ÖNCELİKLE İLK DEFA ONE SHOT YAZIYORUM, KURGUNUN GİRİŞİNDE YAZDIKLARIM PAPER TOWNSIN GİRİŞ KISMINI KURGUMA GÖRE UYARLADIM ÇÜNKÜ KURGUM BİRAZ PAPER TOWNSDAN ESİNLENMİŞ GİBİ BİR ŞEY YAKIN YANİ, BUNU cliffordwithme MELEYİM İÇİN YAZDIM, UMARIM BEĞENİRSİN..UMARIM BEĞENİRSİNİZ, İYİ OKUMALAR
-
Bu hayatta herkesin payına bir mucize düşüyor. Mesela muhtemelen asla her zaman tam anlamıyla mutlu olamayacağım veya aşk beni çarpmayacak ya da Grammy alamayacağım ya da kendime ait bir adam olmayacak ya da kanserle boğuşurken hayatıma bir Augustus Waters girmeyecek ya da bir anda delirmeyeceğim. Ama bütün ihtimal dışı şeyleri düşünürseniz, en azından biri muhtemelen bir gün her birimizin başına gelecektir. Gökten patlamış mısır yağdığını görebilirdim. Mars'a ayak basıp orda bir unicorn bulabilirdim. Bir köpekbalığı tarafından yenebilirdim. Prens Charles ile evlenebilirdim ya da denizde aylarca hayatta kalabilirdim. Ama benim mucizem farklıydı. Benim mucizem şuydu: Sidney'in tüm semtlerindeki bir sürü evler arasında, kendimi Michael Clifford'ın bitişiğinde yaşarken buldum.
Sidney, dünyadaki en küçük kıtanın en büyük şehri olmasıyla birlikte kentsel ihtişamla kıyı boyunca uzanan kumsalları bir arada görebilirsiniz. Kıyı kesimindeki ilk evlerin yapılmasından hemen sonra, benim ailem ile Michael'ınkiler kapı komşusu olmuşlar. Ben ve Michael da öyle.
Sidney tarihte en eski yerleşim merkezlerinden biri. Yani ciddi anlamda öyle, yaşam 1778 yılında başlamış, henüz büyükanneannem bile yokmuş.Hah! Şehir, ülkenin ekonomisi dahil her açıdan merkezi olmasına rağmen başkenti değil. Ki başkentin Canberra olması tamamiyle saçmalıktan ibaret.
Neyse, Michael ve ben dokuz yaşındaydık. Ebeveynlerimiz arkadaştı, bu nedenle bazen beraber oynardık, çıkmaz sokakların yanından geçerek Darling limanına yani şehir merkezinin batısına doğru bisiklet sürerdik.
Michael, Tanrı'nın yarattığı en olağanüstü güzel yaratık olması yanısıra, ki ciddiyim o çok güzel, kız güzelliği olan bir erkek çocuğu düşünün. Ne zaman onun gelmek üzere olduğunu duysam gerilirdim. O sabah, siyah bir kapri ve üstünde kocaman ateş püskürten, yeşil bir ejderhanın resmedildiği mavi bir tişört giyiyordu. Bu tişörtü o zaman ne kadar müthiş bulduğumu açıklamak zor.
Michael her zamanki gibi, bisikleti ayakta, gidonların üzerine doğru eğildiği için kolları kilitlenmiş şekilde sürüyordu, siyah spor ayakkabıları bulanık görünüyordu. Mart ayının buram buram tüten günlerinden biriydi. Gökyüzü berraktı ama havanın tadı asitliydi, sanki daha sonra fırtına çıkabilirmiş gibi.
O zamanlar kendimi astronot olarak hayal ediyordum; bisikletlerimizi kilitledikten ve limanın öbür tarafına, Tumbalong parkına doğru kısa yürüyüşümüze başladıktan sonra Michael'a Mars'a gittiğimde bulacağım unicornu anlattım. O unicornu alıp ona getirecektim ve birlikte o unicornu büyütecektik, bulduğum renkli büyük kayaları da onun için toplayacaktım. Ki hala bunun iyi bir fikir olabileceğini düşünüyorum ama henüz uygulamaya geçirecek kadar teknoloji ilerlemedi.
Daha önce bu parka o kadar çok gelmiştim ki ayrıntıları aklımda yer etmişti, bu yüzden dünyada bir terslik olduğunu hissetmemek elde değildi. Rahatsız olduğumu farketmiş olacak ki eve gitmemiz hakkında birkaç şey mırıldandıktan sonra bisikletlerimize bindik, Michael'ın önümde gitmesine izin verdim çünkü ağlıyordum, nedenini bilmiyordum ve onun görmesini istemedim.
Ve sonra kendi evlerimize döndük.
O gece saat dokuzda odama yatmaya gittim çünkü yatma saatim dokuzdu. Annem beni yatağa soktu, beni sevdiğini söyledi, "Yarın görüşürüz," dedim, "Yarın görüşürüz" dedi, sonra ışıkları söndürüp kapıyı neredeyse tamamen kapattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
unicorn//clifford
Fanfiction"Belki unicornlarımızla birlikte sonsuzluğa doğru yol alırdık." [one shot#1] @cliffordwithme