Bölüm 1

95 12 8
                                    

Multimediada Mesut ve Halil


Bazen uyumak çok gereksiz geliyor. Ve yine öyle gelen gecelerden birindeyiz. Saatin ne kadar ilerlediğini dışarıdaki sessizlikten anlayabiliyorum. Tüm mahallenin uyumasıyla birlikte ıssızlaşan yoldan ya bir araba geçti ya da iki. O arabaların far ışıklarının yansımalarıyla şekillenen tavanımda şimdiyse sallanan ağaçların gölgeleri dans ediyor. Bende onları izliyorum çünkü bu saatte ev halkını uyandırmadan yapabilecek pek bir şey yok. Hem evimiz her gece bu kadar sessiz olmuyor. Bize bağışlanan bu huzurlu geceye hakaret etmiş olurum, herhangi bir ses çıkarırsam.

Halil uyuyor. Halil hep uyuyor çünkü anca böyle kaçabiliyor bazı şeylerden. Çünkü yorgun. Bende yorgunum ama uyuyamıyorum. Uyumak etrafımda olan her şeyi görmezden gelmek oluyormuş gibi, değer verdiklerime saygısızlık yapıyormuşum gibi hissediyorum. Bu gerçeğin farkında olan beynim uyumama izin vermiyor. 'İzin ver, bu gece uyuyayım.' desem de beynimin cevabını biliyorum.

Uyumak güçsüzler içindir.

Derin bir nefes aldım, ciğerlerimin tamamıyla dolduğunu hissedene kadar. Ardından onu oldukça yavaş bir şekilde bıraktım. Neden mi? Bilmiyordum. Zaten yaptığım şeylerin pek mantıklı açıklaması olmazdı. Olması için mantıklı bir şey yapmam gerekiyor, değil mi? Bense sadece yapıyordum işte, bir nedenim olmadan. Belki de mantıklı açıklaması olmayan şeyler yapmam bir nedenim olmamasıyla ilgiliydi. Çünkü beynimde dolanan bir sürü düşünce vardı ve ben onları ortak bir noktada bileştirecek bir neden bulamıyordum. Beyni bulamaç olan insandan mantıklı bir şey beklenmezdi.

Parmaklarımla alnımı ovuşturdum ve bu sefer hızlıca verdiğim derin bir nefes aldım. Boğuluyordum ya da öyle hissediyordum. Hangisi olursa olsun bu hiçte güzel bir his değildi. Bu yüzden tavanda yıldızları hayal etmeye başladım. Gökyüzü her zaman rahatlatıcıydı; ister mavi olsun ister siyah, ister güneşin doğuşuyla canlı renklerden oluşan bir renk şölenine dönsün ister güneş kendini aya bırakırken laciverte... Gökyüzü her zaman mükemmeldi. Hatta siyahıyla bir ayrı güzeldi. İnsanlar karanlığa suç atarak onu kirletmişlerdi, bu yüzden kimse ne kadar iç açıcı bir renk olduğunu göremiyordu. Bense siyahın ne suçu olduğunu bir türlü anlamıyordum. Bir ev bile elektrik kesildiğinde canlanmıyor muydu? O huzur verici karanlığın içerisinde o gün nasıl geçmişse unutulup eğlenceli bir sohbete girmiyor muydu insanlar? Her şeyi içine saklamayı bırakıp sırlar çıkmıyor muydu bir bir açığa? Derdine derman bulunmuyor muydu?

Belki de buydu siyahın suçu. Duyguları ortaya çıkıyordu. Tek yaptığı güçlendirmekken zayıflatacağından korkuyordu insanlar. Sanırım bu yüzden onlarla anlaşamıyordum. Ya gerçekten görmüyorlar ya da görmezden geliyorlardı. Bense görmekle kalmayıp bir şeyler yapma taraftarıydım. Bu yüzden insanlarla anlaşmak istemiyordum. Çünkü onlara bir kere kanarsam aralarında kaybolabilirdim, beni de yozlaştırabilirlerdi. Bu yüzden insanları sevmiyordum.

Tavanımdaki, sadece benim görebildiğim, yıldızlar göz kırpıyorlardı bana. Uyumalıydım artık yoksa sabah o kadar yorgun hissedecektim ki yine kendimi düşüncelerimin eline verdiğime pişman olacaktım. Elimi yıldızlardan birine uzattım. Onu tutmak için yükseklere çıkmaya gerek yoktu. Eğer dilersem tüm yıldızlar ellerimde olacaktı zaten.

Sessizlik o kadar huzur veriyordu ki kendimi hafifçe gülümsemekten alıkoyamadım. Halil'e baktım. Her zamanki gibi uyurken garip hallerine bürünmüştü. Şu anki haliyle jimnastikçilere taş çıkarabilirdi. Gözlerimi kapadım başım ona dönükken. Bu gece güzel bir geceydi.

"Alarmı duyup da kalkmıyorsun bari ilk seslendiğimde kalk be!"

Halil'in sesiyle gözlerimi araladım. O seslenmeden önce uyanık mıydım bilmiyorum. Sanırım sesler duyuyordum ama su altındaymış gibi boğuk geliyordu. "Alarmı duymadım ki." Dedim gözlerimi tekrar kapatırken. Çok yorgundum.

NefesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin