Y/N; Bu hikayeyi yazarken bana yardımcı olan patatese çok teşekkür ederim.
1467 yılınının soğuk bir mart günüydü, Fransa halkı ilk kez o gün onun adını öğrenmişti.
Güneş soğuk ışıkları ile sokakları taçlandırmaya henüz başlamışken, meydanda yazıyordu, gözden kaçması imkansız derecede büyük, ilk bakışta kan zannedilecek kadar koyu kırmızı ve şiir kadar zarifti harfler. Kadınların çoğu yazıyı okuyamıyordu, erkeklerin çoğu ise okuyor, önce anlam veremiyor, sonrada lanet okuyarak uzaklaşıyordu
Genç bir anne elinden tuttuğu altı yaşındaki kızı ile yazıya yaklaştı, soylu bir kadındı, güzel değildi ama kızına da bahşettiği narin bir yüzü vardı. Soyluluğun getirdiği ayrıcalık ile okuma yazma biliyordu, ancak kadınların eğitim görmesine kesinlikle karşı olan babası yüzünden bilgisi bundan ibaretti. İnsanların onu vakur veya utangaç diye nitelendirmesinin nedeni de buydu aslında, onlara karşı çıkacak bilgisi veya cesareti yoktu.
Eliza yazıya baktığında garip bir ürperti hissediyordu, harflerin arasında onu çeken bir şey vardı, bu tıpkı çocukluğunuzun geçtiği bir evin önünden geçerken, evin sizi çağırması gibiydi, harfler onu çağırıyordu. Anılar ve korkular. "Saçmalık," diye fısıldadı kendine. "İmkansız, imkansız..."
Bu arada elinden tuttuğu küçük kız, büyük bir çaba ile yazıyı okudu.
"Rahip Gordon, ölüme son sekiz gün."
FanchoneTam bunun ne anlama geldiğini soracaktı ki annesi anlam veremediği bir hiddet ile elinden tutup onu uzaklaştırdı.
Askerler yazıyı akşam saatlerinde çoktan silmişti, ancak bu son olmadı. Ertesi gün, aynı yazı, aynı duvarda tekrar ortaya çıktı. Sadece bir sayı eksilerek.
"Rahip Gordon, ölüme son yedi gün."
FanchoneVe bu böyle altı gün boyunca devam etti, yazı yazıldı, silindi, tekrar yazıldı. Her seferinde bir sayı eksildi. Paris halkı için bu merak uyandırıcı bir gösteriydi, tüm şehirde "Fanchone"nin kim olduğuna dair fısıltılar dolaşıyordu, yazıdan habersiz tek bir kişi bile yoktu. Rahip Gordon yazıyı yazanı bulmaları için akşam meydandaki askerleri çoğalttı ama işe yaramadı. Ne kadar asker nöbet tutarsa tutsun, sabah yazı yine oradaydı.
Sadece son sabah, yazı orada değildi. Bir gece önceden kalma, yazıyı kapatmak için kullanılan gri soğuk boya oradaydı ama yazı yoktu. Halk şaşırmıştı, duvarın önünde toplanan kalabalık sürekli konuşuyordu, kalabalık arttıkça artıyor, tartışmalar çoğalıyordu. Sesleri kesen gürültülü çan sesleri oldu, Notre-Dame'ın büyük çanı çalıyordu, sıradan bir günde bu çanın çalmasının sadece iki anlamı olabilirdi; kuşatma ya da ölüm.
Notre-Dame kilisesinde onlarca ayak sesi koşuyor, emirler yağıyordu, her şey bir karmaşa halindeydi ve tüm bunların ortasında Rahip Gordon göğüsüne saplanan bir bıçak ile rahatsız bir ölüm uykusundaydı. Duvarda yazan yazı ise hizmetçilerin kanını donduruyordu.Kan kadar koyu, ve rahibin göğsündeki bıçak kadar keskin.
"Günler bitti, Rahip."
Fanchone。。。
Cinayetin üzerinden geçen bir kaç hafta boyunca halk sadece Fanchone'yi konuştu. Onun kim olduğunu, bunu nasıl yaptığını, neden bunu tiyatral bir gösteriye çevirip duvarlara tehdit içerikli yazılar yazdığını, hepsinden önemlisi neden bir rahibi öldürdüğünü... Sorulacak çok fazla soru vardı ama ortada henüz bir cevap yoktu.
Hal böyle olunca katil hakkında hikayelerin ortaya çıkması da gecikmedi, soğuk Mart rüzgarları yerini sıcak Nisan'a bırakırken Fanchone bir efsaneydi. Bu durum Kiliseyi epey rahatsız ediyordu. Piskopos, Rahip Gordon'u öldüren bu yaratığın bulunacağına dair söz verdi ancak elinden gelen tek şey bir kaç gereksiz tutuklama oldu. O adam bir hayalet ya da ifrit olmalıydı başka hiçbir açıklaması yoktu.