Ah Mete, yaktın beni!

56 0 0
                                    


Toprak hızlı adımlarla evin yolunu tutmuştu. Ellerini yumruk yapmış adımlarını sertleştirmişti. Zor tutuyordu kendini ağlamamak için. Dişlerini kırılırcasına sıkıyordu. Gözleri dayanamadı daha fazla acıya iki damla gözyaşı süzüldü hızlıca yanağına. Hemen yumruk olan elinle sert bir şekilde sildi süzülen gözyaşını. Kaldırımda denize karşı yürümeye devam ediyordu. Uzun siyah saçları denizden gelen rüzgârla dağılıyor, bir yandan onlarla uğraşıp diğer yandan sert ve hızlı bir şekilde yürümeye devam ediyordu. O sırada elini siyah pantolonunun cebine soktu ve orta boy bir anahtar çıkardı. Hemen yanında duran siyah HONDA CBR 1000RR motoruna bindi ve kaskını geçirdi yaşlı yanaklarının üzerinden. Daha sonra hıçkırık sesleri yerini egzoz seslerine bıraktı..
Eve vardığında anahtarları fırlattı yere doğru daha sonra da siyah ceketini çıkardı. Oturma odasının kırmızı siyah L şeklinde koltuğuna oturdu ve ellerini saçlarının arasına alıp bir süre böyle bekledi. Daha sonra hıçkırıklarla birlikte:
-Aptal, aptal, aptal! Ne olurdu o sözü söylemeseydin. İçmeyeceğim bundan sonra tek kadeh bile. İçince sapıtıyorum, ben nasıl açıklayacağım kendimi şimdi, ne diyeceğim ona? Nasıl çıkarım karşısına bundan sonra?
Derken mutfağa yöneldi. Buzdolabının kapağından viski şişesini çıkardı ve bardağına doldurmaya başladı. Doldururken düşünüyor, düşünürken ağlıyordu ve hala hayıflanmaya devam ediyordu:
-Ne biçim bir kızsın sen? Diğer kızlar gibi olmayı beceremiyorsun. Baban böyle mi öğretti sana be? Ayyaş oldun, ayık dolaşmıyorsun. Ah be toprak baban mı var senin ki de sana öğretsin bir şeyler. Ancak o dövmeyi, içmeyi bilsin senin gibi. Kendine gel toprak sakinleş!
Bardaktaki viskiyi bir dikişte içti. Sonra tekrar doldurdu, tekrar ve tekrar. Şişenin dibindeki son viskiyi de dökerken birkaç saat önce yaşadıklarını görmeye başladı. İlk önce başı döndü. Sonra bir iki kere sendeledi ve yere yığıldı. Gözlerini açtığında her şeyi bulanık görünüyordu. Yavaşça doğrulmaya çalıştı ama olmadı. Yanındaki masaya tutunmaya çalıştı, tutunamadı ve masanın örtüsüyle birlikte bira şişeleri, viski şişeleri yere düştü. Şimdi her şey daha kötüye gitmeye başladı, kolu kesilmişti. Gözlerini ovuşturdu ve tek hamlede ayağa kalktı. Ayaklarını sürüyerek banyoya gitti ve kendini küvete saldı, çeşmeye doğru elini attı. Biraz yokladıktan sonra açabildi. Kendini sıcak suyun azametine bıraktı. O sırada bile aklında hep o vardı, Mete.
Mete, onun küçüklükten beri tanıdığı yan mahalledeki Gülnihal teyzenin oğluydu. Esmer, siyah saçlı mavi gözlü bir çocuktu. Küçükken her seferinde bahçelerine topunu kaçırır her seferinde de Gülnihal teyzesi onun bakkaldan özenle aldığı topunu patlatırdı. Toprakta ağlayarak eve gider annesinin dizlerinde ağlar ağlar uyuyakalırdı. Annesi de her seferinde kızı dizlerindeyken saçlarını okşar:
- Benim masum meleğim, canımdan çok sevdiğim sen ağlama yeter ki.
Der, gidip cebindeki son parayla ona top alırdı. Gülnihal Hanım ne kadar oğluna tembih etse de Mete, gizlice kaçıp Toprakla oynamaya gelirdi. Gülnihal Hanım'ın Toprak'ı sevmeme nedeni de onun diğer kızlardan farklı olmasıydı. Normal bir kız gibi değildi. Erkekler gibi top oynar onlar gibi giyinir, O siyah uzun saçlarını toplayıp şapkasını takardı. Hatta mahallenin diğer erkeklerine karışıp kızlara laf bile atardı. Tabi yaşı geçtikçe bunun bir heves olduğunu anladı ve gerçekten normal kızlar gibi davranmaya başladı. Birkaç şey dışında: "alkol ve motosiklet". Diğer kızlardan daha fazla alkol alıyordu ve tutkusu motosikletti. Onun için o ikisinden birini hayatının dışında tutmak ölüme neden olmak gibi bir şeydi. Aslında çok güzel bir fiziğe sahip olmakla kalmayıp zümrüt gibi yemyeşil gözleri de vardı. Her kızın hayaliydi, Toprak'ın yerinde olabilmek; tabi Toprak'ın da hayaliydi, o sıradan kızlardan biri olabilmek. Çünkü güzel kızların her zaman işleri zor olur.
Uyandığında burnunun hemen altına kadar su dolmuştu. Biraz turuncumsu olan suyu görünce tedirgin olup debelendi. Burnundan su kaçtığı için biraz öksürdükten sonra tıpayı açtı. Turuncu suyun gidişini izledi. Su tamamen gidince şofbenin fıskiyesini başından aşağı tuttuktan sonra duştan çıktı. Aynaya baktığında gözaltları mosmor olmuştu. Yüzü çökmüş, beti benzi atmıştı. Koluna baktı, o kadar derin olmadığını fark etti. Dolaptan bir sargı bezi alıp kolunu sardıktan sonra başını ovuşturmaya başladı. Çekmecelerden birini hızlı bir şekilde karıştırmaya başladı. Bir tane ağrı kesici bulup tek hamlede midesine indirdi. Gece saat ikiye geliyordu. Tam anlamıyla ayılmasa da yorgunluğu kalmamıştı. Kendisine sert bir kahve yaptı. Televizyonun karşısına geçip boş boş bakınmaya başladı. O sırada telefon çaldı, arayan buğraydı:
-Toprak nasılsın?
-Nasıl olma mı bekliyorsun?
-Ee... Şey... Tamam, saçma bir soruydu kabul. Belki konuşmak istersin diye...
-O bana güveniyordu buğra. Ona haksızlık ettim ben. Aşağıladım, küçümsedim. Çok üzgünüm hem de hiç olmadığım kadar.
-Yanına gelmemi ister misin? Belki ihtiyacın vardır diye...
-Aslında fena olmaz. Konuşacak birilerine ihtiyacım var.
-Yarım saate ordayım. Bir şey istiyor musun?
-Hayır!
-Belki bir isteğin vardır diye...
-Buğra, kapamazsan her an vazgeçebilirim haberin olsun.
-Tamam, tamam kapıyorum.
-...
Toprak, dağınıklıklara bir göz gezdirdi ama önemsemedi. Sonuçta gelen buğraydı, Mete değil. Yarım saat sonra kapı zili çaldı. Toprak kapıyı açtığında Buğra'nın elinde iki poşet dolusu yiyecek, içecek vardı:
-Ee... Şey... Acıkırız diye.
Toprak istemsizce güldü:
-Gir içeri, deli.
Buğra poşetleri mutfaktaki masanın üstüne koydu. O sırada kırılan şişeleri ve yere düşmüş masa örtüsünü gördü. Hemen toparlamaya başladı. Kırıkları çöpe attıktan sonra masa örtüsünü de yerine serdi. Sonra oturma odasına geçip Toprak'ın karşısına oturdu:
-Ee anlatmak ister misin? Mutfakta neler oldu?
-Hiçbir şey elim çarptı sadece.
-Elin çarptı. Hım... Pek inandırıcı değildi sanırım.
-Buğra!
-Ya tamam, anlatmak istersin diye.
-İçtim yine, fazla kaçırmışım bu olayın üstüne sanırım. Her şey üst üste geldi ne olduğunu anlamadan yere yığıldım. Kalkmaya çalıştım olmadı. Destek almak için masaya tutunacaktım ki elim kaydı...
-Şş... Tamam geçti.
Deyip sarıldı Toprak'a. Derin derin içine çekti kokusunu. İpek gibi ışıldayan saçlarını okşadı bir süre. Sonra Toprak acıyla çekti kendini geri:
-Ne oldu Toprak?
-Hiç... Hiçbir şey.
-Yaralandın mı sen?
-Yok, ufak bir sıyrık o kadar. Kalbimin yarası kadar büyük değil Buğra.
-Kanıyor.
-Bırak kanasın, yüreğim de kanıyor içime doğru. Yakıyor ciğerlerimi her geçişinde soğuk soğuk. Üşüyerek yanıyorum ben buğra, Yaşarken ölmek gibi. Gitti, gelmeyecek bir daha biliyorum. O yüzden üşüyorum ya eksik hissediyorum kendimi. Beni onsuzluk üşütüyor gelse de ısıtsa kalbimi.
-Senin suçun yok Toprak. Her şeyde kendini suçlama. Onun da suçu vardı emin ol. İlk önce sana bağırdı hem o partiye gitmemesi gerekiyordu biliyorsun orada kimin olduğunu. Demek ki seni önemsememiş ki gitmiş. Hem biliyor musun? Aslında söyleyemediklerini sarhoşken bir anda söyleyiverdin. Yani bunlar senin gerçek düşüncelerinmiş. Onu orda Arzuyla görmedin mi? Yaranı deşmek gibi olmasın ama kızın içine düşüyordu. Ayrıca eski sevgilin Mert de ordaydı. Senin üzerine bahis oynuyorlardı.
-Ne bahisi?
-Motosiklet yarışı.
-Yine de öyle dememem gerekiyordu. Suçsuzken bile suçlu duruma düştüm şimdi.
-Nasıl yani bir zengin züppesi ukala herif dedin diye mi suçlu sen oluyorsun? Üstelik üzerinden kumar oynayarak senin gururunla oynuyorlardı. Sonuna kadar sen haklısın Toprak!
-Tokadı da cabası ama değil mi?
Ciddi ortamı derin bir kahkaha bozdu. Gerçekten Buğra Toprak'a iyi geliyordu. Fakat Toprak hiçbir zaman onu dosttan farklı göremedi. Ne yazık ki Buğra tam tersini düşünüyordu. Onu hiçbir zaman dost olarak görmemişti. Toprak onundu, o da güneşti, her toprak yağmurla ıslandığında, güneş gibi gelir ısıtırdı onu. Kıyamıyordu onun ağlamasına, toprak bir fark etse, bir onun olsa asla bırakmaz ve onu hiç üzmezdi ama bir türlü başaramıyordu. Toprak'a kendini kanıtlayamıyordu. Ne yapsa eline yüzüne bulaştırıyordu, saf ve temiz kalpliydi. Buğra ile toprak da motorace kulübünden tanışmışlardı. Beraber çok yarış kazanmışlardı. Ama öyle resmi yarışmalar değil. Sokak yarışları türünden yarışlar bunlar, ölesiye mücadele verilen, motosikletinden parasına, evine, otomobiline, kızına kadar alan bir yarış. Ayrıca kazanana bir de yılın sokak yarışçısı plaketi ve altın kupası veriliyordu. Tehlikeliydi bu yarışmaları düzenleyen kafileler. Elli kişinin altında American chopper vardı ve hepsi korsan gibi takılıyorlardı. Zaten adları da motor korsanlarıydı ya.
Buğra, da Mete gibiydi benziyorlardı boyları, ten rengi, göz rengi, saç rengi... Tek farkı Mete'nin saçları boynuna kadar gelip keçi sakalı göğsünde biterken Buğra'nın kısa saçları vardı ve sakalları yoktu sadece dudağının hemen altında bir tutam sakal onu çekici kılmasına yetiyordu. Buğra, şen şakrak biriyken Mete tam tersine agresif ve maço erkek tipiydi. Buğra, kaslarıyla iri yarı dururken; Mete aksine sıskaydı. Böyle bir zıtlıkta iki erkek vardı ve dünyalar güzeli bir kız.
Buğra, mutfağa geçip aldıkları şeyleri hazırlamaya başladı. Toprak da biraz uzanmış onu bekliyordu. Buğra hazırladıklarını getirince sessizliği bozan Toprak oldu:
-Nasıl biri?
-Kim?
-Mete?
-Toprak, bak Mete'yi benden daha iyi sen tanıyorsun. Neden bana bunu sordun ki şimdi? Cevabı sende biliyorsun.
-Evet, ama senden duymak istiyorum. Âşık bir kızın görebileceği şey ile olayla bağımsız bir erkeğin görebileceği şeyler farklıdır. Belki benim göremediğim ya da gözden kaçırdığım bir şeyler olabilir ve bunları fark eden sensindir.
-Senin gözden kaçırdığın çok şey var be esmer melek. Ben anlatmaya kalksam gündüzler gecelere karışır.
-Nasıl yani?
-Boşversene, bak sana çikolata aldım depresyondakiler için ideal bir yiyecekmiş. Kızlar için yani...

BEN SANA BAĞIMLIYIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin