Kahve köpüğü

400 41 10
                                    

#Ocak#

Geniş ağızlı kahve fincanının kalın kulplu oluşu, keyif verici bir tutuş sağlıyor. Her ne kadar sadece tek parmağım sığıyor olsa da... Fincanın tepesinden köpüklü yumuşak görüntüyü izliyorum. Sütlü kahvenin içi ısıtan tatlı bir renk tonu var. Sıvı, fincanın kenarlarına bulaşmış, köpükleriyle tepede kalmak ister gibi porselene tutunuyordu. Dalga dalga aşağıya süzülen damlacıklar, köpükleriyle birlikte sevimli desenler oluşturmuştu iç yüzeyde.

Hayatın karmaşasına benziyordu. Bazı yerler boşluklu kalıyor, bazı yerler bıraktığımız, pes ettiğimiz anlarda olduğu gibi darmadağın.

Ben üç haftadır bunlardan uzaktım. Günlerce düşündüğüm, zihnimi kurcalayan sıkıntıların varlığından uzaktım. Birisi gelmişti ve bütün döküntüleri bir odaya kapatmıştı. Işığı söndürmüştü. Sonra da beni kendi bildiği aydınlık bir yere, tehlikeden uzaklara sürüklemişti.

Aynı fincandan onda da vardı. Karşımda, vanilyalı filtre kahvesini yudumluyordu. Onun köpükleri fincana tutunamamıştı çünkü onları kahveyi içmeden önce kaşıklamıştı. Bu görüntüyü bu kadar yakından izlemek kalbimin ömrünü kısaltmıştı diyebilirim.

Köpüklerle oyalanacağı için kahveyi ılık yapmamamı söylemişti. Bunu önceden fark ettiğini bilmediğim için başta şaşırmıştım. Sonra bana saklamayı beceremediği gülümsemesini gösterdiğinde, onun için gösterdiğim özeni sevdiğini böyle ifade ettiği için ona sarılmak istedim.

"Bugün ne yapıyorsun?" diye sordu parmak uçlarını fincanın kenarından sızan kahvenin üzerinde sürüklerken. Eline bulaşan kahveyi parmaklarının arasında bir şey ufalar gibi kuruttu ve bana gülümsedi.

Derin bir nefes aldım. Belli etmeden, sessizce... Onunla böyle karşılıklı oturmak nasıl tarifsiz bir şeydi, nasıl bunun için seçilmiş kelimeler yoktu?

"Ben buradayım, sen ne yapacaksın? Okula mı?"

Üniversiteden mezun olmasına az kaldığı için yarıyıl tatilinde de buradaydı. Evine gidemediği için sanırım biraz hüzünlüydü ancak elimden geldiğinde onun yalnız hissetmemesi için çabalıyordum.

Dudaklarını düşünüyormuş gibi şekillendirdi ve kaşlarını hafifçe çattı. Böyle anlarda yüzünü tüm detaylarıyla incelemeye bayılıyordum. Minik, görünmez ayrıntılarıyla o kadar güzeldi ki...

"Mmh, hayır, okula gitmeyi düşünmüyorum bugün."

Benimle bir şeyler yapmak istiyordu, doğru mu anlıyordum?

Hayal gibi geçen Noel'in ardından, yeni yılın ilk günlerinde Clouds oldukça boş kalmıştı. Köşelerde birkaç saatliğine oturan üç beş müşteri dışında gelen giden de pek olmuyordu.

Skyler'ı ilk iki hafta çok fazla görememiştim, sabahları kahvaltı için uğruyor, sınavı olduğu için aceleyle çıkıyordu. Yoğun sınav programının ardından ancak bu hafta böyle sakinleşebilmişti.

Sanırım benimle vakit geçirmek istiyor.

Ben onunla olmak için deliriyorum.

Bir süre yüzüme baktığını gördüm. Yüzümdeki varlığından emin olduğum aşırı aptal ifadeyi izliyordu.

Evet, Harry, şimdi bir şey söylemelisin.

Onunla konuşurken sürekli bir sonraki hareketi düşünmem ve sakince kendime komut vermem gerekiyordu, aksi takdirde çuvallıyordum.

"Peki, o zaman ben de burada kalmayı düşünmüyorum bugün."

Gülümsedi. Söylemeye çalıştığım şeyi anladığına emindim. Yine de beni bilerek konuşturuyordu.

"Ne yapacaksın ki burada kalmayıp?"

Kahvesini yudumlama bahanesiyle fincanın arkasına gülümsemesini sakladı, gözlerinin içindeki pırıltıları görebiliyordum. İlgiyle irileşen gözlerini kirpiklerinin arasından benim gözlerimle buluşturdu.

Onun bu oyuncu hallerine bayıldığımı kendime kim bilir kaçıncı kez itiraf ediyordum.

Omuz silkerek sırıttım. "Mm, çok güzel bir kız var, onu dışarıya çıkarmayı düşünüyorum."

Fincanını masaya bırakırken başını eğmesine rağmen gülümsemesinin utangaç bir hale dönüştüğünü görebilmiştim.

Ona dirseklerimle masadan destek alarak iyice yaklaştım. Zaten ufak olan masanın yarısını geride bırakarak aramızdaki mesafeyi kapattım. Umursamaz gibi görünen bir tavırla sormaya çalıştım:

"Ee, sen? Okula gitmeyeceksen ne yapacaksın?"

Cümleyi bitirir bitirmez bunu yanlış anlamamasını umdum. Böyle yanlış anlaşılabilecek bir şeyi söylediğim için aklımda o kadar işkence senaryosu canlandırdım ki bugün kendimi bıçaklamazsam ve biraz daha pot kırarsam 'kendi kendini öldürme yöntemleri' isimli bir kitap yazabilirdim. Neyse ki onu sevebilmek için kalbime sağlam bir şekilde ihtiyacım vardı. Bu yüzden bu düşünceleri hızlı bir şekilde kovaladım.

O da benim gibi masanın yarısını kollarını yaslayarak kapladı ve öne eğildi. Çok da sağlıklı bir pozisyon değildi. Bu kız sol tarafımda atmaya devam etmesine ihtiyacım olan kalbimin patlamaması gerektiğini bilmiyor gibiydi.

Beni aynı şekilde taklit ettiğini ayırt edebilecek kadar aklım başımdaydı. Omuz silkerek sırıttı.

"Mm, çok güzel bir çocuk var, onunla dışarıya çıkmayı düşünüyorum."

Dudaklarımı içe kıvırarak gülümsememi sakladım ve kaşlarımı kaldırarak sandalyemde geriye yaslandım. "Güzel bir çocuk?"

Bana mı söylemişti onu? Dalga mı geçiyordu? Burada güzel olan tek şey kendisiydi. Tabi bu gerçeği bir kenara bırakırsak, sanırım güzel olduğumu düşünmesi kemiklerime kadar gıdıklanmamı sağlamıştı.

Kıkırdadı. "Garip oldu ama yani-" kabarık saçlarını kulağının arkasına sıkıştırmaya uğraşırken ona sesli gülmemek için kendimi zor tuttum. Bu çabası beni her zaman güldürecekti.

"Yani, güzelsin evet" dedi utanarak. Beni de utandırmıştı ama şuan bunu belli etmemem gerekiyordu.

Ona kocaman gülümseyerek aramızdaki top paslaşmasını sayıya çevirdim. "O zaman bahsettiğin güzel çocuk, bu güzel kızla dışarıya çıkıyor?"

Seslice gülümseyerek beklentiyle söylediğim şeyi onayladı.

"Evet, bahsettiğin güzel kız, bu güzel çocukla dışarıya çıkıyor."

Gülümseyerek onu izledim. Gülümsemesi hiç solmuyordu. Gözlerim bunu yakından görebildiği için heyecandan parlıyordu, bunu hissedebiliyordum. Neredeyse ağlama hissi gibiydi. Sahip olduğu bütün ayrıntıları hafızama kazınsın diye birkaç defa tekrar tekrar inceliyordum.

Düşüncelerimi dudaklarımdan çıkarmak istiyordum. Hiçbir kelime içeride kalmak istemiyordu artık. Ama bir yandan da anın büyüsü onları kovalıyordu sanki. Hiçbir şeyi bozmamak için sessiz kalmam gerekiyor gibi hissediyordum. Yine de dilime söz geçiremedim. Ne çok sesli ve anlaşılır bir yükseklikte, ne de hiç duyulmayacak bir kısıklıkta, orta şekerli bir sesle mırıldandım.

"Çocuğun kalbi, bu güzel kızı dışarıya çıkaracağı için fazla heyecanlı atıyor."

Bakışlarını fincanın dibindeki kahveden hafifçe bana çevirdi. Ve sadece gülümsedi.

Ona kalbimin onu çok sevdiğini de söyleseydim, sanırım yine duymazdı.

Hiç sorun değildi, bir kaşık dolusu aşkla da yetinebilirdim.

*

spoonful of love | h.s.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin