasıl..yaşıyorsun?" dedim.
Yanıma yaklaşıp saçını yana doğru fırlattı. Salak şey, fırlatacak kadar saçı yok.
"Deprem beni etkilemez, biraz taşımda.."
dedi ve olmayan saçını savurmaya çalıştı yine. Yanlışlıkla kafası kopmaz umarım."Bence taştan çok, kalın kafalı olduğun için kurtuldun."
Sol dudağını yukarı kaldırarak sırıttı. "Peki sen depremden nasıl kurtuldun?"
"Depremden.. Bekle bu bir deprem değildi."
Kaşlarını çattı. Dudağını büktü. Tanrım bu çocuğun ne kadar mimiği olabilir?
"Hidrojen bombası, Kuzey Kore, BangBangBang."
Ağzını yarın yokmuşçasına açtı. O kadar şaşırmıştı ki. Belkide benim kadar korkmuştu. Elini saçına götürüp karıştırdı. Gerçekten bu sefer mimiği duruma uygundu. Yere çöktü. Karşıma oturdu.
"Sanırım artık seninle bomba gibi dost oluruz." dedi ve gülümsemeye çalıştı.
Bu ne biçim şaka? "Önce yüzündekileri sil, güney asyadakiler gibi kapkara olmuşsun." dedim ve sinir olmuşçasına gözlerimi diktim. Aslında mutluydum onu bulduğuma.. onun beni bulduğuna.
"Omo! O benim ten rengim." Dedi ve bana küçük yumruklar savurmaya başladı. "Oppa neden böyle yapıyorsun?" dedi ve kıkırdamaya başladı.
Ahh neden Kuzey Kore'den bomba yedikten sonra, gökyüzü olmayan bir yerde, kara ve mimikli birisi bana tatlı küçük bir kız gibi davranması lazım?
"Vurma!"
Bana hala tatlı davranmak için küçük küçük dokunuyordu. Ellerini yakaladım durması için.
"Adın ne kara çocuk?" Bu sözümden darılmış olmalı ki ellerimden kurtulup kollarını birbirine bağlayıp yukarı doğru baktı. Ahh yine mimikler..
"Nazik ol"
"Ahh peki özür dilerim. Adın ne kalın kafa?" Bu sefer güldü. İlginç. Bana baktı, o parlak dişleriyle gülümsesini gösterdi.
"Song Mino."