Yaşlı ve güneşte yanmış teniyle elleri hiç yorulmadan önündeki darbukayı çalmaya devam eden adamı izleyen bir grup yardımsever kılıklı insanın içinde bir gelincik çiçeği kadar narin ,saçlarını yeni boyamışa benzeyen gözlüklü bir ergen yanındaki arkadaşına kuduzluk yaparken bir anda bardaktan boşalırcasına yağmaya başlayan yağmur herkesi şaşkına çevirdi.
Yolun karşısında sanki hayata sadece bunu yapmak için gelmiş ,baygın baygın uzandığı kanepeden çekirdek çıtlayıp sokağı seyreden kısa boylu,yılların getirdiği birikimle artık ayaklarını dahi göremeyen adam ,restoranda annemle birlikte oturmuş sipariş ettiğimiz yemekleri bekleyen bize baktığında hemen irkildim ve yağmurun adeta kırarcasına çarptığı camdan yüzümü çevirdim.Salondan içeri elinde leziz çöp şişler ve ayranlarla içeri giren garsonun yavaşça bize doğru geliyordu.
Aldığım ilk lokmanın verdiği lezzeti başka hiç bir zaman bulamazdım.Ayran köpüklü yörük ayranıydı.Annem gözleriyle pipeti kullanmam için işaret ediyordu.Pipet kullanmayı oldum olası hiç sevmemişimdir.Ayranın dudaklarımın üstünde bıraktığı serinliği hissetmek istiyordum.
Siyah,bir millet vekilinin ancak binebileceği son model Mercedes'i ,neredeyse Türkiye'nin tamamına kapı yapan şirketin sahibi dedem doğum günü hediyesi olarak vermişti.Annem kontağı çevirip otomatik vitesli arabayı çalıştırdığında deli hastanesinde yatan babamı görmeye gideceğimiz aklıma geldi ve çok heyecanlandım.
"Köstekim nerede benim,seni aptal seni aptal yine kaybetmişsin."Saçları beyazlaşmış sıska uzun boylu ve deli bakışları olan bu adamın benim babam olduğuna şaşırmadığımı söylersem yalan olurdu.Onun yanında hiç durmak istemediğimi anneme söyledim ve orayı terk ettik.
Artık tek istediğim o güzel geometri sorularını çözerken izlediğim filmi bitirmekti.