PERDE 1
SAHNE 1
EVİN ÜST KATININ GENİŞ KORİDORUNDA Kerem: İşte sesi duyuldu! Fısıldamakta yine o yumuşak me- lodi. Sanmazsın insan kusuyor, bu tiz, narin ve tatlı sesi. Güzellikte kime denk? Benzer mi ona gökteki melekler? Bir de varsa heybetli seslerinde, aynı görkem ve narinlik… Yo hayır, insanlarla benzeşmez melekler. O olsa olsa narin bir çiçek. Yaklaşıyor şimdi! Adımları merdivenleri döverken, hayır değil kalbimin aldığı bu acı darbeler. Hislerim; o yaklaştıkça değişmektesin! Bu hırs da ne böyle? Ah dilim! İşte geliyor hançerli sözler. Sureti tam göründü oyuncunun! Baksanıza; komik bir doğruluğu var. Çünkü bir yalancıdır! Çocukluğunun kıyafetini içine giyer de olgunmuş gibi davranır. Oysa baharın güzünde tomurcuklanmış çiğ meyveden farksızdır. Yalancı kadın! Peki, vahşilikte kime denk? Tilki, çakal, sırtlan… Evet, öyle! Her bir yırtıcı hisleri ile benzeridir o yanağı kanlı mahlûkatın. Ey kadının doğurduğu kadın! Bir anadan çıkma kutsal rahim düşmanı! Boyundan büyük sözleri ve kibirli hisleri ile mütevazı tecelliyatın zıt mana- sı. Sen misin ileride olacak ana? Sen misin tatlı ama bir o kadar da can sıkıcı, erkeğin hoş gariplikler ve zıtlıklarda mana kattığı bela? Değilsin! Güzelliği insan derisine çekil- miş görkemli yama. Zayıf akıllarda güzelliği ile durmadan kanayan bir yara.
6 7
Buse: Selam. Ablam yakınlaşıyor, karşılamaya hazırlanın. Lütfen hüzünlü gözükmeyin ki, ablam acının hüzün veren bir hal olduğunu anlamasın. Kendinize iyi bakın! Kerem: Şu sözlere bakın hele! Ukalalık, terbiyesizlik değil de ne? Bana ne dedi? Önce tüm harfleri kullanabileceği alfabeye, sonra da cümleler ve kelimelere saldırdı. Taciz etti beni, sadece genzinden doğal olarak çıkardığı seslerle! Hem acı nedir? Şu an kalbimde hissettiğim yanmanın manası mı? O acı felaketin hüznü gizlenebilir mi ki? Giz- lenirse kanayan yarayı tertemiz beyaz ipeklerle örtmekten farksız olur. Taşar ipeğin gözeneklerinden kan. Boyarken beyazı kızıl renginde, kan kaybeden gülümsemekte! Ama ölür anbean! Bu şeytan. Bu yaralayan. Hiç mi dikkat etmiyor dediği- ne? Ah bilinen her sözcükle hançer saplayan! Git, bir daha konuşma benimle.
SAHNE 2
BEDRİ KARAHAN’IN KIZI ZEYNEP VE KURT EYMÜR’ÜN OĞLU CEM’İN SEBEB-İ ZİYARET ÖNCESİ TANIŞTIRILMALARI BEDRİ KARAHAN’IN EVİ Bedri Karahan: Devir kötü. Ahlaksızlık diz boyu. Gün geçmiyor ki yeni bir alameti görünmesin kıyametin. Zuhur ediyor halen batıda ve güneyde. Aklın yolu birdir beyefendi. Büyüklerin sözünüzü bilirsiniz; bin bir hayır vardır evlenmekte. Kurt Eymür: İsmim vahşi bir hayvanı çağırır beyefendi. Çağırdın mı da gelir. Yanlış anlamayın, batın perdelerim kapalı benim, batıda ve güneyde zuhur eden alametlere. Fakat ikimiz de evlatlarımızdan aldığımız güvence ile birleştirirsek hem malımızı hem fikrimizi, güçlünün de güçlüsü oluruz. Bedri Karahan: Bırakalım da artık gençler karar versin. Güzellikte birbirine denk olsalar da, fikirde ayrı düşme- melerini umalım! Zeynep: İnsan hep kusursuz bir hayali arıyor eş için. Yaşlan- dıkça anlıyor ki o sadece bir hayal. Aslı yok. Aramaya gerek yok. Kusurlu dünyanın bir yansıması değil düşüncelerimiz. Orası daha iyi bir yerdir. Öyle değil mi? Cem: Belki sizin hayallerinizden daha iyiyim. Belki siz de hayallerimden ötesiniz. Ziyaretin sebebi yerine gelsin. Lütfen, birbirimizden bahsedelim. Zeynep: Tamam! Sözcükler benlikleri ne kadar anlatırsa.
8 9
Gözüm tok, ruhum açtır benim. Geceden koysalar en değerli hazinelerin dolup taştığı bir odaya, heveslenmem, dokunmam bile, çıkar giderim sabah, herhangi bir çöplükte uyumuşçasına. Cem: Ne hoş bir gamze yanığınızdaki! Siz gülmeyin, ya da gülümseyerek ödeyin borçlarınızı. Ailenizi fazla tanımam. Önyargılarım bana bir kement atmıştı buraya gelirken, adımlarımı geri geriye çeken. İnanın zor girdim kapıdan. Ama ailemin gelenekçiliği ödülüm oldu sanırım. Zeynep: Hisler ile ilgili bir problemim var! Yanımdakinin hasletlerini taklit ederim. Kendi öz kişiliğim yok mu? Bilmiyorum, sanırım bir taklitçiyim ben. Cem: Babam asla izin vermezdi kendi belirlediğim biri ile evlenmeme. Bugüne kadar hiç evlenmeyi düşünmemiş- tim! Rüzgâr kadar dayanıksız aşklarım oldu. Ama inanın değmedi etim ete. Zeynep: Hiç açlık çektiniz mi beyefendi? Cem: Bir defasında oruç tutmuştum. Oldukça zordu. Her ney- se, mutlu edemeyeceğim bir kadın olduğuna inanmıyorum bu dünyada. Yani bırakın açlığı, zayıflamak için uğraşırsınız çok yemekten. Ben şehrin en iyi yerinin sahibiyim. Zeynep: Koruyucu hislere sahip biri gibisiniz! (İçinden) Ve büyük bir kibir! Bir hikâye anlatmama izin verin! Sefer- den dönen adam çok sevdiği karısının mezarını açtırmış, “İnanmam ben savaştayken öldüğüne” diyerek. Bir korku sarmış adamı, toprak altında onlarca gün geçirmiş kadının halini görünce demiş ki titreyerek; “O ela gözler, ışığı şereflice parlatan, rengi ile cilalayan büyülü gözler pörsümüş ve anlamını yitirmiş. En ağır küfrü bile bir ninni gibi salan ince dudaklar, kurtların solucanların kapısı olmuş, kifayetsiz kalıyor artık sözler. Kapatın!” demiş, “Bu benim karım değil!”
Cem: İlginç bir hikâye! Bana bir şey mi anlatmak istediniz? Zeynep: Yani güzelliği satmam! Beni onunla alırsanız, yaşla- nıp solduğumda gençliğimin diriliğinden, tiksinebilirsiniz günü gelir! Cem: Bunları düşünmek için erken. Zeynep: Babamın sözü değerlidir. Sizinki de öyle görünüyor. Bir süre görüşelim âhdleri tutmak için tertemiz ve bakalım kader ne diyor? Cem: Kader dediğimi der! Yaptığımı yapar! Zeynep: Bize uymasını umalım! İyi akşamlar!
10 11
SAHNE 3
NİHAN, ŞEHİR DIŞINDAN DÜĞÜNÜNÜN HAZIRLIKLARI İÇİN DÖNMÜŞTÜR. ABİSİNİN TALİHSİZ KAZASINI İSE YOLCULUĞU SIRASINDA ÖĞRENMİŞTİR Latif Bey:Felaket, dram dedikleri böylesine habersiz bir gelecekmiş. Ansızın gelip yürekleri ve beyni paramparça eden bir şey! Beril Hanım: Nereden bileyim ben hep alışık olduğum ha- yatın yanacağı günü. Oysa bolca sevgi, mutluluk, biraz tasa, bazen kavga… Bu olanlar da nedir? Aklımın hesabında yoktu! Şimdi de başka bir felaket, Nihan döndü gecenin bu vakti. Haberi saklamak ne kadar hayâsızca olsa da, haberi vermek de bir o kadar acımasızca. Onun düşlerine göre değil artık çok sevdiği abisinin hali. Hala: Aman ben kaybolayım efendim, artık delirtir beni, birleşince çok seven kardeşlerin derdi. NİHAN KAPIDAN GİRER Nihan: Bu telaşlı yüzler... Selamlaşmayı unutan diller… Belli ki düşüncelerinizdeki iyilik eleği sizi yerinize çakmış. Doğru sözleri seçmeye çalışıyor zihniniz. Söyleyin abimin başına geleni. Beril: Hoş geldin kızım. Kötülükte başı çekeyim; Abin bir çeşit yara ile döndü evine. Yalnız bu yara benzeşmez o saf aklında bir anda oluşturduğun umutlu hayallerin hiç birine.
Nihan: Öyleyse göreyim onu! Çekilsin önümden babamın tembihlediği yaver. Mustafa: Acele etme! Alıştırmalısın kendini, tıpkı bir be- beğin, bu yalancı, çileli dünyaya bakmaya bir anda cesaret edemediği gibi! Nihan: Mustafa; O zaman bir bebek kadar bile olamadı aklım. Ya anlatın neler oldu, durumu ne? Ya da kapısından girip kendi cevaplarımı alayım. Göreyim kendi gözlerimle! Mustafa: Elçiye zeval olmaz! Bir hizmetli, sahiplerinin derdini de taşımalı. Annenizin dediği gibi, abiniz bir çeşit yara aldı. Sevdiklerini her zaman en tatlı suretlerde düş- leyen, kaderin o hoyrat çarkını bir türlü kabullenmeyen biri misiniz? Şefkatiniz sadece bilindik yaradılışa göre mi? Sakın çıldırmasın çok seven, bir bakışın getirdiklerini kü- çümseyip pamuklarda yataklanmaya alışkın akıl. Elbette, hoş bir yaşam ve tasasızlık… Nihan: Lafı dolandırma anlat! Endişem artıyor. Bu aklın hazırlığı değil! Mustafa: Yasemin’e kızmış yine. Ayrılınca kavgalı sevdiğinin yanından almış bütün kötülüklerin anası içki şişesini eline! Dikmiş başına şişeyi tüm o sisli gece. Her dibe vuruşta yeni bir şişe açmış. Hani sarhoşsun ya, bir an koptun gerçekten, yüzünde acılı bir gülümseme, hayat sanki hiç yokmuş gibi davran seni hissiz, hadi vur gamın kederin beline. Önce sokakları birbirine katmış, birkaç serseriye sataşmış, çileli âşık rolü ile sonra kader ya, o şaşkın avarelikte bile aracını buluvermiş gecenin zifiri köründe. Nihan: Anlattığın abim mi? O içki nedir bilmez! Birilerine mi sataşmış? Olamaz, o karıncayı bile incitmez! Ama de- diğin gibi, “İçki gerçek şeytanın dirilmesi için gerekli olan yakıttır”. Hatta en merhametli baba bile kıyar yavrusuna onun etkisi ile.
12 13
Latif Bey: İşte öyle oldu kızım. Kardeşin anlık öfkenin, avare âşıklığın bedelini ödedi. Fakat ömrü boyunca lekesi çıkmayacak bir iz bıraktı bedeninde. Mustafa, çekilin kı- zımın önünden! Belli ki bir nasihat, bir acı bekliyor onu kapının ardında. Çok sevdiği abisini gördüğü zaman için- den çıkılmaz bir çıkmazda ve akla her şekilde ağır gelen o parçalanmayı hazmettiğinde zaten hep sökülmez bir iz kalacaktır kızımın tatlı kalbinde… Nihan: Sevgili babacığım, düğünümün arifesinde, çocuk- luktan azat edip beni, yetişkin akıllıkta görmek ile büyük bir iyilik ettiniz. Fakat öylesine korkunç bir ifade oluştu ki yüzünüzde, ben bu kapıya yaklaşırken, sanki abimden başka bir kişi ile karşılaşacağım hissi doğuyor içime. Güzel Allah’ım ve onun güzel peygamberi adına. Açıl kapı, ne saklıyorsun kadersiz abim ile ilgili göreyim ardında. ÖMER’İN ODASI Ömer: Hoş geldin! Uzun zaman oldu. Dur sana bir bakayım. Nihan: Bak doya doya. Ama ben de bakayım! Çıkarsana o kara tülü! Ömer: Suretlerle işin olmasın! Abinin yanına gelmedin mi aralayarak o kapıyı? Hatırımı sormak istemedin mi? Ve bak konuşuyoruz işte. Bilal nasıl? Yaşadığın şehrin ışıkları gece izlenmeye değer mi? Çelik kilitlere vurduğun namusunun anahtarı hala ellerinde mi? Nihan: Her şey güzeldi ta ki bugüne kadar? Evet, abimi görmeye geldim bu eve, bu odaya. Fakat farklılığını seze- memek aptallık, kazanın sonuçlarını sormamak ahmaklık olurdu! Ömer: Beni boş ver! Sormadan geç. Hiç keyfim yok! Bıktım her şeyden. Yaşam sanki iğneler ile dolu bir tabut. Suyun altında ölene kadar nefessiz ve debelenmek ile geçen bir
süre. Artık çabucak çizilen oyuncaklarla oynamaya karnım tok! Ölüme kadar bekleyeceğim bu odada. Nihan: Nasıl efendim? Peki, bunu söyleyen kendi başına mı karar vermiş? Ömer: İlahi karaltı... Hani hiç gitmeyecek diye endişelendi- ğin yazın ortasında üstümüze çöken bulut vardı ya? Senin çocuksu zevklerini gölgeleyen, yazın neşesini kasvetiyle boğan… Ben sana içimden gülmüştüm. Çünkü hep emindim güneşin yeniden tüm ihtişamı ile doğacağından. Çünkü o yenilmez bir şey, haşmetli, ilahiydi ve kalbim de bundan emindi! Nihan: Güneşi öven kişi; bu oda niye gündüzleyin zifiri karanlık. Geceyi mi taklit ediyorsunuz? Ömer: Artık aşığım geceye! Nihan: Bir nedenden de kızgınsın o zaman övgü ile bah- settiğin güneşe. Ya da düşmanın her kusur gösterici... Bu yüzden kapattın her ışık huzmesini, odana misafir olmasın diye! Ömer: Güneşe kızmak mı? Yo hayır! Sorun bende, o anla- tımda usta bir gerçekçi. Yalnız loş ışıklar daha şefkatli davranıyor kusuru olana. Nihan: Başından omuzlarına kadar düşen o siyah tül derdin büyüklüğünü tasdikliyor. Karanlık oda, cinnetli sözler… Yaran derin anladım! Kardeş payımı alayım acından. Bana onu gösterene kadar yanından ayrılmam! Ömer: O zaman güzel kardeşim, gördüklerin için sakın sızlanma. Nihan: Kanımdan gelen düşse en bitik çirkinliğin, hastalığın kucağına, yine de alınmam onun en kusurlu halinden. ÖMER TÜLÜ KALDIRIR Nihan: (Fısıldayarak) Ey güzel Rabbim. Hangi suçun cezasıy-
14 15
dı bu? Nasıl bir suç böylesine felaketi getirir ki? Hani Yusuf Peygamber kadar güzel miydi abimin yüzü, razı gelmedin de geri aldın peygamberinin nişanını. Belki de öylesine suçlar işliyordu ki gizliden gizliye, senin Settarlığın bile örtmek istemedi onu. Bu aşırı kötülük ile bağlandı onun eli kolu… Belki de öylesine saf kalmalıydı ki cennete girene dek, öylesine sevgiliydi ki gözünde, o hiç bile incitileme- yecek, bir bahane bulmalıydın onu böylesine karanlıklara hapsedip insan içinde şeytanı zikrettirmeyecek. DIŞARIDA Nihan: Gel Mustafa, gel yanıma. Anlat neler oldu, uğruna hayatını yaktığı kadın gelince yanına? Mustafa: İyisi mi anlatmayayım hanımım. Cehalet sultan- lıktır. Beril: Yalan aşklar nasıl da sönüyor değil mi? Tıpkı çabuk eriyen bir mum gibi, ne fazla ışık veriyor etrafına ne de uzunca dayanıyor yanmaya. Hadi durma anlat oğlum kızıma. Acının üstüne acı eklemek belki hafifletir şu anki acısını. Ya da kini, nefreti alevlendirip, onu tek noktaya yönlendirmek rahatlamanın ilacı olur belki. Mustafa: İsmi lazım değil gelince hastanenin son gününde yanımıza. Sanki abiniz eski kişiliğine döndü bir anlığına. Yüzündeki o acı eser, bela okuyup durduğu kader, sanki çiçekli bir yaz bahçesi gibi açıldı gülümsemesi. Elbette umudu yeşerdi. “Sevdiceğim ne olursa olsun kabul edecek beni,” diye düşündü herhalde. Fakat… Nihan: Fakat güzelliği ile bile tahammül edilemeyen aşk, çirkinlik ile son buldu. Mustafa: Öyle olsa iyi efendim! Onu görünce en saf hali ile... Bir korku sardı kahpe kızcağızı. Hani hortlak olsa bu korkunun derecesinden rahatsız olurdu.
Beril: Dur söyleme; canım evladım bu trajik sahne ile bütün ruhu ile kahroldu. Mustafa: Önce Allah’ın adını aldı ağzına, sanki yardım di- lenir gibiydi ondan, bizim bilemeyeceğimiz bir alınganlık seviyesinde. Sonra benden bir tül istedi, örtmek için yü- zünü. Tülü başının tepesinden omuzlarına dek örterken ağzından şu sözler döküldü.“Kimseye olmayacak zarar. Bu garip yaşam formu, utandığı kadar bakmaya, utanıyor artık kendine bakılmasına. Meğerse bütünlük ne büyük servet imiş hiçbir servetin satın alamayacağı kadar.” Latif Bey: Gel kızım sarıl babana. Anlıyorum içindeki bu- rukluğu. Ama az yokluk, tam yokluktan iyi değil mi sence? Nihan: Ama baba; tam yokluk hoş anılar bırakır ardında. İnsan hep iyiyi hatırlar, nasıl olsa yok olandan kötülük gelmez! Bu durum ise, abimi günden güne öldürecek bir trajediden başka bir şey değil. Ve gördüm ölüyor o, havasız karanlık odasında Latif Bey: Dur bakalım! Dikkat et seni diri tutan hamd ka- pısına. Unutma; şımarık alaycılık, tatminsiz kabullenme, bir ihanettir bizi yaşatana. Nihan: Tatminsiz kabullenme değil bu! Sadece bir anlam vardı ve kendini öylesine gizlemişti ki bir şeylerin ardına, o görünebilir sadece, gözleri ile değil gönlü ile seyreden kişiye. Ben de menfaat eleğinden elenmiş öz kardeş sevgisi ile bakarken şahit oldum ona. Bir yanda yüzünün yarısı ile o tatlı, cömert, mert, yakı- şıklı delikanlı vardı tam karşımda. Fakat aynı yüzün diğer yarısında karanlık, boğucu, korkunç, iyiliği hızla tüketen bir görüntü aksetti ruhuma. Latif: Bu kadar telaş yeter. Dinlen şimdi. Çifte yorgunluğunu bu gece yatağına bırak. Nihan: Uyumak mı? Yaralı olanın uykusu nasıldır acaba?
16 17
Aynı rüyaları mı görür neşeli ile solgun? Belki de unutmak için iyi tek yoldur uyumak. Ben uyuyacağım! Belki rüya içinde rüyadayımdır da çare olur acıma uyanmak.
SAHNE 4
ÖMER, BAŞI ÖRTÜLÜ HALDE EVİN BAHÇESİNE DOĞRU ADIM- LAMAKTADIR Buse: Kalk ayağa! Ölü kalktı mezarından! Nihan: Tıpkı bir hayalet gibi! Neşe dolu o insan ne hale dönmüş! Narin adımlarını hoyratlığa alışkın yer bile fark etmiyor. Ruhunun yaydığı enerji kutuplardan daha soğuk! Buse: Nankörlük etmeyelim! Bu hali bile iyice! Seni özlediği belli! Babamların da burada olmaması rahatlattı onu. Anlamsız bir kızgınlık duyuyor onlara. Yoksa hayatta çıkmazdı dışarı. Nihan: Ne zamandır hapsetti kendini? Buse: Bir ayı bulur! Nihan: Onca zaman bir odaya kapanmak, derdini anlata- madan duvarlar ile konuşmak bir ruhu paramparça etmek için yeterlidir. Demek böyle soyutladı kendini. Ah anne, ah baba! Nasıl bir anlayış?… Kardeşimin faciasını, yarası kabuk bağladıktan sonra haber ettiniz bana. Buse: Bu onun isteğiydi. Hastane yatağından kalkana dek misafir almadı yanına, Mustafa abi hariç. Bilirsin onu erkek kardeş gibi sever. Biz de, bilinçsizken okşadık saçlarını. Hem zaten bir görsen o halini! O acı haykırış. Kapatırdı kulakların kendini! Baksan taptazeyken o yanık yaraya, gözlerin taşınır artık uğramazdı yuvalarına! Nihan: Bilmemi istemedi. Buse: O geceler, yanık inlemelerinin arasında fırsat bulup
18 19
tek bir şey söyledi babama! “Lütfen gizli tutun hadiseyi. Bilmesin kanımız da dâhil hiç kimse. Kayıplarımı ben ka- bul ederim ama o tiksinç bakışları, fısıltıları kabul etmez ruhum asla!” Nihan: Doğaldır! Çünkü erkek güzeliydi o! Ruhu kaldırmaz- dı tepeden aşağı itilmeyi. O dar zamanında, beni ilkelce düşünmüş! Evlenme hazırlığındayken, bekârlık belasından kurtulma sevincimi parçalamak istemedi. Konuşmak istiyorum, gideceğim yanına. ÇALILARIN ARASINDAN İZLER. Nihan: O, tülünü çıkardı! Ne yapmaya çalışıyor acaba? Küçük gölede yavaşça uzanıyor boynu! Ömer: Kırılgan görüntülerin ressamı berrak su! Sen daha in- saflısın aynalardan. Belki senin anlatımın daha yumuşaktır pürüzsüz camlardan! Nihan: O da ne? Sendeledi, hatta korktu! Ah güzel abim, neyin var? Ömer: Bir his doğdu içime birden. Ailemim toplanması ile kabaran zerre kadar mutluluğuma, şeytan bir kement attı alevli ağzından fışkıran fısıltısıyla. Dedi ki ilkinde içimden geldiğini düşündüğüm ses, “Bak şu berrak suya, yüzün normale döndü artık, tülünü boynundaki ipinden kes.” Ama ne yalan! En bulanık akis bile bağırıyor, “Çek yüzünü yabancı, benim aksim toprağın altındaki ölüyü göstermekte iyi değil.” Nihan: Ah talihsiz abicim. Dur da sana bir kez sarılayım! Ömer: Geri git! Dokunma lütfen! Sen de acıyorsun biliyo- rum! Düştüğüm hali hor görüyorsun! Bir süs köpeği gibi davranmayın bana! Mutluklarından zaman bulup ara sıra yanına uğrayıp etinden tamamen sıyrılmış kemikler ata- bileceğin biri olarak görme beni.
Nihan: Yanlış anladın bir tanem! Ömer: Kes lütfen kes! Dudaklarına emret, o acıyan kelimeleri seçmesin. Ey kulaklarım çıkar acından nefret eden kılıcını, gelen tiksinç cümleleri aklım işitmeden kes! Nihan: Kaçıyor utangaç bir çocuk gibi. Hala: Ah güzel kızım! Taze yaraya yaz meltemleri bile tuz basar! Biraz daha zaman verin ona! Nihan: Deliler yeterince zaman bulanlardır! Ona fırsat ver- meyeceğim!
20 21
PERDE 2
SAHNE 1
EYMÜRLERİN EVİNDE AKŞAMÜZERİ. CEM, YENİ KIYAFETİNİ DENEMEKTEDİR Cem: Harika bir kıyafet! İşçilik muazzam. Para ile yapılma- yacak iş az. Fuat: Ben de bayıldım efendim! Kumaş konuşuyor! Cem: Ne diyor peki? Fuat:Şükürler olsun beni işledi bir köylü. Şükürler olsun beni biçti bir terzi. Ve “Övgüyü hak etmiştim zaten,” dedi! Cem: Ey kumaşları işiten adam; duydun mu peki şu tiz sesi? Fuat:Müthiş bir ses! Cem: Hangi ses? Fuat: Sizin işittiğiniz efendim. Cem: Öyle ya! Senin sevginin çeşidi, sorgulamadan onay- lamak! Şu narin bayanın ses tellerinin yarattığı o müthiş titreşimin kalbime verdiği hazdan bahsediyorum. Demek sesin de soylusu var. Taşa vurunca ayağını, çıkan o anlamsız tıkırtı ile türlü namelerle anlayamadığımız akıl seviyesinde donanmış bir insanın genzinden çıkardığı müthiş sesin arasındaki fark, bir dünya kadar. Fuat: Anneniz yine yanık ve tiz sesli kadınları dinliyor. Şimdi anladım! Demek istiyorsunuz ki; o bayan benim soylulu- ğum ile şereflenecek, basitliği belli olmayacak. Cem: Ne saçmalıyorsun sen? Diyorum ki; onun narin adım- larının tok seslerini duyuyor kulaklarım. Hanemizin gelini
olmak için biçilmiş kaftan! Ayriyeten çok soylu da! Yoksa şüphen mi var? Fuat: Karahanları görmedim ama duydum efendim. Çok soylu olduklarına eminim. Ama soyluluk değil bakış açı- sıdır bir insanı şerefli yapan. Sizce? Cem: Düşündüğün gibi değil. O sokaklardan koynuma aldı- ğım güzellere benzemiyor! Soylu ve güzel… Zenginliğin tadını almış, umurunda olmazmış servet. Fuat: Bu da bir kadının servetinizin çekiminden dolayı kabaran aşkını sınamanız için yormayacak sizi. Bayıldım doğrusu! Cem: Neye bayıldın? Fuat: Korkmayın ben yaşlı bir adamım. Kadının bahsi ile kabaran nefis gençlere özgüdür. Demek istediğim efendim, Bedri Bey tanınmış bir insan. Bildiğim; yiğit ve şerefli. Seçimi akıllıca, ben de kızımı size verirdim onun yerinde olsam. Cem: Elbette, elbette! Sevginin sağlam temelidir denk ko- numlar. Bana sert bir içki getir. Fuat: Aman efendim! Sertlikten diliniz incinmesin? Cem: Dilim, ezikleri överse incinir. Fuat: Hemen buzlu bir içki hazırlayayım! Hem içki sizi az- dırmaz, sakinleştirir. Kenan: Biz de kardeşimize eşlik edelim! Teoman: O ne içerse ondan içelim! Fuat: Sizi mezarcılar; kendi içkinizi kendiniz hazırlayın. Teoman: Bir şey mi dediniz uşak? Fuat: Buz olsun mu dedim! Cem: Çok özel bir yemek hazırlatıyorum ona buluşacağımız gece. Her şey kusursuz olacak. Ağzı kulaklarına varacak kurguladığım görkemi görünce. Kendinde soylu sandığı hisleri bile basitleşecek.
22 23
Kenan: Kadınlar görkemi sever kardeşim. Fakat idealist olanlar değil. Cem: Ne demek istiyorsun kuzen? Kenan: Bedri Bey’in kızı yoksul ve açları kollayan genç bir bayan. Tek ideali ezikleri yüceltmektir. Senin gibi kibirler doğu ile batı kadar uzaktır bu zihniyeti ile. Cem: Gençlik hevesidir. Diyelim ki boş zamanını ve babasının parasını harcayacak bir yer arıyor. Ayriyeten ilk görüşme- mizdeki tavırları ya sıkı bir namusa işaret, ya da büyük bir kibre. Asıl sorunum bu olurdu öyle değil mi? Aşırı kibir! Teoman: Kibre kibir ile karşılık vermek üstesinden gelebi- leceğin bir durum kardeşim. Kenan: Bu senin doğan! Bir ceylan değil ki sırtlanın önüne düşen, bir aslan. Fuat: Kapının eşiklerinden yapay rüzgârların haykırdığı sert ses, babanızın geldiğine işaret! Kenan: Biz kalkalım. Amcamız görmesin! Zira bize kızgın, sizin bilmediğiniz sebeplerden dolayı. Bu akşam eğlence- miz çok renkli. Mekânımızda güzel hanımlarla eğlenirken, bizi ziyaret etmek istersin diye düşünüyoruz. Ya da evde kalıp sevgilinin hayalini kurarsın! Cem: Hayaller değil artık gerçeğe dokunmak hevesim. Ne kadar ters gelse de siz kaba ruhlara sevgi ile yüceltilen hisler, ben hoyratlığı bir kenara bırakıp ev kuşu olmaya kararlıyım! Elveda kardeşlerim! Cem: Hoş geldin babacığım! Kurt: Hoş bulduk oğlum! Boynun bükülmüş! Yoksa yumu- şatıyor mu seni şehvet duygularından arınmış bir sevgi? Cem: Hayır hiç de bile. Boynum kavgadan ağrıyor. Gözlerim saygıdan yere bakıyor. Kurt: Ben de öyle düşünmüştüm zaten. Deliliğe doğuştan sahip olanlar, zamanı geldiğinde sert bir travma ile tetikle-
nince, akıllarını zincirlerinden salarlar. Zayıflığını bastıran erkek ise ancak bir kadın ile diz çöker. Tutmaz olur o sert elleri, yumuşar zihni, kul köledir artık kadına. Cem: Elbette babacım! Fakat sanki biraz yumuşamak gerekli gibi geliyor bana! Sevgi sert rüzgârları kaldırır mı? Kurt: Kimi arsız bir papatya gibidir, kimi ise lilyum çiçeği kadar dayanıksız. Dinle; ben seni öfkenin, kibrin günahkâr, yenilmez katranlı suyunda yıkadım oğlum. Sırf ananın merhameti silinsin diye zihninden. Cem: Endişelenmeyin! Asla diz çökmem bu saatten sonra kimseye. Rüzgâra bile izin vermem, kin güderim beni hır- palarsa. Sevgiyi beklemem, gidip alırım. Şiddet meyilim, kan ödülümdür. Bahsettiğiniz kırılmazlık seviyesine saye- nizde ulaştım. Bir kadına teslim edecek değilim efendim! Kurt: Aferin oğlum. Ben çok ezildim zamanında. Ama seni kusursuz bir kırılmaz yapabilmek için, ruhunun üzerinde bir heykeltıraş gibi çalıştım. Cem: Elbette! Hatırlasana babacığım; ilk aşkımı nikâhsız iğfal etmemi emretmiştiniz. Bir kez; okuldaki iktidarımı kabul etmeyip beni döven gençleri, kiraladığınız güçlü katiller ile bir kartalın yavrularına incinmesin ve aynı zamanda vahşiliğin doğasına alışsınlar diye çiğneyerek sunduğu yarı canlı yılan gibi önüme serip, ağızlarını burunlarını birer kan çanağına çevirmemi sağlamıştınız. Ve daha nice vahşet… Kurt: Öyle ya! Sen ancak bir kartal yavrusu gibi yetiştin. Yemekte ne var? Hizmetçi: Sevdiğiniz her şey var efendim! Kurt: Öyleyse servis alayım sevdiğim her şey için. Ece Hanım: Koridordan yankılanan sesinizi işittim! Ve di- yorum ki, benim merhametim olmasa oğlumuz bu şehrin
24 25
yarısını yakardı. Zaten doğuştan miras kalan gaddarlığı yok değil. Cem: Ama gülüşümü sizden almışım anacığım! Güneş gibi parlar dişlerim! Kurt: Bir melez diyelim evladım. Asalet ve gaddarlığın melezi… Ece Hanım: Kendinizi bu kadar gaddar göstermeyin beye- fendi. Yeri geldiğinde centilmenlikte üstünüze yok! Kurt: (Cem’in kulağına fısıldayarak) O dayanıklı bir lilyum çiçeğidir. Ama seni yanıltmasın, o hariç her kadın dağ çiçeğidir. Cem: Yemekler leziz. Azı yetti! Baba, size tekrar teşekkürler. Hem soyluluğu hem de güzelliği aynı bedende buluşturmuş olan; sizin gibi sarsılmaz birine işaret verdi. Ve kaderimin kapısına oturan bu çelik anahtarı usulca çevirdi o kişi. Ece Hanım: Oğlum, gitmeden bir dinle: Balığın büyüklüğüne göre değişir oltanın ucu. Büyük balıklara heveslendiğin nehirde, oltanı kontrol etmelisin. Baban bazı zamanlar seni, gençliğinde olmak istediği adam gibi telkin edebilir. Ama sen bu kondurulmuş kabalığından biraz törpülen. Gelinimiz olabilecek, ailemize yakışacak biri ile görüştürdük seni. Namusuna en ufak bir hareke- tin, Karahan ile bizi birbirimize sokar. Kontrol etmelisin kendini. Narin ol, ancak evleninceye kadar. Ondan sonra zincirlerinden çıkacaktır zaten gerçek kişiliğin.Ve zamanı gelince şehvet ve sevgi hislerini giderdiğinde, aklın rahat- lar, bedenin bambaşka bir enerji ile iş görür. O zaman da babanın işlerini gerçek bir erkek gibi idare edebilirsin Cem: Kulağıma bir küpe daha! Meraklanma anne, karara bağlanacak bu iş uzamadan.
SAHNE 2
ÖMER’İN KUZENLERİ BARAKALARINDA LAFLAMAKTADIR- LAR Ferhat: Bam, bam, bam! Budur çıkan ses tabancamdan. O ses gürültülü ve sağır edici, rica ediyorum, boş yere arama anlam! Kadir: Anlam mı? O da ne? Ekmeğin arasına konulan bir katık mı? Bir içecek mi sarhoşluk veren? Yoksa bedenin içinde tutamadığı bir atık mı? Postacı: Efendim! Postanız… Ferhat: Öyle ise ben senin kardeşinim sen de benim! Ama bacımızdan gelen bu mektup da nedir? Ah güzel bacım benim, teyzemin gülü! Mübarek dünya evine girmek için ailemiz ve bizi davet ediyor. Böylelikle biz de kardeş ve akraba ihtiyacımızı karşılayabileceğimiz bir kardeşliğe gebe kalıyoruz. Ey Yüce Rabbim! Bu günahkâr kullarını affet! O belalı kavimler gibi etme helak! Bize yaşam ve iman ver! Bu düğüne yetiştir bu değersiz kullarını.
26 27
SAHNE 3
GELİNLİK PROVASI Bilal: Aşkımın yüzü solmuş. Leyla Hanım: Hep solgundu zaten. Bilal: Hayır değildi anne! Aşkımın yüzü solmuş, tıpkı susuz bir çiçek gibi. Abisinin durumu, aklı selameti için saklan- mış ondan, yavaşça zerk etmişler vücuduna kardeş acısını. Leyla Hanım: Ölmedi ise sorun yok! Yaşamdan daha değerli değil hiçbir şey! Bilal: Öyle deme! Düşünsene; senin hamallığını çeken ba- caklar, bir gün baktığında olmasalar yerinde. Hem fizik hem zarafet, insanın en leziz tamamlayıcısı, belaya veya hayra giden yolların adımlayıcısı ya alınsaydı senden? Bu ölümden de beter bir durum. Leyla Hanım: Elbette kötü olurdu böylesine bir eksilme. Fakat aklım diyor ki bana, başına gelmedikçe hiçbir acıyı önden düşünme. Bu yüzden hep mutlu olmalıyım. Bilal: Tabii ya! İçki, kumar, uyku ve sinir hapları… Akıllı ol anne! Tarihin başından beri mutluluk sökücü olarak kullanıldı senin bağımlılıkların. Leyla Hanım: Seninle tartışamayacağım. Müstakbel gelinim de yanaşıyor buraya. İyisi mi sizi yalnız bırakmak için dışarıda bir sigara yakayım. Bilal: Aşkıma bir bakın! Nasıl da yakışmış o gelinlik üzerine. Nihan: Öyle mi? Ama hayallerimde bu kadar soluk değildi düğünümün arifesi. Bu bembeyaz kıyafet bile solgun görü-
nüyor. Gözümün tek gördüğü, yanıp bitmiş bir külün rengi. Bilal: Ah bir tanem! Ne olur üzülme! Elim ne kadar uzundur bilirsin. Zannetme ki hikâyelerinde hep kendini anlatan bencilin tekiyim. Hayır değilim. Ama öyle davranmam gerekli ise davranayım. Hele bir bitsin şu düğün, beraber gençlik hayalimizi noktalayıp yetişkinliğe geçelim. Ondan sonra abinin yaraları ile ilgileniriz. Ama sana yalvarırım, ömrümüzde ilk kez rastlayacağımız ve bir daha karşılaşma- mayı dileyeceğimiz bu mutlu anları bir yasa çevirmeyelim. Nihan: Karşılaşmamayı dilemek! Ne güzel dedin! Hayır ile bir daha karşılaşmamak isteyebilir değil mi insan? Kutsal olana bir kez gülmeli. Sana güveniyorum bir tanem. Bilal: Şöyle gül işte. Sen gülünce bütün gelinler yas tutsun. Böylesine güzel ve mutlu bir gelin görünce, güller bile solsun! Ayşegül: Gelinimi gördünüz mü? Nihan: Bak da gör, tam karşında! Ayşegül: Öyle ya! Dikilmiş boylu boyunca. Nihan: O zaman övgü veya yergi senindir! Tabii kibirlen- dirmeyecek kadar! Ayşegül: Değerli bir cariye, sultanı tarafından sevilir de, bü- tün saray diz çöker her güzellik katan madde ile! Hizmetçi olur kul köle genç cariyeye! O da ancak bu kadar güzel olur! Döndüğüne sevindim! Ömer burada mı? Nihan: İğne deliğinden geçemeyecek bir deve! Ömer gelmedi. Neyse, darısı başınıza diyeceğim eski dostum! Ayşegül: Beyim, görüntünüzdeki nezaket kalbinizin işidir umarım ve bakışlarınızın sertliği kadar sadakatten ödün vermiyorsanız, birbirinize çok yakışmışsınız! Nihan: Aynı yastıkta uyumaya başlayınca çiftler, başta bir alışkanlık hâsıl olur. Sonra da önceden göremedikleri bin bir türlü kusuru görürler. İç içe sığmayan görkemli hisler
28 29
birden kaybolur. Bakalım o zaman yakıştırabilecek misin? Bilal: Memnun oldum! Gelecekteki halimin avukatlığını yapamam! Çünkü o adamı tanımam! BUSE GİRER Buse: Yaşımın verdiği havailik hissiymiş! Hani nerede o? Neden insan bahsedilen veya öğütleneni göremez? Nihan: Ne bileyim, o zaman öğüt almana gerek olmazdı herhalde. Ayşegül: Çünkü içindedir! Buse: Ablacım hoş geldin! Ayşegül: Hoş geldin sana da! Görmeyeli bahar dalları gibi serpilmişsin! (İçinden) Açıkçası; onun körpe güzelliği içime oturdu! Haydi, durma! Şimdi gelini güzelleştirelim!
SAHNE 4
ZEYNEP, BABASINI ŞANTİYELERİNDE ZİYARET EDER Zeynep: Babam nerede? Kaman: Kürsüye çıkmak üzere! Yeni kalelerinin ne denli görkemli olduğunu anlatacak. Ama pek ilginizi çekmez değil mi? Siz hesapsız parayı oldukça seversiniz! Zeynep: Orası seni ilgilendirmez. Bak işine! Kaman: İşim bu hanımım! Eniştemi duygusal olarak yönet- mek... Sizi anlayamıyor! Diyor ki; öyle genç bir cevher az bulunur! Her kız evlenmek ister o adamla. Zeynep: Sizinle mi paylaşıyor düşüncelerini? Ah zavallı babacığım! BEDRİ BEY’İ İŞARET EDEREK Kaman: İşte, kürsüye yanaştı tüm ihtişamıyla! Adı heybet olmalıymış! Düşüncelerinin boyu, kızının hislerinden de büyük. Lütfen onu bu halde meşgul etmeyin! Zeynep: Çok şımartmışlar seni! Büyüttüğün yüceliklerin sağlam temelleri yeryüzünün sıkıntıdan silkelenmesine bakar. Düşünceleri yıkılan sen, bir hayal kırıklığına uğ- rarsın o zaman! Kaman: Depreme oldukça dayanıklılar hanımefendi! BEDRİ BEY KÜRSÜYE ÇIKAR Bedri Bey: Bayanlar baylar! İnsanın doğası saklanma iç- güdülerine sahiptir! Ve insan; güçlü, kırılmaz duvarların
30 31
ardında zayıf olan her anını özgürce sergileyebilmek ister. Dünyanın zayıflık kabul etmez kanunlarına boyun eğ- meden yaşamak... Küçük dünyamız evimizdir! Özgürce günahlarımızı sergileyebileceğimiz yegâne mekân! Şimdi buyurun beraber gezelim eserimizi. Ve karar verin; inşaat denilen kaba işçilik bir sanat mı, değil mi? BEDRİ BEY SUNUMUNDAN GERİ DÖNER Kaman: Güzel gösteriydi enişteciğim, bravo! Kızınız burada. Bedri Bey: Ne sevimli! Kızım pek eğlenmez ticaretim ile ama... Kaman: Bir maruzatı var gibiydi. Her neyse, ablam yani karı- nız sizi bekliyor yıldönümü kutlamanız için. Vakit dar! Bu yüzden yolda konuşmalısınız onunla! Bedri Bey: Elbette! Acele etmeliyiz! İşte benim bir tanem! Zeynep: Sevgili babam! Bedri Bey: Annem nasıl? Zeynep: Dürüstçe geçinip gidiyoruz! Bedri Bey: O halde bana ne danışacağını biliyorum. Sen söylemeden nasihatlerime başlayayım. Bedri Bey: Sen öksüz büyüdün. Yeterli ana sevgisi görmedin. Ama büyük bir baba şefkati gördün. Çok sevginin gerekliliği gibidir şımarıklık. Zeynep: Baba, kızın daha yirmi birinde! Hem bana şımarık demek, korkunç bir gözlem gerektirir! Bedri Bey: “Baba, kızın kartlaşmanın ortanca halinde” dedi- ğini işittim sanki. Zeynep: Zaman değişti. (Sokakta yürüyen bir bayanı işaret ede- rek) Bir baksana şu kadına, kıyafetlerinin tamamı bir bardak suyla yutulacak kadar zayıf. Senin devrinin insanları değişti baştan aşağı. Yumurtayı kabukları ile kızartan olgun kadın- lar var artık. Erkeğini sözde altına alan... Teyzemin kızını hatırlasana bir; anne, bebeğine memelerini yasaklamıştı.
Bedri Bey: Benim devrimin kadını göz, ayak, el, parmak değil miydi? Yok, doğru söylüyorsun. Değişti insan. Ama yeryüzü gibi şekli şemali değil. Anlayışı. Artık sevgililer nikâhlanmadan yatağa giriyorlar. Birbirlerini kirletip terk ediyorlar. Ana baba sevgisi eksilmiş. Hem teyzenin kızı cadı sütü emmiş! Zeynep: Söyleyin nedir bu acelecilik? Sizi mutlu edeceğim diye neredeyse nişanlanma arifesine girdim. Bedri Bey: İyi de yaptın! Gençliğin hınzır ateşi o kadar alev- lidir ki, bir şeytanı çağırmak için ayin yapmaya gerek bile kalmaz. Melun her vakit gezinir etraflarında. Gücünü şehvet ile birleştirip en aptal planlarını bile kolaylık ile yürütebilir. Sanmasın ki kimse şeytan bir deha. Sen de gördüğüm kadarı ile iş göremiyorsun kendi kendine. Ben el atayım dedim! Me- raklanma; çokça araştırıp, senin için en güzel olanı seçtim. Zeynep: Kart bir erkeğin bakış açısı ile genç bir kızın hayalleri uyuşmaz ama. Bedri Bey: Öyle değil! Yaşın eğer gelmiş ise saçların beyazla- dığı, tenin büzüştüğü çağa ve her tokadı öğüt etti ise başın, artık sadece hüzne değil de sevince saldırıyorsa gözyaşın, karar vermenin de değerli bir seviyesine ulaşmışsındır. Zeynep: Ama ilk görüşmemizde garip şeyler hissettim o genç beye karşı. Hiçbiri sevgi ile ilgili değildi. Hatta itici bile geldi. Hani bir kimsenin yanında bile durmak istemezsin ya! Öyle hisler doluştu içime! Bedri Bey: Daha ilk görüşmendi. Ruhlar aceleden hoşlanmaz! Annenin peşinden yıllarca koştum. Sevginin zamanla yeşe- ren bir çeşidi daha vardır! Bak bakalım seninki de ondan mı? Zeynep: Size saygı duyuyorum. Öğüdünüzü tutacağım. Gö- rüşmeye devam edeceğim. Fakat istemediğim işi yapmam, bilesiniz.
32 33
BEDRİ BEY’İN EVİNİN KAPISI AÇILIR VE ÖZDEN HANIM GÖ- RÜNÜR Özden: Hoş geldiniz! Kim yapmaz istemediği işi? Zeynep: Ben yapmam! Özden: Demek akıllısın kendi kararlarını verebilecek kadar! Çabuk çabuk, elinizi çabuk tutun! Hizmette kusursuz olun! Canım kocam ve onun kızı geldi. Ama hiç sanmam bu güzel kararını verebilecek kendi! Zeynep: Bana müsaade! Özden: Kalsaydın canım! Zeynep: Sadece babam ile dertleştik. Özden: (Zeynep’in kulağına fısıldar) Çok mutlu olacaksın o genç delikanlı ile! Zeynep: Olmaz demem efendim. Sizi öpüyorum. Acelem var! Bedri Bey: Unutma kızım. Uysal niyetler ile görüş onunla. Bir kez daha ve bir kez daha. İstekli dene, kaynat kanı kana. Ama yanına her zaman bir dostunu al. Yalnız olmaz. Bilirsin, ateş ve barut yan yana durmaz! Zeynep: Gülay’ı alacağım yanıma! İş ahlaka gelince bir dâhidir. Beni kollayacaktır, emin olun bundan! BEDRİ BEY İÇERİ GİRER Özden: Son sözü ben söyleyeyim; tüm ruhunla uzak dur ondan, ama bedenin yanlışlıkla dokunsun ara sıra tenine. Bir parçan kalacak onda böylece, ruhunun uzaklığı ise ka- rakterini ele vermeyecek! Zeynep: Siz de böyle yapıyorsunuz sanırım! Özden: Hadi yavrum kaçırma artık hayatı. Bekârlık kadını zehirler! Zeynep: Ukala kadın! İnsan suretinde ayaklanmış eşek! Bir de bana boş zihninden çıkan akıldan verecek.
SAHNE 5
BERİL HANIM, MUSTAFA İLE BİRLİKTE EVİN KARANLIK ODA- SINA BAKMAKTADIR Beril: Çok sevdiği bacısının şerefine kaldırıp ölü bedenini, teşrif etmiş bahçede yapayalnız siyah örtüsü ile. Ama in- sandan korkup ürkek bir ceylan gibi kaçıvermiş odasına. Ve denemesi başarısız olan şimdi, yine kapandı derince içine! Mustafa: O oda, ölmeden önceki mezarı sanki. Dün gördüm hizmet ederken çırılçıplak yüzünü, hayatı taşıyan yarısı gereken tasviri almama yetti. Bağırıyordu teni “Artık benim için bu hayat bitti.” Beril: Hayat dolu bir evde oluşturulmuş kapkaranlık bir mezar. Yanında ne sohbete dostu, ne de okumaya bir kitap var! Daha dur oğlum, kabir uzak değil zaten, o ahdi fazla beklemez böcekler kurtlar! Münker Nekir’e ne diyeceksin sonra “Şaşmadım mezara doluşmuş bedenime, çünkü ben o kazadan beri hazırlıklıydım ölüme” dinlemez o hırçınlar. Sorarlar ne diye girdin dünyada mezara? Biz bir yaşamı sormaya geldik senin huzur-u nefsine. Mustafa: Kardeş gibiydik bunca zaman. Beni bir evlattan ayırt etmeyen sizdiniz. Ama kazadan beri tanıyamıyorum onu! Artık onu tanımak demek, acısına ortak olup bir şekilde, onun ile beraber acı çekmek demek. Beril: Giriş kapısını bulmalısın Mustafa. Yoksa Latif ve ben tasadan öleceğiz. Anlamıyor musun, acısına ortağız zaten. Ama kalbine giden yol orada değil, başka bir yol olmalı.
34 35
Mustafa: Bir ayı doldurdu zaman. Aciz bir kuşa merhamet ile titreyen bir çocuk gibi, sevdiği kardeşinin düğünü ola- cak bu ay dolmadan. Gelmemesi, onun yıkıldığının kanıtı, gelmesi ise mucize ile eş manalı. “Bu güzel günü ölsem de göreceğim” sözünü diyen, odasına bakakaldığımız kardeşin döküldü dilinden. Beril: O gün umudum oldu o zaman. Belki silkinir karan- lıklarından ve bize yeteceği kadar görünür! Sen, Mustafa sen! Bırak tası tarağı. Bir hizmetçi tutalım iki kolunu havada tutacak. Ağzına yemeğini verecek. Yeter ki destek ol ona. Yalnızlık hep cinnet getirir en sonunda. Eğer ona cinnet gelirse, dostundan bilirim! BERİL HANIM GİDER Mustafa: Ey, kendine öfkeyi, nefreti başa kakan cinler. Ba- şımı belaya sokmayın. Defolun bu evden! GÜNÜN GECESİNDE, ÖMER ODASINDA YALNIZ Ömer: Bir zavallı değil mi bu adam? Ne hüzün… Ey acıyarak bakan! Bu aşırı kırılgan duygusallık halinde ne dertler var biliyor musun? Kahroluyorsun işte sevgi ile bile baksa anan baban! En uzaktan geçen laf dolanıyor sanki sırtından sinsi bir yırtıcı gibi ve vuruyor ok arkandan. Çıldıracağım! Bu duvarlar da kapayamıyor artık zihnimi. Değil mi, örtemez artık hiçbir örtü bu mevcutta garip ucubeyi? PENCEREDEN BAHÇEYE İNER Evet, artık duvarların örtüsü en hassas yerlerimi bile açıkta bırakır. Gecenin o ayyaşlarla dolu arka sokakları ancak benim gibi bir ucubeye yorgan olur, boylu boyunca da kapatır. Evet kaçıyorum! Kapıdaki bekçiler uykunun gözü açık ola- nındalar. Ne içeri gireni bilirler ne de çıkanı bu saatten sonra.
Evet, işte en adi semtlerin en çirkin sokaklarındayım. Seç- tiğim bu iğrenç koridordan yükselen balgamlı uğultu, beni kabul edebilecek kadar ayyaş olabilir mi acaba? Geceler burada daha karanlık ve hain. Nasıl da dökülmüş gündüzün utangaç yüzü, geceye akıtmış bir dolu irin. Ah yalnızlığım, çirkinliğim, evini buldun işte. Sen mesken tut geceyi. Odan olsun her sokak, saklanabilsin güzeli seven- den, tatmin etmey1ruhu eskitmek hiçbir zaman! ÖMER EVE DÖNÜŞTE KALABALIK AİLELERİN YEMEK YEDİĞİ BİR KAFE ÖNÜNDE DURUR, PENCEREDEN İÇERİYİ İZLER VE KULAĞINA BİR MELODİ TAKILIR Ömer: O da ne? En sevdiğim müzik. Ah bu kafe! İnsanlar ne kadar da mutlu. Yemeklerini yiyip içip sohbetleşiyorlar. Fakat içimdeki bu his de nedir? Onlara karışma isteği. Evet! Ve şarkı da bitti. Delicesine dinlemek istiyorum tekrardan. Korkum yok yaramdan, giriyorum içeri. Ne yapıyorum ben? Yüzümden kalbime akseden canavar, sanki başkala- rının mutluluklarını taciz etmek istiyor. Ucuz ruhundan yüz çevirmek için insanlara sataşan bir serseri veya açlığını hor görüp zenginin nimetini kıskanan fakir. Bu düşünceler kıymıklı, söylesene Rabbim bu hislerin aslı nedir? Evet; o kadındaki tılsım, bir ok gibi beni zihnimden vurdu. Sanki içimde bir doğum var, hoş bir acı ile bede- nimi kavuran! Ruhum yeniden dışarıdaki seslere kulak verip de duymakta. Dur kalbim, dur ruhum! Gitmeliyim artık, geç oldu! ERTESİ GÜN Mustafa: Gördüğüm hayal olmalı. Şükürler olsun değil. Ürkek adam kendiliğinden çıkmış parlak güneşe. Annem izliyor camdan, laf taşıyacak merakta kalan baba ve an-
36 37
nesine. İyisi mi yavaştan yanaşayım yanına. Kıpırdayan dudaklar gizde kalsa da, duruşu hitap eden insanın dengi. Ömer: Çaresizliğin çaresizliği... Geri döndürülemez mi hiç- bir şey? Peki, o zaman nerede bu düzenin adaleti? Hani şu umutlu hikâyeler var ya. Hepsi düzmece olmasın! Ne yani şimdi, ölüler hiç dirilmedi mi mezarlarından, aslan kusmadı mı avını? Seke seke devam edemedi mi o yenilen? Yıkılan tekrar eski ihtişamında dikilmedi mi? Ömrünü hiçlikte heba etmiş hüzünlü bir ihtiyar gençliğine tekrar dönemedi mi? Ne kadar acımasızsın yaşam! Mutluluğu anlarda tattırıp, gaflet zamanlarında tüketiyorsun. Dert- leri, belaları ise uzun zamanlarda anlara bölüp yavaşça tattırıyorsun! Mutluluk kolayca lekelenebilirken, her an hızlıca yaşlanırken, mutsuzluk hiç solmayan bir yaban çiçeği sende. Mustafa: Kaderi bilmeyen bir adamın sözleri mi duyduğum? Ömer: Mustafa, beni dinlemişsin! Kulak misafiri misin, yoksa söz almak için mi kulaklarını dikmiştin? Mustafa: Anne ve baban meraktalar. “Neden oğlumuz biz- den bu kadar uzak?” diye. Ömer: Aynı evdeyiz ya! Uzaklık değil ki bu. Mustafa: Mesafelerin uzaklığından daha çetindir aklın uzaklığı. Bilindik mesafeleri aşar aklın uzaklığı. Ömer: Onlara kızgınım, onlara öfkeliyim! Mustafa: Ne diye? Ömer: Biri beni tohumladı, diğeri de doğurdu diye. Eğer bunlar gerçekleşmese, bu işe yaramaz beden hiç var ol- mayacaktı! Mustafa: Arabanı sarhoşken bulmasaydın da yaralanmaya- caktın. Ama buldun. Bulmama ihtimalin yoktu, doğmama ihtimalinin olmadığı gibi. Ne kadar güzel bir çiçek!
Ömer: Sadece çiçek değil, gül. Gülü tanımayan senin gibi nadirdir! Mustafa: Gül çiçek değil midir? Ömer: Çiçekten de ötedir. Eğer çiçekse ormanın kralı aslan gibidir, tüm türlerinin eyvallah çektiği. Mustafa: Âşıkların her kelamında vardır! Ömer: Çünkü tıpkı onun gibidir! Benzeşirler birbirlerine, nefret ve sevginin benzeştiği gibi. Mustafa: Sevgili nefret eder sevgiden, ateşli tutkunun çelik hapishanesinden. Ömer: Elbette kardeşim… Ve sevginin içgüdüsel çekimine, ilk görüşteki makyajlı süsüne kanan âşık zorluk ile karşı- laştı derinlerine indikçe aşkın. Anladı ki tıpkı dikenli bir gül gibiydi aşk. Süslü, güzel, vazgeçilmez. Ama acıtır bir o kadar. Çok sarılırsan, ikisi de batırır dikenini. Mustafa: O halde dikeninden ayırmak gerek! Ömer: O zaman da doğal olan yağmalandı. Mustafa: Öyleyse kısıtlama zihnini. Kurtul sıkıntılardan, aç perdeni. Ömer: Söz mü bu? Sen apaçık gördün yüzümü, hilkat garibesi demez miydin dostun olmasam? Hem ne diye acıyı göstereyim ki masum bilindikliğe bakan gözler ile kırılgan yaşamını oluşturmaya çalışan bir bebeğin gö- züne. Farklılıkları anlatması için mi anası?… Yo, o halde örnek göstertmeyeceğim kendimi. “Bak yavrum, bak da şükret haline, dön de bak şu çirkinlik abidesine, gariplik bilmecesine, biçimsiz formların zuhur etmesine. Düşme yanılgıya, hayatın gizidir deformasyon, bir günde yaşlanır mıydı baban? Örnek al yaralı adamı” demez miydi kahpe hayat bilmecesini evladına anlatan? Mustafa: Öyle deme kardeşim. Bana şu yüzünün halinden daha da fazla acı veriyor dilinin korkaklığı. Çıldırtmak
38 39
mı istiyorsun beni? Şurada hüngür hüngür ağlayayım mı? Ömer: Aman ağlama! Erkekliği sağlamlaştıran, kadınlar- dan daha sıkı ipler ile bağlı kalbimdeki çelik zırh, şimdi örümcek ağları kadar zayıf ve ince. Bir kadından beter! Böylelikle, ağlayanı görünce ağlamaya başlarım, dayanmaz bu görüntüye yüreğim. Mustafa: Fakat nedense bambaşka bir hal var bugün sende! Karamsarlığından münezzeh güneşle buluşmuş, dilinin bağını açmışsın. Sanki eski Ömer’i hissediyorum bugün. Ömer: Eski Ömer gitti! Yırt onun resmini, boğ onu, kes dilini. Zihninde var olmasın hiçbir şekilde. Onunla beni kıyas- larsan hep üzülürsün artık! Aşklarına şiirler yazmaktan zaman bulamayan, gülmekten ağlayamayan adam, sersefil sokaklara düştü. Daha dün gece oradaydım, sarhoşlarla dans ettim, karanlıklarla seviştim. Ve bir nebze olsun ha- fifledi sanki ruhum. Mustafa: Sana dur demeyeceğim rahatlama yöntemlerin hususunda. Güçlüsündür, şeytanın cirit attığı sokaklarda bile. Ama madem sohbete açıldı dilin, tenin güneş kabul ediyor, o zaman bir bir söyleyeyim. Bacın merakta. Bana düğününe gelip gelmeyeceğini sormamı istedi. Haline kahroluyor ayrıca. Bir gelinin kadınlığa açtığı kapıdan parıldayan nur kalmamış yüzünde. Zannedersin zoraki bir evlilik yapacak, hiç sevmediği biriyle. Ömer: Düğüne gelmek mi? Güldürme beni. Bu halim ile insan içine çıkmam. Bu korkutucu çirkinliği zincirlerinden sal- mak haksızlık! Amma ve lakin bacımı buraya geldiğinden beri reddederek iki kez üzdüm. Bu sefer sevindireceğim. Bu başımdaki kalın tül görmeme engel değil. Onu örter başıma, ziyaretlerinde bulunurum. İzlerim uzaktan uzağa. Senden ricam, beni hiçbir an, o gün de yalnız bırakmaman. Mustafa: Elbette kardeşim! Nasıl istersen. Hani diyeyim ki,
iki göz kapanır da açılır kısa bir süre içinde. İşte o kadar zaman bile seni bırakmam. Fakat hiç olmayınca gafletle alışan insan, buldu mu da öldürür. Sadece merak ediyo- rum! Uğruna bunca acı çektiğin Yasemin… Ömer: Kapat o açıldığında sadece bir tutam ışık süzdüren kapıyı. Seslendiğinde sadece yerini belirten ses! Aşk deni- len döngüde, kalleşlik ve bencillikte birinci… Açılmadan kapat! Mustafa: Düşünce emrinize amadeyim. Ömer: Düşünce bekçiliği ahmaklıktır. Dön bence sözünden. Saygılıyım de, ne bileyim tamam de. En felaket karmaşalar; duyguların yönlendirdiği, kitapta yazılmayan boş insan düşüncelerinin doğurduğu sözlere amadelik ile çıkmıştır. Mustafa: O halde siz bilirsiniz! Ömer: Bilmekliği kesin olan ölüdür. Bilgi pişmanlık getirir. En pişman ise, toprak altındaki ölüdür. Ayriyeten en bil- gindir de. Mustafa: Öyleyse iyi günler! Selamün Aleyküm.(içinden) Hiç kuşkusuz bu sözler boş değil. Yarası bilgelik katmış zihnine! Sözleri her sözün sonu, kim bilir belki de yarım yüzü keramet ehli etmiştir onu! Ömer: Aleyküm selam. DÜĞÜN SALONUNUN BAHÇESİNDE Latif: Ah genç adam! Basit bir kaza, derin bir çukur açtı kalplerimizde. Önce inanmak istemedik. Hani o içinden çıkılmaz kâbusun bir şekilde biteceğini bilirsin ya! Öylesine şımarık umutlarımızı bile değerlendirdik. Fakat olan oldu artık. Ne yani kızımızın düğününe gözyaşı mı dökelim? Bilal: Efendim; düğün merasiminin tam orta yerinde, dolu iken zevk, sefa, mutluluk, kalabalığın her köşesinde ku- caktan kucağa atlarken, hıçkırarak ağlamaya başlasanız
40 41
hanımız ile birlikte, yine de çirkin görmeyiz bu davranışı ben ve ailem. En küçük acının bile yeterince yası tutulmalı. Beril: Latif, bu yaşından olgun oğlanın düşünceli sözlerini değerlendirme haznene al bakayım! İşte kitap gibi açık oğlan! Latif: Umalım ki delikanlılığı sözde olmasın! Nihan: Ben aklıma yazdım. İsterseniz anlatayım. Fakat ol- dukça uzun sürer. Latif: Aman anlatma. Toprak üzerindeki çimeni ciltlerce anlatan bayan, sevdiğinden bayıltana kadar bahseder anca. Bilal: Kim bu yanımıza yanaşan yapılı bey? Beril: O Mustafa. Bizim için evlat kadar değerlidir. Telaşlı ama tatminkâr ifadesine bakılırsa bizi umutlandıracak haberleri var. Ama sizi hüzün ile meşgul etmeyelim şimdi. Ayrılıp eve dönmemiz iyidir. Bilal: Ne demek? İster acı olsun ister tatlı. Bir evladınız olarak beni de dâhil edin her telaşınıza. Bekleyin biz de duyalım haberi. Mustafa: Selamün Aleyküm, dostlar selamet ile. Haberle- rim iyidir. “Bugün değil, yarın yıkılacak dünya” demek ne kadar iyiyse. Beril: O zaman sık nefeslerini önceden ver de, nefessiz kus söyleyeceklerini. Mustafa: Dünya yuvarlaktır, bizim gibi değil, nefesini hisseder her an ense kökünde. İnsan ise dal gibi düzdür, nefesi ısıtmaz ensesini. Kendi kendinize verdiğiniz sözler, kendinizi üzecek ise, kendinizdir, ihanet eden ahdine. Bilal: (Fısıldayarak) Kısa kesmesi gerekmiyor muydu? Nihan: O boş yere laf uzatmaz. Mustafa: Latif amcanın çiçek bahçesindeydi. Rengârenkliğin içine dalmıştı kara tülü ile ve tüm cümbüşü boğuyordu kustuğu yoğun öfke.
Latif: Ne diyordu o öfkeli? Mustafa: Diyordu ki; “Ah bir doğmamış olaydım, gör sen o zaman yerin göğün bayramını.” Beril: Ah oğlum, ondan önce tasasız eğlenirken, tek derdi âşıkları ile arasını yapmak iken, alkış mı tutuyordu bu kâinat ona? Nihan: Bu küskünlük hayra alamet değil. Tatminsizlikten doğan buhranlar, kasıtlı ölümün temelini atar hep. Mustafa: Öyle deme Nihan! Biraz bekleyelim. Odasından çıkıp bahçelerde dolaşması hayra alamet! Karamsar olsa da, cinneti anımsatmadı sözleri. Ve belki zamanla daha da kabullenir yarasını, aramıza da karışır günü gelir. Hem düğüne de zor da olsa geleceğini söyledi. Bana şart koştu onu kollamamı. Latif: Doğru, zaman ilacı olabilir oğlumun. Baksanıza dü- ğüne gelecekmiş. Böyle güzel haber var mı? Gün gelir tıpkı yeni doğan bir çiçek gibi yavaş yavaş açılır ve gün gelir de renklenir yaprakları. Bakarsınız yüzündeki tülü de atıverir. Nihan: Ben de geldiğimden beri hiç olmadığı kadar sevin- dim! Fakat baba çok umutlu düşüncelerini çıkar bence aklından. Sonuçta abimin yüzünde ciddi bir yara var. Korktuğu bu! Dalga geçilmekten nefret eder, hoş latifeleri bile içinde öfke edip kusar. Bir düşünsenize görenin içi kalksın ona bakınca… Beril: Dikkatli seç kelimeleri kızım. Çirkin sözler söylü- yorsun. Mustafa: Gerçekçi olmak lazım! O öylesine bir yara ki, en yakın tanığı benim, yakışmıyor bilindik ten ile hatırımıza yerleşen insana. Açılırsa apaçık, yürek burkar, acıyı hare- kete geçirir insan fıtratındaki. Beril: Ne cüret (Mustafa’ya tokat atar) nasıl kullanırsınız böyle kelimeleri? Yazıklar olsun size. Nihan; o senin abin.
42 43
Mustafa; senin de canından fazla sevdiğin arkadaşın değil mi? Fazla gerçeklik, fazla iyimserlik kadar kötüdür. Latif, götür çabuk beni. ARABADA Beril: Derin anlamlarla süslenmiş yaşama karşı ne küstah- lık! Süsten püsten unutmuşum analığımı. Ayaklar çamur olmasın diye bahçene bile beton dökersen, ne analık kalır insanda ne de aklı başında düşünce. Latif: Ne düşünüyordun ki? Niye öyle tepki verdin be kadın? Hem de yakında damadımız olacak bir yabancı karşısında. Beril: Bizi anlayacaklardır. Kendime vuramadığım için. Yani asla acıtacak kadar güç vermez nefsim koluma, incinmesin diye kendisi. Siz de bir tokat patlatmazsınız bana. En iyisi ben atayım dedim. İyi de oldu efendim, kendime geldim. Beril: Ah, bu nasıl analık böyle! Yakından bile bakamadım bir kez oğlumun yarasına. Neymiş efendim, o üzülmemi istemezmiş, onu üzmemeliymişiz, adamda ne yapsın en temel duygu gıdası anası ortada olmadığı için çaresizlikten kafayı yemiş, kapıyı üstüne çekmiş, kilitlemiş. Annesini mi içeri almayacakmış! Külahıma anlatın onu! BERİL HANIM EVE GİRİP ÜST KATA ÇIKAR. ÖMER’İN KAPISI- NIN ÖNÜNDE DURAKLAR Bu kapı, gözlerime ne kadar da yabancı! Sanki cehenne- min gafletten inkâr edilen kapısı... Hep önümüzde duran fakat hep görmezlikten gelinen... Biraz hareket etmeliyim; kapıyı bir tıklayayım ki, içerideki silkinsin sessizlikten, biraz telaşlansın, sıkıntısının anlık ilacı olsun heyecanlı bir tepki. Ömer: Kim o kapıyı kıracakmış gibi vuran? Yabancı bir misa- fir misin, ya da gündüzleri dolaşan şaşkın bir hırsız? Eğer
misafir isen bas da git, eğer hırsız isen dön bak arkana, onca gümüşten vazgeçtin de bu oda mı kaldı? Beril: Kim isem o! Sayende vefasız, ilgisiz ama sevgi dolu bir ana! Ömer: Tanımıyorum öyle bir ana. Benimki boş tasalarda boğulan, probleme ağlamaktan onu çözemeyendir. Kim o? Beril: Suretlere önem veren kadın! Ömer: O halde gel içeri, ama boş gözyaşlarını getirme. İÇERİ GİRER Beril: Yavrum, Ne kadar da hüzünlü o perde. Başka renk bulamadın mı o güzel yüzü örtecek? Aklıma kara bulutlar, beden emici toprak, göğüslere yuva yapmış karabasanlar geliyor. Bir dokunayım o yüze, uzaklaşma benden, ana değmez mi hiç yavrusuna? Ömer: Geri gidin lütfen! Küsüm size. Beril: Avcının nefesinden belki bir umut kaçmayan ceylan gibisin, belki bir umut o el sevmek içindir der gibisin! Ömer: Erkekliği sağlamlaştıran, kadınlardan daha sıkı ipler ile bağlı kalbimdeki çelik zırh, şimdi örümcek ağları kadar zayıf, ince. Bir kadından beter! Bu yüzden rutinin dışına çıkmayın anacığım. Sizi ben olduğunuz gibi de severim. Beril: Uzaklaşma bir dur! Dokunmak istiyorum yavrumun yüzüne. Ömer: O halde sağlam bir adım atın ve elinizi korkak alış- tırmayın. Beril: Ama kaçıyorsun işte! Ömer: O zaman durayım da bitsin bu bilmece. Beril: Görüyor musun? Ananın eli, yavrusuna işkence! Teni itiyor ters kutup gibi tenini. Ömer: Çünkü güzelliği soyulan bu tene zavallılık değdi. Soyluluk itiyor zavallılığı.
44 45
Beril: Ne diye kaçıyorsun bizden? Seni en saf, en savunmasız halin ile karnında taşıyan anana bu küskünlük niye? Ömer: Saf suya çamur karışınca nasıl tiksindirir de susuzluğu gidermez ise bu evladınıza da çirkinliğinden dolayı saf olmayan bir vehim bulaştı. Gitmeyi düşünüyor yakında. Tıpkı sahibini üzmek istemeyen ihtiyar bir at gibi. Beril: O nasıl söz? Gidenler bıraktığını da alır hep yanın- da. Hakkın yok söylediğine. Dur artık, kaldır şu perdeyi. Göster bana oğlumu hangi surette seveceğimi. (Tülü sertçe çeker.) Ömer: Ah anacığım ne yaptınız? Tül ince bir ip ile boynuma bağlıydı. Siz çekince boğazımı sıkan ip canımı yaktı. Beril: Affet beni! Ağlama oğlum. Dayanamıyorum dokun- mak istiyorum artık yarana. İlk kucakladığımda seni, hissettiğim o kutsal pürüzsüzlükten daha farklı olmayacak bu dokunuş. Ömer: Ah anneciğim! Canım çok yandı. Hem yaram, ah yaram! Biri cildimde, elem, çıkmaz, adi, korkunç bir leke, diğeri ise narin kalbimde, rahatlığa, bedelsiz sevmeye programlanmış et parçamda. Boynumu acıtmanız sadece bir anlık acı. Bakın geçti bile. Fakat bu iz, bu, korkunç leke nasıl silinecek? Kesilince ten, yara kabuk bağlar, kaşındıkça deri kabuğu atar. Hastalanınca şefkatli bir el, okşar başını, durur hep yanın- da. Ama bu algılarımı şaşırtan yara, paramparça ediyor beni. Beril: Doktorun yakasına yapışmadım mı sanıyorsun? Dö- nemez mi o pürüzsüz teni gerisin geriye? “Hayır” dedi! “Tıp bile kabul etmez böylesine bir iyileşmeyi. Tıpkı ölümü iyileştirmeyi kabul etmediği gibi!” Ömer: Niye kaçıyorsun peki benden? Beril: Sen kendinden kaçmıyor musun? Pırlantam zedelendi. Basit bir sarhoşluk ile onu parçalamanı hazmedemedim.
Kadere inanmasam yüzüne bakmazdım. Ömer: Peki kader ne der? Beril: Bilmiyorum! Bu sorunun cevabını bulmanı umuyo- rum. Ömer: Ölüm! Beril: Sakın ağzına alayım deme! Ömer: Öldürmedin mi eski oğlunu zihninde hala! Bu yeni ve farklı bir hal! Suretler en etkili kişilik belirleyicidir anla- sana. Bu yüzden okunacak artık hep karanlık ve çirkinlik. Öyleyse ben de korkutucu karanlığımı alayım. Kahır! Beril: Ne yani bu perdeler, baharat kokulu havasız ıssız oda, sessiz bir yaralı. Hiç tatmadığımı tattım ben kısa zaman- da. Allah’ın kudretini daha iyi idrak ettim. Onca afiyet ve güzellik, rahat hovardalık, parçalandı bir facia ile. Sanki o hoş geçmiş, hiç yoktu. Ömer: Uyumlanma o zaman! Beril: Sana zaman veriyorum uyumlanman için. Dikkat et söz bile vermeden sen, ben teklifini kabul ettim. Ömer: Düğüne geleceğim iki gece sonrasında! Şimdi beni yalnız bırakın ki, ruhumu hazırlayayım.
46 47
PERDE 3
SAHNE 1
ZEYNEP, ARKADAŞI GÜLAY VE NİŞANLISI KORTAN İLE CEM EYMÜR’ÜN YEMEK DAVETİNE İCABET EDER. EYMÜRLERİN RESTORAN KAPISININ ÖNÜNDE. Gülay: Biraz gülümseyin ve içinize kapanmayın! Zeynep: Dışıma kapanayım o halde! Gülay: İkisi de aynı yola çıkar! İkisini de yapmayın! Cem: Hoş geldiniz! Arkadaşlarınızı da getirmişsiniz! Başımın üstünde yeri var sizinle dostluğu olan herkesin! Zeynep: Hoş bulduk, size de merhaba! Evet, kadim dostların koruyuculuğu sağ olsun. Gülay ve yanındaki bey nişanlısı Kortan! Oldukça boş görünüyor bu yer! Cem: Bugün kimse olmayacak, hizmetliler hariç. Burası baba- mın yeridir! Önemli misafirlerimiz için bu gece kapalıyız! Dert etmeyiz zararı, bırakın gitsin değersiz birkaç lira! Bu yere daha önce hiç gelmiş miydiniz? Kortan: Bayım burası “Karma”, bilmeyen nadirdir! Bu yer şehrin en iyisi! İki aylık maaş ile çift kişilik yemek yenir. Cem: Elbette! Şehrin en iyisi ve en pahalısı! Zeynep: (Fısıltıyla) Ne tarz kadınlar gördü bu adam ki? Muhtemelen mabedi para kasaları olan, mücevheri giysi sanan ruhları aç kadınlar. Davranışları beni çok ürkütüyor! Gülay: Sessiz ol duyacak! Zeynep: Kalp hoşlanmayınca dil ayarını bulamıyor!
Hizmetkar: Buyurun beyim! Ve buyurun hanımlar. Mekânımızın bugünkü sessizliği ürkütmesin sizi. Bu kub- be, her gün altında onlarca soylu insanı ağırlar. Beşir: Bazı insanlar dertleri ile gelir buraya, zenginlik, şaşa, parıldayan kristaller, dertli ruhlar olur bir anda ağma! Rahmi: Görkem zehirdir hanımlar, düşünceyi parçalayan. İyi veya kötü! Beşir: Kimi ise giyinir baştan aşağı, parada en paha eden kıyafetler ile. Çıplaklık bile paha eder bazen. Rahmi: Kandırılabilirler de şartlandırılmış tavsiyeler ile. Der- sen ki; bu çıplak göğüsler harika bir kıyafet, giyinin bayan, yani çıkarın, hem de ücretimi peşin alayım. Unutmadan söyleyelim, Karma’yı kapatan tek kadın, hoş geldin! Cem: Kimi de titrer burada olmaktan, hareketlerin ritmik, belirlenmiş, kusursuz diziliminde şaşmaktan çekinip, aşamaz kalıplarını robotik olmakta. Zeynep: Beyler de hizmetli mi? Beşir: Kıyafetim bir araba parası, belli olmuyor mu yoksa bu ışıkta? Cem: Onlar; ikizler! Soylu dedikoducular, ortalık karıştırıcılar. Sakın küçümsemeyin, çünkü sadece boş tıkırtılar yapmaz- lar, aynı zamanda sorgulayıcıdırlar. Bir ruhtur ikizler bu cemiyette. Onlar varken yoklarmış gibi davranılır. Size de tavsiyem böyle yapmanız. Beşir: Tıpkı melekler gibi! Rahmi: Varken yok! BEŞİR-Rahmi: (Aynı ağızdan) Var ama yok! Gülay: Onları duymuştum ama görmemiştim. Zeynep: Zaten yoklar gibi hissediyorum! Cem: Sizler varlıklı ailelerdensiniz. Ama bir üst varlık seviyesi de var! Ve o seviyenin sırları. Ben servise yardım edeceğim, buyurun oturun!
48 49
ZEYNEP, GÜLAY İLE FISILDAŞIR Zeynep: Beylerimiz ukala! Üsluplarındaki ciddiyete bak! Boş uğraşları matah zannediyorlar. Onlar budalanın iyisi! İstediği seviyeden olsun. Üstün üstü olsun, hatta hiç görün- mesin. Bahsettiğimiz sonuçta insan. Beş gün yıkanmayınca kokar derisi! Gülay: Sızlanmayı bırak. Şikâyetçi yanın iyiliklere tersten ba- kar yoksa! İltifatı küfür sanırsın. Hayır için geldik buraya! Zeynep: Bilmiyorum! İçimdeki hisler inadına kıvılcım çak- mıyor. Ya da ben kalbimin yumuşak etlerini çakmaktaşı gibi kıvılcımlandırmaya çalışıyorum. Bir zorlama olduğu kesin! Kortan: (Gülay’ın kulağına fısıldar) Zeynep mutlu görünmü- yor tatlım! Ara sıra ona hatırlat da, şu an şehrin en önemli restoranının onun şerefine kapatıldığını tefekkür etsin! Gülay: Karnına taş bağlayacak durumda olsa, yine de zen- ginlik cezp etmez onu! Hem o zaten varlıklı hayatım! Cem: İşim erken bitti! Yemeğe biraz katkı yaptım! Neler fı- sıldaşıyordunuz? Zeynep: Biz de diyorduk ki… Gülay: Kuşlardan konuşuyorduk. Cem: Kuş mu? Zeynep: Evet kuş! Hani havada uçar ya! Ağaçlarda yaşar. Diyorduk ki, sanıldığının aksine akıllı mı akıllıdırlar. Bir baykuşun anaçlığı, bir karganın zekâsı, hangi insan tara- fından kıskanıldı da kuş beyinli iftirası atıldı, onu bulmaya çalışıyorduk. Cem: Ben de hayvanları severim! Zeynep: Onlar sizi sever mi efendim? Cem: (İçinden) Garip bir telaş var hanımda! İnce zekâsı beni hırpalamayı arzuluyor! Ama umurumda değil, birçok uğraş
verilebilir böyle bir güzellik uğruna! Benden nefret ederler bayan! Gülay: İlginç! Zeynep: Garip! Kortan: Bence muhabbet kuşları sizi sever efendim! Cem: Neyse, keyfimize bakalım! Derin düşünmek buhrandaki insanların işidir. Yüzeysel düşünce zenginlik getirir. Kuşları düşünmek kanatlandırmayacak ise bizi, ne manası olur bu bahsin, öyle değil mi? Kortan: Biz yan masaya servis alalım! Siz de rahat konuşun! Cem: Çok naziksiniz! Zeynep: Mesela kendinizden bahsedin. Ama kendinize ken- dinizden bakmayın! Yoksa övünüp durursunuz! Cem: Güçlüyüm, yakışıklıyım, zenginim, istediğimi elde ederim! Hangi bedenden bakarsam bakayım, kendimden bu şekilde bahsedebilirim! Gerçekleri söylemek ukalalık olamaz! Ya siz? Zeynep: Ben biraz aptal olabilirim! Ve bazen delice hareket ederim. Hani şu bildiğimiz zırdeli. Mükemmel, doğal düşmanımdır, ruhum kabul etmez kötüden başka dengi! Cem: Farklılıklar her zaman, en ideal birlikteliklerin temelidir. Bir bütünün boşluklarındaki içine dönük dişiliği tamamla- yan dışa dönük erkek parçaların birleşimidir bence sevgi. Bir pazıl gibi. Zeynep: (İçinden) Mükemmel bir hayra yorma yeteneği var onun! HİZMETKAR, YEMEK SERVİSİ İLE GELİR Hizmetkar: Efendim lafınızı bölüyorum… Cem: Şimdi izleyin bayan! Yemek elbet leziz olmalı, fakat mükemmeli yakalamak istiyorsanız, robotlaşmalısınız. Bütünlük, insanüstü dü-
50 51
zeyde elde edilir çünkü. Sallapati davranan bir kol asla tabağınızı titretmemeli. Çatal, kaşık, ipek peçete ve mum arasındaki boşluk kusursuz bir simetride yerleştirilmeli! Servisinizi yapan beyin kıyafetinde herhangi bir kırışıklık veya kemanın kopuk teli gibi kafadan fırlamış bir saç teli, yemeğin kalitesini değiştirecektir. Aldığınız lezzet azala- caktır! Ve ışıklar, ne loş olmalı, pancarı bordoya boyayacak kadar, ne de çok aydınlık, etin damarlarını göze sokacak kadar. Zeynep: Böylesine bir dikkat ve göz terbiyesi görmemiştim. Soylu araçları edinmemize rağmen, onların kalıplarında yetişmemize rağmen olabildiğimiz insan şekli bile reddeder böylesine bir durumu. Ahlaki olarak da yanlış geliyor bana kusursuz tanımınız. Cem: Bunu söyleyen siz misiniz? Kusursuz bir suretten sesle- nen bir bayan nasıl olur da şaşkınlıkla karşılar bu durumu. Mesela simetrinize oturan kıyafet öylesine şekil almış ki, başkası olsa bedenini yoklardı her an, hep aklında düzen- sizliğe neden olan bir kuruntu hâsıl olurdu! Zeynep: İltifat mı bu? Cem: Elbette! Güzelliğiniz, etrafınızdaki kusurları kuşatıp onları yumuşatıyor. Ama bir yanılgı bu! Onları terk etti- ğinizde yine kusurda kalıyorlar. Mesela çıkarıp başka bir güzele verseniz o üzerinizdeki mütevazı elbiseyi, bakımsız bir Çingene’ye çevirecek kendini giyineni. Kemanlar çalsın! Zeynep: Bütünlük sağlandı mı? Cem: Henüz değil! Miktarınca hoşnutluk veya bir sevgi kı- vılcımı hissedemedim halen. Zeynep: Duyguları da bu mükemmellik dairenize katıyor- sunuz demek ki? Cem: Aslında anlatmak istediğim şu: Onca mükemmel kusur- suzluk, harika yaratıcılık, doyurucu görsellik, tatlar, hepsi
duygusal olarak tatmin olmadığınızda basit bir çöplükten başka bir şey değildir. Yani, yemeğin lezzetini belirleyen kusursuzluğun da tamamlayıcısı mutlu hislerdir. Zeynep: (İçinden) Gönlümü mü almaya çalışıyor, yoksa bu- dalalığının ardında şeref kırıntıları mı var? Benden tam olarak ne istiyorsunuz? Cem: Eski kafalısınız! Bu çok hoşuma gidiyor bayan! Diyorum ki, sonucu bekleyen ailelerimize müjde edip birkaç gün içinde nişanlanalım! Beni kırmayın lütfen! Yalvarmam gerekiyorsa eğer, diz çöküp yalvarayım. Zeynep: (İçinden) Nasibim bu beymiş demek! Ey aşk! Abartı- lan ismin bu ise, sen bir yalandan ibaretmişsin. Ya da adına yazılan şiirler, aslında başka bir hissinmiş! Israrınız beni gücendirdi. O halde, babalarımızın ahdini tutalım. Şımarık çocuklar gibi davranmayalım. Sizi nişanlı- lık sürecinde tanımak isterim. Nikâhsızken akrabama bile dokunmam. Cem: İki elim birbirinin gözcüsü olsun! Yanlış yapan, çizgi- lerin dışına taşan en büyük belalara duçar olsun! Yemin ederim! Zeynep: Öyle olsun! Size bir sır vereyim! Kalbime giden yolda kusursuzluğu aramayın. Görkem bir çilingir ise, mütevazılık anahtarıdır kalbimin. Cem: Bir daha bu restoranı kapatmayacağım o zaman! Zeynep: Gitmemiz gerekli! Cem: Sizi yolcu edeyim! Lütfen acele edin, nişan hazırlıkla- rınıza başlayın. KAPIDA UĞURLARKEN Cem: Benle ilgili rüyalar görün. Kötü olursa şerre yormayın sakın! Zeynep: Rüyayı gören, yorumcusu olamaz. Anlatmaz ise eğer
52 53
kimseye, şer havada kalır. Cem: O zaman hayır da öyle olur. Zeynep: Gerçekte şerli görünen, düşlerde hayırla yorulur. Bu karmaşıktır bayım. İyi geceler! ZEYNEP’İN ARDINDAN USUL ADIMLARLA DOSTLARINA DOĞRU ADIMLAR Cem: Size de iyi geceler bayan. Kanımı donduran. Çözülün elim ayağım dolaşan bağlarınızdan. Dilim avlamayı bırak güzel cümleleri. Kendine gel dünya! Dönmeye başla artık. BEŞİR VE RAHMİ ARALARINDA FISILDAŞIR Beşir: Olmadığı bir adam olmuş o! Rahmi: Muz kabuğuna sarılmış portakal hızla çürüyerek soyulur. Oysa özü muz meyvesidir kabuğun. Beşir: İnsan da öyledir kardeşim. Kabuk değiştirir ama özü farklıdır. Rahmi: Asıl meyvesinden soyunan kabuk, hızla bozulur! Cem: Evleneceğiz onunla! Âşık oldum sanırım! Beşir: Karnın mı ağrıyor? Cem: Hayır, kalbime yakın yerler! Söyleyin bakalım, ne dü- şünüyorsunuz beyler? Beşir: Nadide bir inci! Rahmi: Güzellikte birinci! Beşir: Zerrelerine kadar işlemiş soyluluk bilinci! Rahmi: Fakat tepkileri yırtıcı! Beşir: Kesinlikle! Sanki zahmetsiz hayatını dertlendirmiş ve üstünden geçmiş tekrar ederek aynı bahtsız duyguları. Bu yüzden konuştuğunda diyor ki gözleri, “Ben bilirim bu hissi!” Cem: Söyledikleriniz her insana bakıldığında çıkan sonsuz sonuç. Bir bildiği var yaratıcının. Kader bağlarını kesen
makas değil konuştuğumuz. Düğümleyen melekler! Artık evleniyorum! Gidin haberi yayın beyler. Zeynep: Eve dönelim şoför bey! Bu gece nemli bir kasvet var! Ve bedenimin her yanında emin olmadan verilmiş ahdin zincirleri sarılmış. Hayat sanki sevgiden yana rakamlarımla ters düşen zar! Hiç kârım yok bu oyunlardan. Hem öylesine aşksız ki bu dünya, örümcek bile kocasını yermiş. Geçenlerde bir kadın kırk yıllık kocasının dedi- kodusunu yapmış. Gençler de “Namus nedir?” diye sorup duruyorlar. Bir rezil de demiş ki, “Kalçası dar, pürüzsüz tenliye deliyim.” Ah bir bilse nasıl da güzelliği soyar hoyrat kelimeler, kaba dokunuşlar. Yağmurun toprağı dövdüğü gibi aşındırırlar kalbi. Aşk yok, artık eminim. O bir hayal. Öyleyse adını de- ğiştirelim de düşsün makamından. Kıvılcım olsun onun adı. Ama bir kıvılcım bile yok. Denizde kibrit çakıyorum sanki. Sağırın sırtından sesleniyorum. Nezaketli sevgilim değil dediğim. O bir hayal! Bu gece bir kumar oynuyorum. Çünkü sevginin zamanla filizlenen bir çeşidi daha var! Onu ya bulurum, ya da mutsuz olurum bir ömür boyu, gözler değilse bile bu kalp hep ağlar. Kaderimin çıkardığı ilk ciddi erkek, bir hakka sahip artık beni ömür boyu sahiplenmede! Belki bu cesaretten aşk doğar.
54 55
SAHNE 2
BEDRİ KARAHAN’IN EVİNDE NİŞAN MERASİMİ Bedri: Allah’ın izni önemli benim için. O izin vermese top- lanamazdık burada! Kurt: Uzak dostluğumuzun böylesine şekilleneceği aklı- mın ucundan geçmezdi. Bu şerefe layık iki evlat duruyor karşımızda. Bu bir şeref, unutmayın, bir milat. Ömrünüz boyunca üzerinizden çıkartamayacağınız bir kıyafet. O zaman öyle bir düğün hediye edeceğim ki bu iki gence, kıtalar birbirine girecek görülmemiş görkemden dolayı. Her gelin kıskanacak seni kızım, ben layık değil miyim, öyleyse taş olayım diyecek. Her düğün hüzünlü bitecek bundan böyle! Cem: Babalarımızın sözü bize ölmeden miras! Tutalım ömür boyu! Zeynep: Tutalım ömür boyu!
PERDE 4
SAHNE 1
DÜĞÜN GECESİ, ÜST KAT Zeynep: Yolumu şaşırmış olmalıyım! Ya da kaçıyorum zih- nimin beğenmemekte usta detaycılığından. O gördüğüm de ne? İlginç! Bir Arap kadını mı? Başının tepesinden boynuna dek siyah bir tülde... Yanındaki yapılı bey kocası mı? Bir heykel görevi görüyor sanki onlar. Hem şu oturuşa bakın; genç bir erkeğin fiziği. Evet, o kadın değil, tamamen vücudu ve hareketleri ile bir erkeğin silueti. Ömer: İnelim mi Kemal? Kemal: Siz bilirsiniz! Ömer: İnmeyelim! Boşlukları izleyelim! Düşünsene; kabirde de kıyamet kopana dek boşluklara mı bakacağız? Yo hayır, öyle günahkârız ki, öylesine umursamaz, kapkara toprağa sonsuzca batacağız! Ya da öfkeli bir melek bizi topuzu ile paramparça edecek, ta ki parçalarımız tamamen dağılana dek! Kemal: Bu doğru olabilir beyefendi! Zeynep: Gitmeliyim, o beni beklemekte! Dur ayaklarım, ben- den ayrı bir fikir içindesin. O halde hislerimi dinlemeliyim! Yakınlaşmalıyım! O örtülü adam sanki bir mıknatısmış da çekiyor beni. Bir heykel gibi adeta yüzü tamamlanmamış, koltukta oturuyor boylu boyunca! Ömer: Bekleyelim o zaman! Az görünelim, ilgi çekmeyelim. Artık ben başkayım onlardan! Tülümle bir deli, çıplak te-
56 57
nimle bir ucubeden farksızım. Avama kolayca karışmam büyük bir mesele bu yüzden! Zeynep: Bu hüzün nereden fışkırıyor? Dudaklarından akan sözcükler bir yüzü olduğunu doğruluyor. Ama o boğucu sözcükler de neydi? Bir ucube mi? Nasıl olur? Çirkin bir yüz aynalardan ve bakışlardan nasibini alıp kalbi sarar da kaplar. Utangaç olur fısıltılar, boyun öne eğer kendini, dil peltekleşir dışlanmadan. Bu sözler ve duruş bir ucubeninki değil! Ah! Acıya ve nadire tapan aklım, delice atan kalbim seninle anlaşmamıştır umarım. Ömer: Bir hayat var orada! Taciz etmem anlamsız. Solgun siluetim ve kederli sözcüklerim neşesini bozmasın kimse- nin! Bırakayım gülüşsünler, şakalaşsınlar. Eğlensin herkes doludizgin… Zeynep: Neden bozasınız ki insanların neşesini? Hangi fikirler akla böylesine karanlık verir? Belki göremediğim biri var onu yargılayan. Öyle ya, yeri gelince en acımasız hâkim, insanın kendisidir… Cem: Nerelerdeydiniz? Kimden saklanıyorsunuz böyle? Du- run ona haddini bildireyim. O saklansın sizden. Zeynep: Yolumu kaybettim! Önemli değil, buyurun aşağı inelim! DÜĞÜN ALAYI Hala: Ah ah yandım anam! Bu düğün telaşesi düğünden de düğündü. Koca aylarımı yedi bir saatlik merasimin derdi. Aman bacacıklarım, nasırlar, varisler, pıhtılar, romatizma- lar öylesine coştu ki yorgunluktan, sanki hastalık denen meret bir adamın vücudundaki biraz iyiliğe dönüştü öz ben! Mustafa: Nasılsın anacığım? Yüzün neden ekşi?
Hala: Yavrum, benden pes! Oturacağım bu sandalyeye, seyredeceğim keyifle dolanan kalabalığı. Yarından tez, hanımlara söyleyeceğim bunca işleri kaldıramadığımı. Mustafa: Haklısın, bu düğün hazırlığı yorucuydu senin için. O acı vakadan sonra herkesin düşündüğü sadece tek bir dertti. Bu yüzden bütün işler sana kaldı. Üzülme anacığım ben beyzadeler ile konuşacağım, yoğunluktan azat etsinler diye seni. Beril: Kızım ne kadar da asil bir gelin! İşte hayâ budur! Dolambaçlı nefsin oburluğunu dinlememek lazım! İlk dokunduğun ten namusundur. Böylece ilk kızın, namusu ile tamamladı sendeki emanetini! Latif: Ona bakıyorum, dediklerini anlıyorum! Fakat bu karamsarlık da ne içimdeki? Sevinçle dolmuyor zihnim. Elbette ya, bir evladım sevinirken diğeri kan ağlıyor. Dur bir saniye! Aman ne güzel! Şu ışıkların tam ye- tişmediği, kalabalığın dolduramadığı loş alana baksana, Ömer aşmış kendini. İnsana karışmasa da -ki çok doğal, o örtülü bir adam- aynı havayı telaffuz ediyor kalabalıklar ile. Beril: Gidip ona sarılayım mı tüm şefkatimle? Latif: Tez canlılığını içine at. Açığa çıkarma ürkek olanı. Sen akrabaları karşılamaya devam et! Cem: Bir çocuk kadar masum gözleri! Kesinlikle bir şair gör- meli o dudakları. Ne kafiyeler ilham eder, kırmızının nadir tonu, suni boyalarda bulunamaz dengi. Ama bu soğukluk niye? Çok kısa vakitte benimle nişan yüzüğünü takan… Hasta mısınız diye endişelenmeye başladım! Zeynep: Bana sorun. Değilim! Bu kadar incelemenize gerek yok! Akışına bırakın aramızdaki diyaloğu, kader nasılsa belirleyecektir onu! Cem: Kader üstüne uzanıp yatacağınız bir gelecek mi sizin için? Sizin yerinize iş yapar mı? Uysal düşünceler, sevgi
58 59
hissi, merak, kıskançlık. Bunları oluşturmalıyız! Zeynep: Size uzak durdum biliyorum! Üzgünüm. Gelin Gülayların yanına gidelim, dostlar içinde kaynaşalım! Muhabbetimiz artsın! Cem: Ah muhabbet, art artık! Eriyeceğim! Neredesin sen? Gelip yanına alacağım! TENHA, BİR SÜTUNUN ALTI Ömer: Kalabalığın en yalnız noktası! Bu köşe, bu büyük sü- tun süslenmiş yoğun ışıkları kapatan ve örten bir heybete sahip. Hem bu karanlık hem de tülümün örtücülüğü beni yeterince gizler. Buradan kardeşimin düğününü sessizce izleyebilirim. Verilmiş bir söz erkeğin kamçısıdır. Burada olmasam evimizin bahar bahçelerinde sekerken güzel kardeşim ile bir ikindi vakti verdiğim o sözü tutmamış olurdum. Ben ki artık etinden sıyrılmış bir kemiğim. Ben ki belayım, ben ki lanetlenmiş bir ucubeyim hiç görünmemesi gereken. Bu yüzden siniyorum Allah’ım! Mustafa: Bu kadar mı kendinden tiksiniyorsun talihi bozuk kardeşim? Güzel yağmalanınca böylesine hızlı çökermiş demek! Sen ki erkek güzeli, çift kanatlı karanlıklardan çık- mıyorsun artık! Demek ki etin ekşimişliği bozuyor nefsin düzenini! Halen tüm bedenini apaçık sergileyen ihtiyar, bu makamdan bakarmış demek ki! Ömer: Öyle ya! Sergilediği elinden alınınca, yine de kapa- tamıyor insan sergiyi. Ama bayat ekmeğin müşterisi az oluyor! Mustafa: Yeterince gizde değil noktan. Baksana fark edildin bile! Annen durmadan sana bakıyor! Genç kardeşin Buse ise narin adımlarını bize doğru atıyor! Ömer: Açığa çıkarıyorlar beni. Görmeden geç, tam olan. Ve başlarını kara tüllü adama çevirecek bu gördüğün düğün
alayı! Akrabalar ve diğer insanlar sırrımı öğrenince bine- cekler tepeme, sorarak “Acın nerede?” diye. Görmek için yanıp tutuşacaklar apaçık yaramı. Ki görünce tiksintiye dönüşecek rezil merhamet. Değiştirecek kılığını o yüce duygu. Buse: Affedersin kan çekti! Çok yakıştın kalabalığa! Abiliğe ne kadar yakışıyorsan. Aç artık tülünü abicim! Ömer: Örtüm yüzümde güzel! Ama tenim tenimde değil! Buse: Peki bu dünyanın paçavra örtüleri öz benliğe perde olabiliyor mu? Ömer: Öz benliğimi değil, yüzümü örttüm yavrum. Gerçekçi ol! Bir açsam bu kalabalığa yaramı, kim bilir ne bebekler düşer, ne ödler patlardı. Babalar bağırır, analar çığırırdı. “Kim korkuttu evladımı?” diye bir çığlık kopardı toplulu- ğun ortak bünyesinden… Buse: Kızma! Ya da kız! Abim gibi sinirlen! O ruh perdeler altında da güzel! Tamam! Konuşarak kaçırmayacağım ürkek olanı! Kerem: Bu kuytu köşede olanların düğünü farklı mı? Ömer: Ah işte bir kişi daha! Eksik olsaydı ya! Elbisesi ken- dinden daha diri şu ihtiyara bakın, nasıl da şaşkınca bakı- yor buraya. Mimikleri diyor ki; “Yüzü örtülüce bir adam gördüm sanki.” Mustafa: Buraya gelmemeliydin! Ömer abin haliyle çekin- gen! Hem gözlerin güvenli mi kardeşim? Kerem: İsa peygamberin, harama baktığında gözlerini oyan ümmeti kadar güvenli! Fakat onları oyacak iman yok ben- de! İyisi mi onları bir derde çevireyim ki, o derdin yükü haramı unutturacak kadar ağırlık versin bana. Mustafa: (İçinden) Sır saklamayan bir şuur var onda! Yüzü kalbinin her telaşını resmediyor! Dili de çekingen değil. Zavallı kardeşim, derdini biliyorum ben senin!
60 61
Buse: Ben ortalıkta dolaşıyorum. Herhangi bir hareketiniz ile emrinize amadeyim abi! Ömer: Git bacım normal insanların arasına karış! Benim gibi karanlıklarda gölge arayan adamlar tez canlı gençlere fazla bir şey veremez! Git kardeşim, git! Kerem: Ömer abi, kırk kat battaniyeye sarılsan, ruhunun varlığı yine de fark edilir. Kalın sağlıcakla! Buse Hanım bekleyin lütfen! Coştunuz bugün! Dostlarınız dört dönüyor etrafınızda! Son zamanlarda bayağı arkadaş edinmişsiniz! Ama biliyor musunuz fazla mal, fazla evlat, fazla bilgi hep zarar getirmiş insanlara! Gençlikte çıplak el ile tutulan kor gibidir! Buse: Diyorlar ki taze açan bir çiçek gibisin! Son zamanlar çevremin kalabalıklaştığı doğru! Hem siz ne demek isti- yorsunuz? Kerem: Diyorum ki, Habil’in katilidir Kabil. Kardeş katli bile ilahi iradenin hükmünden başka bir şey değil! (İçinden) Benim yanan kalbim de öyle! Buse: Çekilin, dostlarımı karşılayacağım! Ama isterseniz bana eşlik edin! Adım adım peşimden yürüyün! Kerem: (Fısıldayarak) Ben gelemem işte o muhabbete! Şu dostluk denen şey batsın. Üçkâğıtçı tüccarın ticareti. Ha- vaya haykırış. Tek kanadı kopmuş sinek bile uçar daha destekli. Kahkaha fışkıran yaşlı ağız. O dostlukların zer- resinde yoktur ilahi. Ömer: Bakma bana öyle! Aslan kediye âşık olmuş! Veyahut fare kedinin peşinden koşturuyor! Mustafa: Bir felaket doğuracak bu zuhurat! İçime doğuyor. Ailemi bir musibet bekliyor! Bir fitne, sizinle aramızı bo- zacak! Kerem gündüz gece bunca vakit aşk ile icra ettiği ibadette istekli değil artık! Tespihinin kehribar tanelerini küf sarmış! Buse alımlı ve görkeme düşkün bir genç kız,
uyuşmazlar, ihtiyar ile toy ne kadar uyarsa birbirine! Ömer: Bu halim ile bir de onları eğitemem. Karışmam dün- yaları birbirine girse! Mustafa: Bana bırak! Sorumluluk benim! Kerem’i uyara- cağım. Rahmi: Gördün mü garipliği? Beşir: Gariplik mi? Nasıl yani? Rahmi: Bayanlara özgü kara çarşaf kıyafetini bir erkeğin başında gördüm sanki. Fakat bayandan da beter, ne gözü ne de burnu havayı öpmekteydi. Beşir: O halde budala bir kör ebe, sallapati adımlar ve medeni cesareti toplayıp bu güzel düğüne geldi dalga geçilmesi için kendi ile. Ya da hayali bir düş, sarhoş olmadan sen kalabalığın dumanlı karmaşasında, bedenler ve auralar sıcak tepsiler tutarken başlarda, şaşırtıcı bir anlık hata ettirdi gözün sana. Rahmi: Dediğin gibi, belki de bir hayaldi. Ama böyle bir görüntüyü gerçekten görsem aklımda ve bedenimde çılgın bir heyecan belirirdi! Beşir: Niye ki? Rahmi: Alışılmamışlıktan gelen merak dürtüsü… Hiç bilme- se insan alev denen yakıcı tutulmazı, ona dokunmak için yanardı merakından dolayı. Beşir: Sence doğruyu söyleyen çocuk bu işe ne derdi? Rahmi: Bilmem ki! Belki de doğru olan budur derdi. Herkes kapasın başını, şehveti tetikleyen güzellik artık sona erdi. Cem: Babamın tek sözü yeter istediğin yükselme için. Böylece ucuz bir tüccardan, güçlü bir adama dönüşüverirsin! Kortan: Haklısınız, sizin gibi yiğitler sadece lafta desteklese beni, onlarca senelik alın terinden tasarruf ederim! Cem: Benim yardımım, tıpkı bir şahinin yavrusuna uçmayı öğretmesi gibidir. Hayati önem taşır kanatlarımı birine
62 63
germem. Ama borç veren tefeci kadar zimmetlidir! Kar- şılık görmek isterim başını okşadığım kişiden. Zeynep gerçekten benim için değerli. Pahasız bir ziynet. Açıkça âşık oldum ona. Evet ve bunu ilk defa size anlatıyorum! Oysa siz dert dinleyecek bir kalıba sahip değilsiniz! Ya da benim derdimi. Her neyse, sen ve Gülay Hanım’ın bana vereceği nasihatlere ihtiyacım olabilir! Kortan: Efendim sizi severim, bu iş basit görünüyor! Ni- şanlım eski dost onunla! Evinden çıkmaz yeri geldiğinde! Cem: O halde nişanlına danış? Sevdiğim kadın ne diye sol- gun bugün! Onu üzen ne? Baksanıza tek kelime etmiyor benimle! Ben ki erkek güzeliyim, ben ki Cem Eymür’üm. Bu ne küstahlık diye bağırıp çağıracağım ama insan sev- diğini kıramıyor işte! Gülay: Kaynaştınız tıpkı iki iyi dost gibi. Kortan: Sorma! Böylesine kibir en büyük korkum! Bakır ne kadar kaynaşırsa çelikle. Ama ihtiyacım olacak bu güçlü adama. Şimdi iyi dinle; Zeynep’i sorguya çek, ne diye yüz vermi- yormuş bu soylu beyefendiye? Sorunu da fındıkkabuğunu doldurmuyorsa, neşelendir onu! Gülay: Çok menfaatçisiniz beyim. Kortan: Adına hayat dediklerini yapıyorum sadece! Zeynep: Silkinmiş kendine olan güvensizliğinden ucube! Saklansa da görüyorum onu! Gülay: Ne oldu hayatım, niye durgunsun böyle? Zeynep: Orada, o kuytu köşede, herkes rengârenk ışıklar altında zevkle dönerken, bir adam gördüm sığındığı karan- lıkla eşit siyahlıkta, yüzü örtülüce. Hem de yolumu şaşırıp bu karmaşık, koca salonun labirent odalarından düğün alayına ulaşmaya çalışır iken bir kez daha görmüştüm o gizemli adamı.
Gülay: Yüzü örtülü mü? Karanlık ışığa cilve yapmıştır, ışık da karanlığa naz, bir hayal gözükmüştür gözüne. Zeynep: Işık oyunları değildi! Hatta şimdi onu daha iyi izlemekteyim! O adam bir şeyden korkuyor! Bu yüzden gölgelerde! Karanlığı seviyor ama karanlıktan korkan bir çocuk gibi bir örtü çekip üzerine, ondan saklanıyor! Gülay: Sen nişanlısın artık! Kapkara tüllere bürünmüş, hatta kırk kat sarınmış garip bir adam, ya da dünyanın en uzak köşesinde soğuk caddelerde şarkılar mırıldanarak yürüyen bir serseri, ilgilendirmez artık seni. Zeynep: Hayata solgun bakmak ve karşılığını almak… Cezalandırıldım! Düşünsene başkalarının isteği ile seve- meyeceğim bir adamın parmağındaki yüzük ile eş yüzük taktım! Ne yaptım ben? Solgun bakış diriltti beni. Fakat zebanilerin diriltmesinden farksız yeni ölüleri! Gülay: (İçinden) Ne diyor bu kız? Söylediği “İstemem” de- menin karmaşık cümlesi. Ortalık karışacak! Cem: Yaklaşın bayan! Sesimiz duyulmasın! Yüz ifadeniz değişmesin, bakan telaşlı sanmasın. Söyleyin, sevdiğim kadın ne diyor size? Gülay: Diyor ki, bir adam varmış, Arabistan kadınları gibi örtülü. Ama adammış! Tam hükümlü bir şey demedi ama sanki onun bir üzüntüsü varmış da Zeynep de onu his- sediyor gibiydi! Hiç tanımadığı biri dert vermiş ona. Ve evet fıtratı budur onun. Ve aşkın dirilmez sanatı aslında bir ölüymüş. Bu yüzden ölmüyormuş! Cem: Karmaşık konuştunuz! Örtülü bir adam mı? Teşekkür- ler, ben yanına gideyim! Dostlarla yakınlaşmak muhabbetimizi arttırmadı. Yine gözleriniz uzaklara dalıp duruyor. Şu örtülü adam da kim? Zeynep: Bir şeyh eskilerde yaşayan, güzelliği yüzünden siyah ve boyluca peçe ile saklarmış yüzünü. Düşüncesi şu imiş;
64 65
“Hayran olmasın kimse güzelliğime, henüz günahlarım- dan arıtamamışken özümü.” Kusursuz güzelliğinin başına getireceği felaketleri biliyormuş yani! Cem: Elbette! Şeyhler garip davranır değil mi? Bakıyorum da her şey çok sade. Bir gelin bir damat, bir kez en taze hisleri ile nikahlanabiliyorsa, daha fazla süs, daha fazla görkem gerekli diye düşünüyorum. Akılda kalmalı o büyük gün. Mesela bizim pastamız yirmi katlı olmalı. En nadir, en bulunamaz, ismi bilinmeyen tropik meyveler ile tatlandı- rılmalı. Ne dersiniz? Zeynep: Gelinin ve damadın gözlerine bakın beyefendi. O masum parıltının ve birbirine yetmenin verdiği haz, gör- kemin vereceği hazzın yanında bir hiçtir! Cem: Elbette! Duygular tabii. Şu sizli bizli konuşmaları kal- dırsak diyorum artık. Ben ve sen olmalı değil mi? Ya da bir bütün! Zeynep: (İçinden) Görünmediğini sanıyor ama dikkatli gözler onu kaçırmaz. Bir arkadaşımı gördüm efendim, bana biraz müsaade! Cem: Çıldırtıyor beni! Zaman bir ayı doldurdu. Halen aşk sözleri yok dilinde. Biraz yorulsa da göğsüme yaslansa! Ama sabretmeliyim. Böylesine güzelin nazı çetin oluyor demek ki! Beşir: Bunlar nasıl âşık? Rahmi: Sıkıntıdan patlayacak kız! Gördün mü peki? Beşir: Neyi? Rahmi: İnsan tutamıyor kendini! İsteksizlikte, isteklilik halinin taklidi imkansızdır. Gücünün elvermediğini sırt- layamadığı gibi insan, duygusal yükleri de taşıyamıyor. Mustafa: Gizlenmeyi beceremiyorsun! Ya da kendini açık etmek istiyorsun! Herkesin dikkatini çekmeye başladın! Ömer: Kardeşimin düğününü saklanarak izlemek yüreği-
mi acıttı! Bedenim benden habersiz ilerliyor. Karışmak istiyor alıştığı kalabalıklara. Ama şu kitleye bak! Nasıl da kalplerine doluşuyor bilmezlikten gelen, o en basit duygu hammaddelerinden oluşan gereksiz merak. Yaralama var merakın gizemi gidince. Önemli olan gizeme bir kez bile olsa bakmak. Gelinin pastası kesiliyor. Damat nazik! Bunca uzaktan seziyorum, çatalın dikenleri incitmesin diye bacımın du- daklarını, bir zehir tutuyormuş gibi ürküyor zavallı adam. Mustafa: Nihan ne kadar da temiz bakıyor ona. Ah bu âşıklar! Ömer: Kardeşinin aşkına mani olacak adam, âşıklara iç geçiriyor. Mustafa: Bir hizmetçi, efendisinin kızına yan gözle bakamaz. Bir delikanlı komşusunun karısına tebessüm etmez. Cüce, uzunun kıyafetini taşımaz. Bir de kadın fıtratı var; kararsız, içe dönük. Boş duvarlara şarkı söyleyip alkış bekler genç bir kız. Rüzgârlara eteklerini verir de okşanmadım zanneder! Ömer: Kendi konumuna bir bak. En esaslı dosttan daha dost- sun bana. Ben razıyım bacımın bir zikir ehline verilmesine! Yakında Buse, konuşmaya başlayınca aynalarla, kıymetli övgüler alacak aksinden. Bir zaman gelecek, aynaların sesinin kendi kibrinden olduğunu anlamayacak. Aynalar türküler yakıyor zannedecek kendisine! Mustafa: Ben nerede duracağımı hep bildim! Eğer gerçek bir dost olsaydım hem, şu duvar süsünü alıp yerinden, ta- kardım yüzüme, olurdum o zaman, yarım yüzlü bir adam! Paylaşırdım yaranı senin ile. ÖMER : (İçinden) Yarım bir yüz! Allah’ım! Her zerrede anlatıcılığın üstadı! Bahsetmekten yorulmayan Rabb! Bu bir mesaj mı yoksa? Bu maske öylece duvara asıldı da öylece bu adam tarafından bana gösterilmedi ya? İyisi mi kuytuda
66 67
bu maskeyi çivisinden alayım. Yerine de bir altın takayım ki hesabımı biraz olsun hafifletsin. Mustafa: İzninizle gidiyorum ben! Kerem’e göz kulak ola- cağım! Ömer: Ah desteleyecek beni, ben mi destekleyeyim seni! Zeynep: Çok garip! Garipten de garip! Ucube diyor kendine. Hatta garip demek bile garip. Nasıl bir tarz veyahut işkence? Bu devirde birinin kölesi de, fakir, yumuşak yüz hatları kapansın diye mi örtmüş acımasız sahibi onu? Çirkin mi? Çirkinler de yeterince açıktır, kaybetmeye tahammüllü yapıları sayesinde. Yalnızlığın böylesi kahrolsun! Hemen göz önünden, ne ev ne oda ne pencere demeden, kısa yoldan kesmek mahlûkat ile bağını… Ve böylece kalaba- lıklarda bile yalnızsın! Bu kadar mı yalnız kalmak ister bir insanoğlu? Bu kadar fikir yeter! Gidip konuşacağım onunla. Ömer: Yanıma yanaşan eşsiz bayan yolunu şaşırmış olmalı. Ah eski isteklerim! Kopan kolu ile tutmaya çalışan adam. Çıkar aklından sevgili düşünceleri. Saklan şimdi bu taşın ardında. Zeynep: (İçinden) Kaplumbağa gibi kabuğuna girdi! Eşsiz çeperi bu mu, kendini dünyanın fitnesinden koruyan? Niye saklandınız bayım? Ömer: Ben tenhada şiir yazıyorum! Zeynep: Her kafiye siyah ile mi bitiyor? Ömer: (İçinden) Ne kadar zekice! Dur ona bir kez daha ba- kayım! Ran ile bitiyor bayan! Hüsran, zifran, katran! Zeynep: Öyleyse siz basit bir şairsiniz, geceyi siyah ile daha da karartan! Bir kafiye için mezara bile girersiniz siz. Ömer: Girmem korkarım! Ama kafiyem yara olursa, dök- türürüm! Zeynep: Niye? Yaşadığınızın ustası mısınız? Eğer öyle ise
kalbinizde mi, yoksa cildinizde mi yaranız? Ömer: Bayan! Çok eğlenceli bir düğün. Gidin dans edin, şarkı söyleyin. Bence siz de eğlenmekten hiç anlamıyorsunuz! Zeynep: Eğer bu ömrümde bu bolluk içinde bir gün bile mutlu olduysam belalar peşimi bırakmasın! Ömer: (Fısıldayarak) O bir çılgın! Neler diyor? Bir kadın ki bolluktan zevk alamasın. Zeynep: Ey yaralı adam! Açık konuşayım; merakımı celp etti örtün. Derdi ile boğuşan bir insan, bahsedildiği zaman o içinden çıkılmaz sorunundan, yetim bir çocuğun yanında babadan bahsedilmiş gibi hüzünlenir. Bir patavatsızdır soru soran! Ömer: Değil mi, öyledir! Gidin artık lütfen! Bir zavallıyım ben! Sizin gibi pürüzsüz güzeller benle denk değil. Hem öyle bir yaram var ki benim, dik durmaya bile hakkı yok bu işe yaramaz bedenimin! Zeynep: Kendini yargılayanı kim savunur o zaman? O kişi ya nefsini göklere yüceltir veyahut yerden yere vurur kendini. Ömer: Artık ses vermeyeyim ki anlasın konuşmak isteme- diğimi. Zeynep: Peki efendim! Niyetinizi anladım. Gidiyorum! (İçinden) Sen karanlığa git ben ışığa. Sesi ne kadar da naif bir erkeğin sesi! Utangaç! Peki tülünün altında nasıl bir canavar var acaba? Kendi mi yaratmış yoksa? Peki, kalbinin acımasız içe kapanıklığı! İlginçlik buldun beni en sonunda, bana hayatın hep aynı yönlere giden raylarından çıkma fırsatı verdin! Cem: Onu gözledim bile. Tam orada, büyük sütunun altında heybetli ışıkların bile loşa döndüğü yerde, o örtülü adamla konuştu! Bir iş var bu işin içinde! İçe kapanıklığının nedeni o adammış. Eski aşığı olabilir mi? Evet olabilir! Bir bakış atmak için, kalbini tekrar hoplatmak için, sarınıp peçelere,
68 69
kızı kolluyor bu gece! Ya da görmeyeli çirkinleşti, yandı yüzü bir beladan! Ama sözlerin maharetini bilip de, gönül bağlayıp düğüm atmayı bilen biri, çirkinliği tatlı sözlerle bile gizler.Çıldırttı beni şu gizemli aptal! Onun örtüsünü düşüreyim ki, rezil rüsva edeyim ki, yanımda olduğundan beri gökyüzünden başka yere şehvet ile bakmayan sevdi- ceğimin namuslu ilgisi tekrar üzerime dönsün. İşte Beşir ve Rahmi, yanındakiler onların hayranları. Bu dedikoducu sersem kardeşlerin merakını celp eden de nedir? Evet, on- lar da gizemli adamın bir görünüp bir kaybolan siluetini inceliyorlar. Beyler! Şu köşedeki örtülü beyi tanıyor musunuz? Beşir: Hayır ama tanışmak veya esrarını çözmek için bizimle iddiaya girebilecek bir yiğit arıyoruz! Kendimizi yeterince kandıramıyoruz da! Cem: Öyleyse iddiaya varım! Siz uğraşın kendi yöntemleriniz- le! Ben de kendi yöntemlerim ile. Bulabiliriz ne olduğunu böylece. Rahmi: Heyecandan delirebiliriz! Beşir: Sabırlı ol kardeşim. Bir anne bebeğini yitirebilir. Bu insanlık için kötü, aynı zamanda önemlidir. Boş uğraşlara fazla heyecan duymamalıyız! Ama yine de destur diyerek bu işe girelim, aklımızı ise kandıralım, dünya için önemli mevzular diye! Rahmi: Niye insan örter ki yüzünü? Beşir: Bir şeyler yitirmiş olabilir! Rahmi: “Yarasını saklıyor” diyorsun yani. Kafayı yiyeceğim, gidip örtüsünü kaldırma isteği doğuyor içime. Tuğçe: Şakacı bir deli mi? Yoksa gizemli biri mi? Rahmi: Bütün insanlık, Havva annemizin merakı yüzünden kovuldu cennetten. Öyleyse tez öğrenelim örtünmüş bu adam hangi sebepten. Baksanıza Tunahanların utangaç,
evde kalmış hizmetçisi. O da örtülü. Ama utangacın ağ- zında laf ıslanmaz nezaketten. Tuğçe: Sakın üzmeyin efendim narin kızı! Beşir: Şu anda bambaşka bir yerde, bir çocuk anası ile baba- sını kaybetti! Bunu düşünmeyi dene hayatım! UTANGAÇ LEYLA’NIN YANINA GELİRLER Beşir: Güneş, Ay değil mi hanımefendi? Leyla: Bilmem ki efendim! Nedenmiş o efendim? Rahmi: Yani kardeşim diyor ki; Ay, Güneş’ten çaldığı ışıkla Ay’dır. Peki, Güneş bir alıcı değil mi? Hangi sebepten se- bepsizlik yürütür ki böyle sıcak bir derdi? Öyle ise Güneş, ışığını ilahi nurdan çalar. Beşir: Yani bir hırsızdır! Leyla: Öyle diyorsanız öyledir efendim. Beşir: Öyleyse anlat bize! Tunahan ailesinin etrafında fır döndüğü şu serseri de kim? Rahmi: Hani şu başını örtmüş peçelerle. Leyla: Efendim lütfen gidin, söyleyemem! Rahmi: Bilinmeyen hatırlanmaz, bilinen söylenmez! Beşir: Seni zorlamayacağız kızım. Ama bari şunu söyle bize; Nihan’ın, Buse’nin abisi, Latif’in oğlu güzel Ömer nerede? Leyla: Efendim rahatsız etmeyin beni! Rahmi: Ağlayarak kaçtı! Beşir: Örtülü adam Ömer! Ama o şeyh bedevi değil ki! Bir iş var işin içinde! Kerem: Takip takip... Allah’ım ne yapıyorum ben? Deli miyim neyim? Hem bu nasıl aşk böyle? Keşke kalbimden söküp atabilsem! Ama insan kalbini sökerse her yan kan olur. Manevi anlamda hoş görünse de bu intihar, zahirde bir iğrençlik yaratır. Ya da tıraşlarım onu sevgi çeperinden. Keskin bir bıçak ile.
70 71
Emre: Doludizgin giderken eğlence, yeterince sarhoşluk zerk edilmişken zihnimize, sonra birden başka bir şarap dökül- dü önümüze ötekilerden daha sertçe. Büsbütün sarhoşlar âşıkların dönüşünü icra ederken… Kerem: Basit bir taklittir sarhoş rezilin dönüşümü. Emre: Sevişmeye başladı tüm gençler gecenin şerri üzeri- mizde raks ederken Kerem: Genç bir bayana “sevişmek” dedi. Ah ağzını burnunu kıracağım onun! Buse: Öylesine etkin bir bayıltıcı; ne kadar da garip! Meryem: Gençlerin yeni eğlenceleri haz verici ve bir o kadar da şiddetli! Kerem: Ne? Bu safsataya mı kandı? Bu genç adam bir yalan- cı, bir keş! Anlattığı âşıklar değil, geçici heyecan ve anlık hoşlanma duygusunun oluşturduğu leş! Aman yavrum, yok öyle bir şey! Buse: İşte beklediğim misafir geldi, Davud Musta! Öylesine yakışıklı ve öylesine yiğit bir delikanlı ki, bütün bu şehrin kızları kolayca ölebilir yolunda! Meryem: Yalan diyemem! O gergin siyah kaşlar, iki kişilik beden! Belki bir şans… Ben de yukarı çıkıp makyajı taze- lemeliyim hemen! Buse: Sen git kardeşim! Fakat ben zaten tanışıyorum onunla! Hem ben de erkeklerin yoluna ölebileceği bir genç kızım! BUSE KESKİNCE KENDİSİNİ GÖZETLEYEN KEREM’E BAKAR Kerem: Nasıl da baktı bana öyle? Biliyor, fakat aldırmıyor! Ya da öyle sanmamı istiyor! Bu genç yiğit belli ki özenilerek yaratılmış elbet. Buse’min abisinin kazadan önceki hali ile benzeşiyor güzellik mayasın- daki şerbet. Ben ise şimdi hem fakir hem de çirkin hissediyo- rum kendimi! Sanki tenim ucuz bir kıyafet…
Ferhat: Ne kadar güzel bir gelin! Kocası ise bir dava adamı, bir yiğit, ahdinden vazgeçmemek uğruna uzuvlarını doğ- rayacak bir savaşçı, bundan eminim! Kadir: Gel kardeşim sarıl bana! Kemiklerini öyle bir çıtır- datayım ki, kuzenimizi üzdüğünde bizim sıcak kollarımızı hatırla! Ferhat: Kardeşimle denk sevdiğim kuzenim nerede canım benim? Nihan: Aslında bunu anneme sormalısın canım kuzenim! Ferhat: O nasıl ifade öyle? Sanki yüzün en çetrefilli felaket- lerin içinden çıkmış mağduriyette, süzüyor gözlerin gözle- rimi. Yaşıyorum ama ben yokum der gibi… Biliyorum ama kilitli dilim der gibi! Oyalanmadan araştıracağım bu işi… Nihan: Ne hain bir saklambaç! Canından olan akrabaların bile aldığın yaradan habersiz. Bilal: Esmer olan kemiklerimi kırarcasına sıktı! Nihan: Sana bir mesaj iletti. Şefkatle sahibini ısıran köpekler gibi! Ama öfke anında o dişlerin ne kadar kuvvetli olduğunu hatırlayacaksın! Bilal: Beni tehdit ediyorsunuz bayan. Nihan: Sevginin zincirleri şefkatle örülmez hayatım. Demir ancak ateşle dövülür! Ferhat: Biricik yengem ve amcacığım! Söyleyin bir hele, bir çocuğa bembeyaz sayfada simsiyah kalem verip gündüzün resmini yaptırmak da nedir? Böyle şerefli eğlence de bize ailemizin yumuşak kalpli güzel çocuğu Ömer’i göster- memekle denktir. Hem de çok sevdiği bacısı namusunu tertemiz teslim edeceği gecenin öncesinde! Latif: Kardeşlerimin sert ama bir o kadar sevgi dolu çocuk- ları, Ömer bu gece burada değil! Ama evinde sizi misafir edecektir. Şimdilik çenenizi kapayın ve soru sormayın!
72 73
Kalabalık içinde sakince eğlenin! Ben sonra sizi bulacağım. Ömer: Ne yapıyorsun sen? Gelin özeldir bir düğünde, bütün gözler tebessüm ile ona bakar. Dolaşamaz o kendi düğü- nünde köşelerdeki yalnızları. Nihan: İnsanın kanından olan mutsuzsa, mutsuzluktur onun da içine dolan. Böylece ne sevgi ne de gerdek olur eğlence. Ama beni kırmadın. Üzerindeki ağırlıkları atıp beni izlemeye geldin. Ömer: Gel de abin sarsın seni. Şimdi beni boş ver. Namusunla boz namusunu. Kocanı mutlu et bundan böyle! Cem: Gelinimiz ona sarıldı! Tuğçe: O, Ömer Tunahan. Fakat o erkek güzelidir, örtünmesi anlamsız. Cem: Tahmin ettiğim gibi, bir bela gelmiş onun başına! Ama hiç utanmıyor eski sevdiceğini tekrar ayartmaktan. Onu tanıyor, ruhunu bildikten sonra etkileyici iltifatları seçmek de kolaydır. Beşir: Biz kardeşler böyle bir aşkı duymadık. Rahmi: Bir yanlışlık var o zaman düşüncende. Belki de burada tanışmışlardır. Cem: O zaman daha kötü! Zeynep’i derinden etkiledi. Onu bu kadar düşünceli hiç görmemiştim. Neyse, gidip kaldıracağım o adamın örtüsünü. Ömer: Şu adam sanki dik dik bana bakıyor. Bedeninin her zerresi zaferden emin kibirli bir savaşçı gibi, işte rezilliğe açılan yol, bana doğru kararlı adımlar atıyor. Şimdi de bir güvercin gibi boynunu bana uzattı! Cem: Saklanma garip adam, çık ortaya, kimsin görelim. Ha- zırlanın ve silahlarınızı çekin, akılda olan tabii! Birkaç soru soracağım size! Ömer: Hela üst katta bayım, eğer sorununuz buysa. Çıkış ise geldiğiniz kapıdan. Sorularınızın muhatabı ben değilim!
Sizi tanımam bile! Cem: Durun size daha da yakınlaşayım, o kara tül de nedir? Kapanırsa kadınlar kapanır, erkeğe beis yoktur bu konuda, öyle değil mi? Ömer: İzlemekten şikâyetçiyim. Tebessümü bile iyiye yormaz gözlerim. Bu yüzden perde çektim gözlerime, mahlûkat âlemi ile. Cem: Siz, bambaşka bir boyuttasınız o zaman! Ömer: Evet! Rezil bir boyut… Hani şu intihara hevesli, zevk alamamaktan yakınan gençlerin durduğu yer! Cem: Perde ha! Oysa perdeler hep pencerelere çekilir. Kalın örtülerin koruyuculuğundan cesaret alan insan bütün rezil- liklerini dökünür! Belki de iğrenç bir akıntı vardır derinizde. Belki de korkaklık örtündürdü sizi! Her kapı gıcır- dadığında, ayak adımlarında, bulutlar çarpışıp da gök gürüldediğinde, korkuyorsunuz yalnız bir çocuk gibi. Biri sana merhaba dediğinde elini uzatamıyor, kelimeleri seçip dilinde yuvarlayamıyorsun. Perdelerden yapılmış yüzüne saklanan gerçek, tir tir titriyor. Gördünüz mü, o bir ödlek! Ömer: Yapıştı bana bu patavatsız. Öylesine de gürledi ki, herkes artık kulak verdi atışmamızı dinlemeye. Lanet ça- resizlik, hiç gelmemeliydim bu düğüne Şeytan diyor ki aç yüzünü, rahatlasın herkes. Bu deli- kanlı da ağzının payını gözlerinden alsın. İçi yalvarsın ona ne olur artık kes! Ama zalim nasıl paye de alsın ki kendine? Zalim anca güler yaraya. O zaman da daha şatafatlı olur zaferi. Hem şeytan ne zaman kendine uyanı yolun sonuna bıraktı ki? O hep başlarda sadıktır. Sonra terk edici! Ömer: Gitmeyecek misiniz bayım? Cem: Nereye gideyim örtülü adam? Gecenin eğlencesi sensin! Ömer: İzin verin gideyim! Ben önemli biri değilim! Aksine hiçim.
74 75
Cem: Hiçlik sergi açmış o zaman! Yüzlerce kişinin olduğu bir düğünde kara bir tülle dolaşmak ve “Ben hiçim” demek acayip bir durum. Oysa ben, ilgi çekmeye çalıştığını düşü- nüyorum! Özellikle Zeynep Karahan’ın ilgisini. Nişanlımı ayartırken gördüm seni. Ya da alevlendirmeye çalışıyordun eski sevgini. Beril: Kalabalık sustu. Hayra alamet değil bu laflı düello. O çocuk zalimce davranıyor Ömer’e. Sanki bir hesabı varmış gibi. Ferhat: Bu garip işkence de nedir? Bir gösteri mi? Akra- balarımdan hiç beklemem kötü niyetin iyiliği ezdiği bir gösteriyi! Ömer: Ah o kız, tanımam bile onu! Dibime kadar geldi. Dövse beni karşılık vermem! Nefsimde kendini müdafaa edecek kişilik zerresi kalmadı. Neredesin Mustafa, uzaklaştır şu herifi! Cem: Bu düğünde bir kişi eksik bence! Kardeş ve oğul Ömer... Şimdi bakalım mı örtünün altındaki kim? Zeynep: Ne yapıyor bu serseri? Kişiliği bu işte! Mazlumu ezmek onun sanatı. Ve zalimlik sanatı en ucube resimleri çizer hayat tuvaline. Bir çocuğum olsun istemem ondan, ayakları gariplerin göğsünde. Mustafa: O dik ve gergin duruş hayra alamet değil. Tıpkı hırçın bir çocuğun saf bir küçüğüne üstünlük sağlamak istemesindeki duruş bu! Hani, en rezil çocukluk şakası için bekliyor, pantolonunu indirmek üzere. O da ne öyle, bu nasıl sapkınlık? Örtüsüne yapıştı, kaldıracak onu. İyisi mi ben şu perdeyi alayım, örtü düştüğü anda Ömer’in üzerine atayım. (Örtüyü Ömer’in üstüne atar) Ömer: (Örtünün altında maskesini takar) Ey maske, ört yü- zümü, gösterme kimseye surette hüküm verilecek özümü. Ömer: Dur adam! Destur, destur!
Bu ne kibir, kendini ilahlaştıran gurur... Belli oldu! Sen incitmekte ustasın. Ayaklarının altınadır tevazu, onur! Cem: İlginç! Gerçekten ilginç! Maske mi varmış örtünün al- tında? Matruşka bebekleri gibi derin derin içinde. Bekleyin lütfen, çok altında değil bela. Belki bir maske daha… On- dan sonra ne var? Kırmızı mı kan? Derin bir yanık. Veyahut korkunç bir iltihap, ağaç reçinesi gibi akışına akan! Güzel çocuk Ömer, bir kaza geçirdin öyle değil mi? Peki ne oldu? Alevler mi yaladı cildini? Açık ol, göster bize yüzünü. Bu korkaklık niye? Yoksa ergenlik belasını gizemli bir şeytani alışverişe döndüren genç eblehler gibi sessiz gizemleri sömürü zırhı yapıp giyinen basit bir çocuk musun sen? Tamamı ile görelim bütünlüğünü, hadi düşsün masken. Ömer: İşte saklandım bu maskenin ardına. Sanki karanlık odamdan çıkmamış gibi güvendeyim. (Aynaya bakarak) Aynalar söyleyin bana, ben neyim? Bu yapay pürüzsüzlük beni diriltti. Canavar örtülünce, diğer yarım titremekten vazgeçti. Nasıl da üstünlük kurmuş çirkinlik güzelliğin üstünde, beyazı kirleten siyah gibi. Cem: Bu bir düğün mü yoksa maskeli balo mu? Latif: Gidiyorum haddini bildirmeye. Ferhat: Bekle amca, benim ellerim kanda zaten! Beril: Bekleyin ikiniz de. O çocuk bir küstah. Fakat sert eller gerekir bazen inatçı bebeleri çıkarmak için dar bir rahimden. Ömer: Ey alaycı tavırlı, çirkin öfkeli… Söyle bize yaralayan? Derdin ne? Yoksa sokakta mı buldu seni anan? Ama bu benim hiç doğmayan yavrumdur diye sargılayıp, emanet beşikte sallanan. Nezaket değil, değil mi? Kabalık doğuştan gelen soy kanından akan. Cem: Annem ile ilgili tek kelime daha etme. Ömer: Ne ile açıklayalım o zaman sessize çalışan silahı, hiç
76 77
büyümemiş çocuksu çiğ tavırları? Yaptıkların ancak çiğ süt ile olur. Ve ezik ruhlu ezmekten zevk alır, anasından terte- miz doğanı. Belki burnudur büyük olan, kulakları kepçe mi? Tek ayağı uzun, diğeri kısa. Böylece adımlamakta hiç de değil usta. Düşüncelere dalmış bir derdest, çenesi hep göğsüne bakan. Ama bir derdi vardır adamın. Küçümse- meyin beyler, belki sizin azabınızı bile hafifletendir o adam. Bir düşünce salıp evrene, meleklerin yakalayabileceği narin bir dert, bakmayın bizi yaşatan belki de budur! Zeynep: Nasıl birisin sen? Ne garip bir duygu formu! Yaralı olan tarafı kapalı iken yarım güzelliği bile yeterince güzel. Aranan kusursuz güzellikteki eksik kibir bu! Yarım güzel- liği bütün kibrini ters düz etmiştir onun. Kalbine sadakat ve eziklik zerk etmiştir. Sözleri de az sivri değil! Demir: Bu bir gösteriydi değil mi? Anlaşılan zenginlerin eğlence biçimi değişmiş, daha asilce bu yapılan. Tekrar söylüyorum bu atışma bir şaheser dostlar. Açıkçası bu düello beni çılgınca cezp etti. Cezbeye geldim bir an. Ben de meydan okuyacağım yarım yüzlü adama. Dirkan: Onu yenersiniz! Nihan: Bu sözler, bu ruh! Sanki Ömer soyundu o miskin halinden. Tuğçe: Ne kadar da yakışıklı o! Yarısı bile süpürür erkek diye sokaklarda dolananı. Rahmi: Yavaş güzelim yavaş, âşık olmayasın yarım yüzlü bir adama! Kerem: Ah Buse! Abin o senin. Peki, sen benim ol, ben de senin. Ayşegül: Bu Ömer? Ama yarısı. Ne olmuş ona? Maske? Ni- han onu sorduğumda susmuştu… Ah kalbim, durmadan çarpıyor! Cem: Diyor ki bir kişi, adamın yüzünden akıyor durmadan
irin. Ve örtüsü fazlaca emici, ona siliyor, terini siler gibi. Ömer: Diyorlar ki bir budaladır o, kadınını elinde tutama- yıp, saldırır herkese. Oysa elleri kendi ruhunu sarmıştır, inanamaz hayali, sarıldığı kendine. Latif: Kesin artık! Delikanlı, babanı tanırım. Öfkelendirmek için onu, yaptıklarının kelimesini anlatmam yeter. Şimdi defol git artık buradan! Cem: Kızgınlığım sebepsiz öfkeden mi sence sevgili Tunahan! Oğlun bu gece namus suçu işledi. Namusuma açıkça göz koydu bu adam. Hem de kim olduğuna bakmadan. Ama boş ve bomboş hareketler, düşünceler. Siz kimsiniz be? En iyiyimdir ben! Ferhat: İmkânsız! Ömer yapmaz öyle iş! Cem: Öyle ya! Bu tepemdeki cinler boşuna tırmanmadı oraya! Zeynep: İşler çığırından çıktı! İyisi mi müdahale edeyim bu işe. Yeter! Bu genç adam bana yanaşmadı. Tanımam etmem. Eski bir düğüm de yok aramızda. Kavgacı adam ise nişanlım değildir. Olay kapansın. Bu rezilliğin parçası olarak burayı terk ediyorum. Herkese elveda! Cem: Beni fena ettin ucube maskeli! Eğer ahdinden dönmez ise o kız, seni ellerimle boğarım! Ömer: Haklıysan, merak etme boynumu sana uzatırım! Rahmi: Şimdi anlaşıldı Ömer’in saklanan durumu. Beşir: Kötü bir kazanın elem sonucu. Rahmi: Zuhur etmiş içinde yüzünün parçalı durumu. Beşir: Ama ilginç; hani derler ya bir yanını yitirince insan, fazlaca gelişir başka bir duyu. Ömer’in de yarım yüzü “Yu- suf yüzlü” olmuş. Daha baskın bir güzellik miras vermiş kaybolan yanı. Latif Bey: Küstah Kurt’un oğlu! Ne cüret, bunca hakaret… Boğazlayacağım Kurt’u kendi ellerimle, hatta kanları beyaz mehtabı topraktan kızıl yansıtırken, dans edeceğim deri-
78 79
sinde oluşturduğu evlada lanet ederken. Beril: Abartma! Kaderde yeri var çocuğun. Kurt yetiştirmese onu, kurtlar yetiştirirdi, vahşi çiğ sütleri ile besleyip, ye- meden büyütürler, bu düğüne salarlardı fitne çıkarsın diye. Ama icabına bakacağız, güzel ve bize yakışan bir üslupla. Öte yandan; oğlum o maske ile yarım da olsa eski haline dönüverdi. Daha bir güvenle haykırdı söyleyeceklerini ve bir daha örtmedi yüzünü o kara talihini simgeleyen kara tül ile. Açıldı o, en sonunda!
SAHNE 2
ÖMER ODASINDADIR, YÜZÜNÜN YARISINI KAPLAYAN MAS- KESİ İLE AYNAYA BAKMAKTADIR Ömer: Ey gördüğünü tüm gerçekliği ile göstermek ile lanet- lenmiş örtüsüz ayna; konuş benimle kusursuz gerçekçi. Gerçekten konuşabilir misin? Oh ne ala! O zaman yer de konuşur gök de. Ne der ki yer? Kabuğumdan gelen sıcak bir yandan, her yağmur her kar tepemden, bana acı, basıp geçme birader. Gök de der ki; çekilin perdeler, benim aslım mavi değil! Şu ellerin dili olsa mesela… Akşam hani o yalnız kaldığında, bildiğiniz gibi değil bayım, öyle hoyrat, öyle terbiyesiz, öyle ahlaksız ki bu adam. Sanki dersin ben onu hiç tanımamışım. Ayna hadi söyle. Haykır, de; ben böylesine çirkin görmedim. Yok mu efendim bir çare? Mesela küfünden ayıklanan peynir hani bir radde daha az tiksinti verir. Durun! Geri takın maskeyi, bu düzensizlik benim maddemi eritir. Öyle ise al yüzümün tacı, pahasını arttırsın görüntünün. Hani güzeli aksedersin ya heves ile. Belki de güzelin kendine olan aşkıdır senin hevesin. Madde hiç hissetmez ya! Öyleyse kendime olan tiksintimdir se- nin hissettiğin. Bak şimdi beğeniyorum halimi. Örtündü demin apaçık gördüğün çirkinlik. Benim bayramımsa eğer, görüntümün iyiliği, bayram et şimdi ayna, sevincin görülmeye değer.
80 81
SAHNE 3
ÖMER’İN AKRABALARI EVİ SARMIŞTIR Selçuk: Kendimi bir aptal gibi hissettim! Yeğenimin acısını düğün eğlencesinde öğrenen değersiz bir dayı gibi. Siz bizden gizlemek ile iyi etmediniz. Beril: Canım kardeşim rahat ol! Ömer’i mezarından yeni çıkardık. Onu derin bir uykudan uyandırdık. Ortalığı yakıp yıkma, acı ile törpülenip hassaslaşmış kalplerimizi kırma! Öğrendin işte! Nermin: Öğrendik iyi oldu ama! Ben de bir ana merhameti sahibi olarak yavrumun yarasına bakmak isterim! Merak ederim, acaba yüzü ne durumda? Latif: Bakmasan da olur hayatım! Senin merakın ölümü bile cezp eder zaten. Fethi: Bir ailenin büyüğü saygıyı hak eder! Felaketler sak- lanmaz hiçbir zaman. Torunumu bana getirin! Ferhat: Eğer Ömer’in yüzünü yakan alev ilahi olmasa, bir ateşleyeni, tetikleyeni olsa, derisini kendi ellerimle yüzer- dim! Latif: Ferhat boşluklar ile kavgayı bırak. Yerine otur! Tam olarak yandı denmez o yaraya! Neyse, sizinle görüştürece- ğiz onu! Fakat ona baktığınızda, sanki bir gariplik yokmuş gibi, eski akrabanızmış gibi davranın. Böylelikle acı ile törpülenmiş hassas kalbi daha da fazla incinmesin. ÖMER’İN ODASI
Beril: O maske yakıştı sana. Ömer: Eşeğe ne kadar yakışırsa altın semer... Veya tesadüfen çöplüğe düşmüş bir berduşun bulup da beline doladığı gümüş kemer! Beril: Gel aşağıya. Akrabaların sardı evi. Dedenin gönlünü al! ÖMER SALONA İNER Buse: Onunla örtüsüz muhatap olacağız artık. Kadir: Akrabalar birbirini kollamalı her zaman. Sıkı sıkı sarılmalılar. Çünkü kesildiğinde bedenimizden bir parça, hep ortak kandır akan. Söylesene Ömer; niye gizledin yaranı bizden? Ömer: Eyvallah kardeşim! Biraz zamana ihtiyacım vardı. Parçalananın halinden anlamaz tam olan. Ferhat: Sev beni! Ömer: Seveyim babalarımızın kardeşliğinden doğan kan bağı için. Ferhat: Öyle değil. Her fırtınada sığınılacak liman. Yalnız- lığın o en ağır, en kasvet bastığı an. Vermeden almanın mümkün olabileceği zaman! O zamanlar sev beni! Düğünde seninle kapışan adam Kurt’un oğlu Cem… Mekânına gidip göz atacağız bugün. Tıslarsa bize, tırma- layacağız onu. Ömer: Hiç gerek yok kavgaya. Sevginin karşıtı öfkeye, öfkenin doğurduğu nefrete… Ferhat: Sevgisizlikten doğanı kusarız biz de. Ömer: Ama sevginin kaynağıdır sevgisizlik. Buse: En azından şöyle bakabiliriz; Abimi tülünden kurtardı o hadsiz. Beril: Bence de. Ateşin yakıcı alevini boş verin, ekmeği pişi- rir o sıcak. Oğlumun gül yüzüne, saf aklına daha yakınım
82 83
bundan böyle. Artık o, odalarda gündüzleyin karanlıkla boğuşmayacak. Ömer: Dedecim ellerinizden öpeyim! Sizi haberdar etmedi- ğim için üzgünüm! Dayı ve yenge, kuzenlerim, yeğenlerim. Hepinizden özür dilerim. Fethi: Bazen ben de evden çıkmak istemiyorum. Kapanıp kat kat yorganların altına derin derin uyumak, ta ki o zaman gelene dek! Hem kime satayım kırılgan belimi sarkmış tenimi? Endişelenme yavrum. Yarım güzelliğin sana yeter de artar! Hala: Hanımımın oğlu; ısrarcı güzel bir bayan, bir demet çiçek ile size laf anlatmaya gelmiş. Ben de buyur ettim bahçeye. Ömer: Bir bayan mı? Kim olabilir? Yo nefsim heyecanlandır- ma sakın beni! Senin umudun gizlenmiş bir alevdir. İyisi mi gidip bakmak! Ah Yasemin, yerli yerindeyken bile yüzüm, kaçıyordun benden. Sen olamazsın. Öyleyse başımı belaya sokan kız mı? Gördüm onu! Zeynep: Maskeniz gündüzleri de yüzünüzde demek. Ömer: Utangaçlıktan değil! Emin olabilirsiniz! Zeynep: Sizden özür dilemek boynumun borcu oldu. Bilir- siniz, kalp kırmaya alışkın olmayan uyuyamaz gece! Ama zorba ve hoyrat davranışlarla atılan temeller en sıkı dost- lukların binasını tutmuştur hep. Af dilemek bir erdemdir. Belki de görmek istemezsiniz ama neden bilmiyorum ayaklarım buraya getirdi beni. Ömer: Değil mi? Ayaklar kişiyi istediği yere götürebiliyor, bazen istemediği yere bile götürebiliyor. Suç sizin değildi! Hatta sizden olanlar güzellik namına olan nadir şeylerden biriydi o gece! Zeynep: O halde benimle yürüyüş yapın!
Ömer: Buyurun! Zeynep: Kalbiniz kırık mı sebepsiz, hak edilmeyen aşağı- lanmadan dolayı? Ömer: Sanırım kırılmadı. Bir ucube ne kadar kırılgan olursa işte... İnsan fıtratını bildiğimi düşünerek örtündüm. Fakat bilmiyormuşum. Merak denen hissi, düşünceyi hesapla- yamadım. Kara tüle bürünmüş yaralı bir erkek çok ilgi uyandırıyormuş meğerse. Zeynep: O gece iyi saklanmadınız herhalde! Tek yüzünüzün artık bin bir dedikodusu var! Belki de iki demeliydim. Ama ikiyüzlü insanlar, iyi hasletlere sahip değildir. Önden güler, arkadan vururlar. Öyle değil mi? Ömer: İki fazla! Bir de fazla! Yarım diyelim. Zeynep: Hiç merak etmiyorum ne oldu kapalı tarafınıza. Siz ucube deyince, aklıma bazı hayaller hücum ediyor sadece. Ben görünen yanınıza bakıyorum ve gördüğüm… Güzel… Ömer: Siz birini yüceltirken diğeri darıldı. Zeynep: Öyle ya, ne aptallık! Eminim kapattığınız tarafta çok soylu bir aşınmışlıktadır. Ömer: (İçinden) Bir kadının batında zuhur eden kalbinde yeli esmeyen nezaketi bu kızın her zerresinde işliyor. Söylese- nize sizin gibi nazik bir bayan, öyle kaba bir adam ile nasıl oldu da yan yana geldi? Evet, çok hoştur farklı renklerin meydana getirdiği gökkuşağı, ama yoğun siyahın, masum beyaza yapabileceği tek şey kopkoyu bir gridir! Ya da sevgi dolu bir kalp taşlaşmış bir kalbin yanında üvey anasına ağlayan, okşanmak istenen bir çocuk gibidir! Zeynep: Bir hataydı. Boş vermiştim her şeyi. Sevgiyi ara- maktan bıkmıştım. Artık sadece yalnızlığımı boynuna takabileceğim birini istiyordum. Ama dün gece silkindim. Terk ettim onu! Ömer: Bazen arayıştaki insan, yolunun sabrı ve meşakka-
84 85
tinden kaçınmak için erkenden varmış gibi yapar. Oysa yol başkadır! Zeynep: Tıpkı benim halimi anlattınız! (İçinden) Kısa sözler ile çokça anlamlar bulmak herkesin haddi değildir! İnsandan insana ne kadar fark var! Bu adamın karşısındaki titrekliğim öteki haydutla kıyaslayınca devede kulak kalır! Artık gitmem lazım! Ömer: Keşke özrünüzü kabul etmeyip gün boyu size sırt çevir- seydim! O halde daha uzun konuşurduk herhalde. Zeynep: O halde de çıkmaz olurdu konuşmamız. Ben sizi teselli ederdim, siz de ağlardınız bütün gün boyunca! Ömer: Gidin o zaman, benim için endişelenmeyin. Kapanıp artık odama, gün boyu düşüncelere dalarım her zaman yap- tığım gibi. Vurarak nefret zincirlerini çift omzuma, manevi kanlar dökerim geceleri, her zaman yaptığım gibi. Zeynep: Yazık! Siz kendi kendinizin yargıcısısınız! Tüm suçlar sizin olamaz. En azından karşıt bir davacı olmalı kendi yargı huzurunuzda! “Sen suçlu değilsin” diyen! O zaman sizi, kendinizden nefret etmekten azat edecek bir fikir bulmalıyım! Tamamen beni affetmeniz için. Ömer: O halde acele edin lütfen. Elinizi çabuk tutun, ben kendimi düşüncelerim ile katletmeden. Neler söylüyorum ben? İstemsizce, içgüdülerim ile bir kadını sevgi enerjime çekiyorum! Hislerime vurmadan gem… Bir aşkı çağırıyo- rum. Kör olup halimi görmeden! Zeynep: Soylu bedende garip bir kusur! Ona rağmen kusursuz zarafet. Sevgiyi tanımakta fakir! Ama soyluluğa yanaşan fakirlik çok nadir! Ehlîleştirmiş onu başına gelen felaket! Şimdi acıma hislerim aşk ile aynı renk bir denizde, onu göremem. Kaderim sana tamamen teslim oldum. Bak bu işe benim yerime. Cüzi irade yemem içmem. Yolunu bulman için yaşatacağım bedenimi.
Kendine iyi bak yarım yüzlü adam! ÖMER, MUSTAFA’NIN YANINA KOŞAR Ömer: Mustafa, Mustafa! Ne yaptım ben? Mustafa: Ne yaptınız? Ömer: Sanırım onu sevgi enerjime çektim. Hislerime vur- madan gem! Bir aşkı çağırdım. Kör olup halimi görmeden! Mustafa: Dikkatli ol! Gülen yüzünü tekrar soldurma! De- falarca açmaz o çiçek! Ömer: Öyleyse hadi uyar beni! Söyle; “Kapan odana, hiç çıkma,” de! Yaptığım yanlış. Peki, ne hayal ediyor bu insanlar? Basit bir çiziği kibir hislerime ters düştü diye gizlediğimi mi? Ve- yahut küçük buhranlarla büyük delilikler yaşayan zengin, gizemli biri olduğumu mu? Mustafa: Bekleyip görelim hayat şekillensin! (Fısıldayarak) Zira daha büyük bir derdim var benim. Kerem: Çıktı dışarı güneşim! Neşesiz bitkin saatlerin kalbime verdiği boğucu kasvet yavaşça çekiliyor geriye, sabahın kara şafağını yeryüzünden soyan güneş kadar içime dolan ışık. Aşüfte hanım bahçeyi adımladı. Meryem annemizin ismini kirletiyor o! Ah bu kızın fitnesini Buse’nin değerli sahiplerine haykırsam keşke. Şeytanla işbirliğinden fark- sızdır yıpranmış bir ruhu genç bir hanımla kaynaştırmak. Taze meyve dokunduğunu tazelemez, ama çürük elma bir diğerini çürütür. Mustafa: Selamün aleyküm genç adam. Gözlerinde bir sırrın var ise sen de örtün! Genç hanım Buse yanlış anlayabilir! Kerem: Aleyküm selam abi. Bir kuş geçti kızın üzerinden, bakakaldım! Tıpkı adımları hizasında uçuyordu. Sonra bir bulut eşeğe benzeyen, onun üstüne geliyor sanırdın. Bir arı, öfkesi metrelerce uzaktan anlaşılırdı! Kimi sokacak bu
86 87
hayâsız diye endişelendim. Eğer kıza yanaşsa ona saldırıp kendimi sokturtacaktım! Mustafa: Dikkatli ol Kerem!(Gider) Kerem: Hay hay! Ne konuşuyorlar yakından dinlemeliyim! Ey zikir sesleri ile beslenen kulağım. Keskince duy şimdi! Namus bekçiliği yapacağız! Meryem: Davud Musta demiş ki; “Eğer bir çiçeğim olsa Buse Tunahan’a verirdim. Eğer bin olsa, binini de verirdim!” Buse: Demek bu sözler o kibirlinin dökülmüş dilinden! Ve görüşmek istemiş. Bu teklifi düşüneceğim. Kerem: Düşünecek mi? Yapma, bedenini hayal ediyor o se- nin. Hiç masumca değil! Söz dinlemek günahtır! İyisi mi işime geri döneyim! BUSE, ÇALILARIN ARDINDAN HAREKETLENEN KEREM’İ GÖRÜR Buse: Kerem nasılsın? Dilin tutulmuş sanki! Bir bardak su verir misin bana? Kerem: Bildiğimiz su mu? Buse: Aynısı! Kerem: Ben bahçıvanım, işim değil su vermek. Gururum öyle incindi ki, gece uyku haram biliyorum! Ama bana bakarken, öyle şeyler hissediyorum ki, sanki sevdiğine ba- kar insan o şekilde! Canın çektiğine. (Evin başka hizmetlisi Leyla’ya çarpar) Leyla: Ah efendim, beni düşürdünüz! Kerem: Özür dilerim. Siz de hizmettesiniz ben de. Fakat benim acelem var! Kırılanları toplayabilir misiniz? İyi günler size! Leyla: Toplarım tabii! Dert vermez bana sizin yıktığınızı onarmak. Kerem: Buyurun hanımım suyunuz. Yavaş için, soluklanarak!
Buse: Gerek yok! Elime çamur bulaştı, onu yıkayacağım. Döker misin? Kerem: (İçinden) Ben bakmazken ona, biliyorum beni sü- züyor. Peki, ne hayal ediyor hırçın kalpli, kibirli? Belki de anladı, bu adam helak olmak için istekli! Dur beni kandır- ma nefis! Hizmetçi yıkıyor sahibini, yapması gerektiği gibi!
88 89
PERDE 5
SAHNE 1
Zeynep: Ah, hep güzelliğe mi tutulur akıl? Ay da Güneş’in güzelliğine mi vuruldu da ayrılmıyor onun yörüngesinden? Oysa o sadece bir taklitçi, Güneş’in ışığı ile beslenen. Belki de ışıtma çabasını beğeniyordur onun. Kırılmaz intizam bahsedince karanlıktan, güneşin çekildiği an, o ışık tutuyor yolculara, evine varmaya çalışana. Güzellik değil de yapa- bilme isteği mi acaba Güneş’i baştan çıkaran? Bir his doğdu içime! Sanki uzaktaki sevgi gibi… Hani bilmen yeterlidir ya anacığının babacığının yaşadığını, sen de uçmak istersin yuvandan yeni hayatlara açılmak için. Ama memnuniyet duyarsın onların yaşadıklarını bildiğinden dolayı. Uzaktan da seversin bir şeyi. Anlamsız geliyor şu an her şey. Bir şey yaşıyorum... Peki, o ne? Dinliyorum içimi; evet bir parça var yakılmaya hazır. Ya da söndürülmesi gereken bir yanan... Hani o bilinmez sonsuz isteklik halinde mutluluk ve mutsuzluğu aynı anda hissedersin ya, işte öyle bir duygu şu an yaşadığım. BALKONDAN DIŞARIYI SÜZEN ZEYNEP’İN YANINA GÜLAY YAKLAŞIR Gülay: Terk etmişsin onu! Zeynep: Öyle denemez… Serçe kışı ne kadar terk ederse… O bir zalim. Mayasında bu var. Biliyorum; bu tür insanların iyilikle girdiği her şekil zamanla yok olur!
Gülay: O halde oyalamamalıydın onu! Kendi kalbinden bakınca birlikte geçirdiğiniz süre sana yeryüzündeki bir başak tanesi kadar küçük ve kısa gelebilir. Ama ya o ne- reden bakıyor sana? Belki evren bir çöplük, sen ise onun yüreğindeki tek paha. Âşıklar kızdırılmaya gelmez. Zeynep: Yaptığım büyük hataydı! Silinmeyecek bir anı da bırakmadım onun zihninde. Hep naz, hep solgunluk… Aşkın zamanla yeşeren çeşidi değildi yaşadığım! Gülay: Peki şu garip adam... Görüştün mü onunla? Belki de sana yanaşırken duyduğum karmaşık sözleri onun için üretiyordu zihnin! Zeynep: Evet görüştüm! Galiba ona âşık oldum! Hem de hiç yüzünü görmeden. Gördüğümde ise aşkım perçinlendi! Gülay: Ah aptal, ne diyorsun sen? Mutsuzluğunu hiçbir zaman istemem bilirsin. Ama dedikodular diyor ki; mas- kenin altında ciddi bir yara var! Bu denize dalmadan önce iyice düşün. Zeynep: Hangi âşık düşünerek dalmış ki denize? Yanacağını bilerek günah işlemek değil midir aşk? Dengi var mı çıl- gınlıkta aşkın? Hiç sanmam! Bu yüzden cücelerin koluna girmekten utanmaz devler! Dedikoduları boş ver, bana yol göster! Dur biraz onu an- latayım sana; utangaç biri, hoşsohbet ama ezilmişlikten gelen korkunç tevazusu kelimelerine dilinden çıkmadan sarhoş çel- meler atıyor. İçine çekiyor başını, gözüne her göz değdiğinde, omuzları yanaklarını öpüyor. Onunla görüşeceğim. Kimse mani olamaz bana. Sen de olma! Sadece ürkekliğini incitmeyecek bir fikir ver bana! Gülay: Ah çılgın! Hislerimi dansöz gibi oynatıyorsun. Dur düşüneyim! Gezmeyi sever mi acaba bu adam? Zeynep: Gölgelerde saklanıp peçeler takan adamı mı soru- yorsun?
90 91
Gülay: O halde dinle; sen en iyisini bilirsin! Fikre gelince; tavuk, koyun çiftliğinde korkak bir yabancıdır. Kızıl sesini ancak kümesinde şakır! Yarım yüzlü adam ise, çıplak yüz- lerin yanında yabancı olabilir, bu yüzden… Zeynep: Maskelerin arasına karışır ancak. Dikkat çekmez böylece! Gülay: Elbette! İyi kalpliliğinle de bu davet çifte sevaba gebe kalır! Zeynep: Seni seviyorum! Evet, maskeli bir balo vereceğim şehrin gençlerine, herkes örtünürken gerçek yüzünü, ben de yarım yüzlü adamın kalbindeki sırrı çözeceğim! Gülay: Dur bekle, hızlı düşünme; Balonun öncesinde görüş onunla. Görkem bir anıdır. Düşünsene bütün gece dans etsin kollarında, sonra sevmeyin birbirinizi. Zeynep: Ayarla o zaman her şeyi. Benim aklım, düştüğü kuyuya bakıyor! ÖMER EVİNİN BAHÇESİNDE TELAŞLA KONUŞMAKTADIR Ömer: O kız bir çılgın. Tek gözü kör onun. Bu hislerim de ne böyle? Heyecanım hayra alamet değil. İstemiyorum onu. Herkes dengi ile buluşsun. Çirkin çirkin ile pürüzsüz dengi ile. Peki ya dönerse geri, bir teklifle? Görüşmek istiyorum derse? Benim halim nice olur? Ben saklanan bir yaratıktım çünkü. Ve cila uzunca durmaz, elinde sonunda soyunur maskem cildimden! Açığa çıkar o acınası görüntüm! Hep gördüğünde farklı suretlere alışmamış bir akıl, derin bir kuyunun içine düşer, bir anda tüm sevgi düşünceleri kaybo- lur! Olmaz bu iş. Görüşmem asla onunla. Ya da hiç dönmez geri, o sadece bir kalp bile kırmadan ahrete yürüyen efendi bir bayan. O zaman da aklım şaşar! Çünkü hissediyorum sevmeye yeltenen bir halim var! Yaver: Ömer Bey, zatınızın farkındalığı tüm evi sardı! Neşe
doluyor insan burada yaşamaktan. Efendim güneş hiç tepe- nizden eksik olmasın! Ömer: Sağ ol yaver! Elindeki de nedir? Yaver: Bir notunuz var, özel bir postacı ile gelen! Ömer: Dur bir bakayım şuna! Mustafa’yı bul bana yaver! Mustafa: Söyle birader! Ömer: Baksana bembeyaz bir kâğıda sevgi dolu hislerini dökmüş. Buluşmak istiyor benimle. Bir isteğim gerçekleşti istemediğim. Söylesene o bir gerçekçi mi? Yoksa hayalci mi? Mustafa: Üzülmenizi kimse istemez bu saatten sonra! Gitmek istiyor musunuz peki? Ömer: Hem de nasıl! Mustafa: O halde gidin! Aşırı çirkinden hoşlanan, kendin- den kötüsünü görmekle nefsini okşayan ve aşırı güzellikten nefret eden, içindeki kıskançlık duygusunu nazar edip ku- san insanların bakışları yönelecektir üzerinize. Bu yüzden tenhayı kollayın. Varoş mahallelerden sakının gezmek için. Çünkü fakirin dilinin kemiği incedir, özellikle farklılıklara karşı. Pat diye söyleyiverir dilindekini! Gece, kullanışlı bir perdedir. Saçınız da iyi bir örtü olacak kadar uzadı bence, devirip bir yanından diğerine, yüzünüzün yarısını örteriz. Endişelenmeyin, muhakkak altında olmalı maske! Böylece çifte gizlemiş oluruz. Ha illa ki farklılıktan doğan hisler için endişelenirseniz, aklınıza şunu getirin! Devir değişti, mekân bozuk. İyi niyetleri ile gülümseyen yaşlı bir ihtiyar komşusunun kızının hayali ile yatabilir gece! Veyahut yarı çıplak bir bayan, namusundan taviz vermeyen biri olarak gözükebilir göze! Sıkılır sergilediği etine yönelen bakışlardan! Kızlarını kollayan bir babayı, elinde ekmekle evine giderken görebilirsiniz! Karnı tıka basa doyan dolar şehvetle ve buluşur akşamüzeri bir erkekle! Boş mideleri kollamaktır o babanın yaptığı.
92 93
Ömer: Beni cesaretlendirdin. Bir an bu maskeyi bile söküp atmak geldi içimden. Ah uğruna yandığım güzelliğim, bir an kurtulunca senin ahından, kendimden geçtim yaralı bile olsam. Öyleyse ne olursa olsun ben bu teklife icabet edeceğim! Rabbim kolla beni!
SAHNE 2
Cem: Terk edildim! İnanamıyorum! Ben ki Eymürlerin vari- siyim. Yakışıklıyım, hayranlık duyar ezikler, kıskançlıkla süzüp “Bu, işte olmayan benim” derler. Varlıklıyım, en varlıklıyım diyenden de öte. Söyleyin çenesini dedikodu ateşi ile lanetlemişler: Ne bulamadı o bende? Ya da ne buldu o ucubede? Onda olup da bende olmayan fazlalık neymiş? Ah babama ne derim ben? Rahmi: Söylemiştik sana! Sıradan bir kız gibi işlemiyor onun zihni. Bile bile çatmıştın… Beşir: Senin gibi hoyrat bir adam, binlerce kadın arasından gitsin en dikenlisini seçsin... Niye yalnız kalmış o bu za- mana kadar hiç düşünmedin mi? Rahmi: Ve aranan şey ondaki fazlalık değil kardeşim, sende- ki eksiklik. Ama sende tam olan ondaki eksiklik… Fakat sendeki fazlalık, ona göre bir eksiklik… Ondaki eksiklik ise sende olmayan fazlalık… Beşir: Kardeşim kapa çeneni! Yapacağın en son şey sinirli bir erkeğin aklını daha da fazla karıştırmak olsun! Kısacası kadınları anlamak zordur, bunu unutmamalısın. Rahmi: Olay tazeliğini korurken, şansını tekrar dene derim. Git kapısına ve eski âşıklar gibi şiirler oku. Beşir: Aşkın bir diken, gözümü çıkaran, sende bir şeyler var aklımı karıştıran Rahmi: Fakat uzaklık girdi aramıza, neden ziyan oldu sevgi- miz, eksiklik ise bahanen, artık kalbim yok, al sana bendeki eksiklik.
94 95
Cem: Şiir zayıf aşkların çöktükten sonra atılan yeni temelidir. Ve hayali bir aşk inşa eder şairler. Ama benim yapım bu de- ğil. Siz aptalları dinlesem, rezil olurum bir kadın karşısında. Aptal durumuna düşerim. Ben ne yapacağımı babama danışacağım. Eminim o beni silkeleyecektir. Bakalım ne meyveler düşecek tecrübeli ağaçtan. Çünkü onun meyvesi zehirdir. Siz de şiirler yazmaya devam edin iki aptal. Rahmi: Tamamen dağılmış. Beşir: Onun ilacı yok! Vereceği zarar çok! Rahmi: Evet kardeşim, ortalık karışacak. Çok eğleneceğiz!
SAHNE 3
KURT EYMÜR’ÜN OFİSİ Cem: Baba! Bir şey gizliyorum sizden! Kurt: Söyle oğlum. Cem: Hani babasının değerli bir maddesine zarar vermiş bir çocuk olur ya! Ve yüzleşme zamanı gelmiştir. İşte o an gibi korkuyorum! Kurt: Kendini topla ve söyle oğlum. Cem: Onca kalabalık içinden seçtiğiniz kız, kısa zamanda kal- bimin her zerresine taşındı. Fakat mahlûk sadık değil, bir hata bana kadın fıtratını ezberlediğimi zerk etti! Ama farklı bir kayaymış çarptığım, tahminlerimi oldukça yanıltan… Kurt: Kısa kes genç adam! Cem: Müstakbel nişanlım beni terk etti. Bir muzırlık yaptığım Tunahanların düğün gecesinde! Kurt: Bir kadın ile mi gördü seni? Cem: Hayır! Hiç de değil! Tunahanların oğlu Ömer talihsiz bir kaza geçirmiş. Yüzü tepesinden omuzlarına düşen siyah bir tülle örtülüydü. Saçma gelecek ama kadınları etkileyen bir büyü yaratmış bu gizemli görüntü. Kurt: “Siyah tüllü adam.” Evet, çok saçma geldi! Cem: Örtüyü yüzünden çekince ben, sebeb-i Zeynep’e işve ile kur yaptığını izleyip de kudurduğum için öfkemden. Yarım yüzlü bir maske çıktı kara örtüsünün içinden. Herkese o namussuz adamın rezilliğini göstermek isterken, hayran sevgisi ile donandı maskeli adam. Ters tepti benim haklı öfkem.
96 97
Kurt: Olabilir oğlum! Hayatta her şey istediğimiz gibi gitme- yebilir. Kanadı kırık kuş, bir kez daha uçamayabilir! Veya buz gibidir bahar, sen güneşi ararken. Cem: Ama kalbimdeki sevgi çok yoğun! Kurt: Dinle! Bir daha sözümü kesme konuşurken! Ne diyor- dum? Ama Kurt Eymür’ün oğlu terk edilemez. Babasının biçtiği nikâh reddedilemez! Çünkü sevinç ile dolar o ada- mın içi, güçlü baba, evladını everemedi diye. Ve bir fitne çıkar dolaşıp dilden dile! Rezil olurum senin beceriksizliğin yüzünden. Ve anladığım kadarı ile yüzü bile tam olamayan bir adam çalmış elinden kadınını! Tam bile değilmiş, aptal herif! Yüzünün yarısı olmayan bir adam… Cem: Lütfen kızmayın! Halledeceğim! Terk edilmekten doğan kadınsı utancım, öfkenizi görünce hak ettiği gibi kaçtı. Yoğun bir hiddet doldu şu anda içime! Kurt: O kızı geri al! Yemin ediyorum gebertirim seni! Kızın suçu yok, yeterince sahiplenilmediği zaman bir kadın, tatmin edemez ihtiyaç hislerini ve kaçar arkasına bakmadan… Cem: Öfke harekete geçecek. Damarlardaki kan kaynamaya başlayacak. Anneler çocuklarını alelacele eve sokacak. Tır- naklar yenilecek, dizler tir tir titreyecek! Yemin ediyorum ne pahasına olursa olsun geri alacağım onu. Kurt: Evet bunu yap! Fakat Bedri ile aramı sakın bozma! Bana haber salmadığına göre, ya da kapımı tekmeleyip odama dalmadığına göre, nikah biçtiğimiz kızın yarım suratlı bir adama kaçtığını bilmiyor! Cem: Dinleyin babacığım. Bu işi ya bozarım, ya da bozarım! Bana izin verin. İstediğiniz gibi temizce halledeyim işimi! Kurt: Git, gözüm görmesin artık seni!
SAHNE 4
Gülay: Hoş geldiniz yarım yüzlü bey! Arkadaşım çok üzgün kalabalıkta ahdleştiği için. Sanmayın ki o sadece kendini düşünen biridir! Sizi düşünmedik değil. İzleyin beni! Ömer: Sizi izliyorum! Gülay: Düğünde başınıza gelenler kabalıktı! Ömer: Aldırmıyorum bayan! Gülay: Sizinle en başta kalabalıkta görüşmek istedi. Bir nevi, toplumdan kendini soyutlayan size, sıradan davranmakla aynıdır yaptığı! Tenhada buluşamazdı sizinle. Ne de olsa bu bir buluşma! Yanlış anlamayın, kapalılığınızı açmak ile ilgili bir problemi de yok. Görünmek istemeyen bir adam bu sıradan kafenin giriş kapısından girmek istemeyebilir. Bu malzemecilerin kullandığı bir yoldur. Gayet sakin. Burası samimi olduğumuz insanların yeridir. İşte sizi bekleyen… Köşedeki camın dibinde! Soldan adımlarsanız hep, yüzünüzü duvara verirsiniz. Oturduğu- nuzda ise yüzünüz sola bakacaktır ve titrek mum ışıkları da suretleri tam çizmiyor gecede. Kimsenin dikkatini çekmez maskeniz! Son bir şey daha; bazı hevesler, gerçeklerle sarsılmaz, hemencecik ölürler. Umarım sizin kaderiniz olmaz! Ömer: Bu benim de korkum! İyi akşamlar bayan! ZEYNEP’İN YANINA GELİR Ömer: Benim gibi ürkek bir adamı kalabalığa çekme fikriniz ilginç!
98 99
Zeynep: Kırlarda buluşamazdım sizinle. Orada âşıklar sevgi ile uzanır. Yürümek, bakışlar yüzünden zihninizi meşgul ederdi! Hem belki sevgime layık olabilecek biri bu gördü- ğüm kalabalıktan da efdaldir! Saklanmasını istemem! O her alanda birincidir benim için! Ömer: Ben bu saatten sonra hayattan bir kaçağım! Zeynep: Bunu anlıyorum! Ömer: Bağışlayın; insan fıtratı bir karmaşadır. Göğün hare- ketlerine göre bile değişir hisleri. Kimi bir nesneye âşık olur da ömrünce yanından ayırmaz. Kimi macera peşindedir farklılıkların dışındakini yaşamadan duramaz. Bir kadın tanırım, köpeğini istemez diye erkekleri dışlayan. Bir ek- siklik merakı var mı sizde? Zeynep: Bir eksiklik var mı sizde? Kendinize hiç güveniniz yok mu? Ömer: Fazlalığı var ilimde çift bakışın. Ama biz gerçekçi olalım! Maskenin altındaki yara size iyimser geliyor ola- bilir, fakat iç açıcı değil! Bir çizikle veya sinek ısırığı ile kıyaslanmaz. Beni yaralamaya hakkınız yok bunu bilin. Gerçekleri size erkenden söyleyeyim. Zeynep: Ben razıyım! Boşlukları anlamlandıran bir aptal de- ğilim. Veya neşe dolu bir yaşamın var olduğunu düşünen. Aklım başımda. Siz razı değil misiniz yoksa? Ömer: Sondaki derdine gülümseyene razıyım! İlk bakışta aşk hep güzeldir, âşıklar dolar neşeyle. “Sevdiğim benden ayrılma” der sevgili, kim bilir sonra giden de odur. Hiçbir zaman hesaplamaz insan benliğinin sıkılgan doğasını, hep sevinçle dalar nefsini o an tatmin eden gerçeğe. Zeynep: Sonu hesaplamadan başa gülümsemem. Öyle olsaydı eğer adım hafif kadın, şıpsevdi olurdu. Ömer: O halde namusunuz dimdirek ayakta! Zeynep: Evlilik düşüncesi olmadan bu masaya oturmazdım!
Ömer: Beni onurlandırdınız! Zeynep: Suretlerin yansımasını bilir misiniz? Belki de bahset- tiğiniz ilim budur. Siz güzel ve kusurlunun aynı zihinden izleyicisisiniz! Bu herkese nasip olmaz. Bir tasarrufu olmalı Allah’ın üzerinizde! Ömer: Buna yakın bir ilim! Benim iki yüzümle ayrıştırdığım şudur bayan; cüce, kısa kalmamalı düşünceleri yüzünden. Her birey ortak yargılanıyorsa eğer, cüceye biçilen kaftan güzelin yüzünden örülür! Böylelikle dünya sevgisinden korunur kısa. Güzel olan çevresine topladığı merakla bö- bürlenir. Haberi yoktur, en güzel çiçek bile solduğu zaman vazosunda, çöplüğe layıktır. Zeynep: Ve hem dünyada hem de ahrette canı yanar. Ömer: Buradan kalkalım, gezdirmek istiyorum sizi. Zeynep: Açıldınız öyleyse! Ömer: Ben karanlıkta, siz aydınlıkta yürürsünüz! YOLLARDA Zeynep: Devam edin! Anlatın bana! Ömer: Sır şudur: Güzellikten seyirde, ne kadar tevazulu olsa da insan, yine de kendini beğenmiştir, tektir o dünyada, tevazusu bile vehimdir! Sözlerin kibir eleğinden süzülür, oktur her kelimen! Çirkin ise asil değildir! Veyahut öyle hissetmez. Dünya kalabalıktır kendisi hariç! Öyle aşağılık hisseder ki nefsini, sanırsın bir köpek ondan daha üstün. Dili üzmez, üzülmeyi bildiğinden dolayı. Zeynep: Ermişler nefsini aşağılayan insanların hep en yük- sek makamda olduğunu söylerler. İnsanı en çok Allah’a yakınlaştıran metottur! Ömer: Çok doğru! Düşünsene; adil bir baba zayıf ve güçlü evladından hangisinin üzerine titrer? Zeynep: Zayıf olanı kollar!
100 101
Ömer: O da aynı tekniği kullanıyor. Kibirle kendini ihtiyaçsız hissedene kendi işini yap buyuruyor, fakat muhtaç zayıfın elinden tutuyor. Kadının hası ile tanışmam güzelliğim ile evrende sallapati davranıp hoppa şiirler yazdığım zamana denk gelmedi. Yaralı zamanıma denk geldi. Mazlum olunca kollamaya başladı beni! Zeynep: Mazlumluk seviyesi, cücelerin gerekliliği… düşün- celeriniz ilginç! Ömer: Cüceler olmasa dünya var olmazdı. Hiçbirimiz var olmazdık! Veya çirkinler! Güzelliğin tanımını çirkinlikle yaparız veya dirinin anlamı kalmazdı solgun olmasa! Zeynep: Size yüzünüzü görmeden âşık oldum! Yarınız yetti de arttı bile. Sözleriniz ise aşkımı körükledi. Yaranızı görünce de bir şeyin değişeceğini sanmıyorum! Ömer: Beni utandırıyorsunuz! Zeynep: Bugüne kadar hep istenildim. Kur yapmayı, iste- nilme arzusunu bilmem. Fakat anlıyorum ki bahsettiğiniz mazlumluk seviyesinden seyir eden bir insan o iki kelimeyi birleştiremez. Şimdi size soruyorum: Allah’ın izni ile beni ister misiniz? Ömer: (İçinden) Ne diyor bu kız! Hesabı bu kadar zayıf mı? O kadar da değil! Yüzümün halini görmek istemeden benimle nikâhlanmak istiyor. Aklım karıştı, ne cevap vereceğim? Bayan, size bir kez daha düşünmenizi önereceğim. Şimdi size maskemi açıp kusurlu yanımı göstereceğim. Böylece siz de daha aklı başında düşünebileceksiniz. Zeynep: Anladım, o tarafında bir yara var! Maske muhafaza ediyor yüzünü. Canın acıyor güzel iken bakan gözlerin artık tiksinerek kaçışını izlerken. Anladım haliniz acıma hissini harekete geçiriyor insan fıtratındaki. Daha ne an- lamam lazım? Maskenizi çıkarmayın böyle kalsın lütfen! Nikâhtan dönemeyeceğim anda bakmak isterim ona!
Ömer: Şerefli bayan! Bir insan şereflice ezer mi karşısındaki? Evet olurmuş. Bütün hislerim ile altında kaldım onun. Tevazusu boyumu defalarca aştı! Öyleyse ben bu yola gireceğim, yarama aldırmadan!
102 103
SAHNE 5
Bekçi: Kimsiniz bayım? Cem: Kimsem oyum? Seni öldürürüm çık yolumdan! Timur: Abime yol açın. O hepimizin sahibidir. Bu öfkeli hali hayra alamet değil! Buyursunlar içeri. Cem: Nerede abilerin? Timur: İçeride eğlencedeler. Cem: Ey babamın parası ile gününü gün eden serseriler. Bu kadınlar da kim? Çözün kollarınızın bağını, devirin içki masanızı ve şimdi söyleyeceklerimi dinleyin. Kenan: Bu hal de ne? Cem: İyi dinleyin. Nişanlım beni terk etti. Büyük bir acıya gebeyim şu anda. Bir ucube yüzünden! Diyorlar ki gizli bir kaza, büyük insanlardan bile gizlenen, kimsenin gitmemiş kulağına. Bir yanı tanınmaz haldeymiş, yarım yüzlü adam, diğer yanı idare eder. Yarayı hem tül hem maske ile sakla- mış, bir gizem oluşmuş suretinde. Nişanlım ise, görünce onu o lanetli düğünde, bir acıma hissi duydu birdenbire ve kendini ucubenin kollarına attı. Kenan: O halde bu ihanettir. Büyüklerin ahdine saygısızlık! Cem: Kızı boş verin. Yarım yüze odaklanın. Timur: O halde diğer yanını da yakarız. Cem: Kolay değil. Kuzenleri çok sıkı, sizden iyi olmasınlar. Ferhat, güneşten çok hapishane duvarlarını görmüştür. Ve birkaç çapulcu daha etrafında… Teoman: Ömer Tunahan. Kulaktan kulağa duyuldu yarım
yüzü. Genç kızlar beğeniyormuş onu! Cem: Öyle mi dersin? Tamı tamına bir eser dikkat çekmiyor demek ki! Belki diğer insan neşriyatından farklı olmasıdır onu yücelten şey. Ne diyorum ben? Sen kes sesini! Kenan: Toparlan ve sakin ol kardeşim! Bu dediğin namus meselesidir. Silahlarımızı kuşanalım. Yarım yüzle dolaşmak bir bahtsızlıktır, öyleyse dalgamızı geçelim. Senin arkandayız. Meraklanma! Cem: Arkamda durun tamamdır! Timur: Bana izin verin ilk cinayetimi işleyeyim! Kenan: Sabırlı ol genç adam. Zira kanlı eller caniler için hevestir. Bizim gibiler bile kaldırmaz vücudun canı ile beraber kustuğunu. Ama yöntemler de ikna edici ve serttir! Bakalım bu işin icabına! Nereye Cem? Konuşmalıyız ne yapacağımızı! Cem: Size kaba kuvvette ihtiyacım var! Kulağınızı çekmeye geldim. Özel fitne işiniz değil. Siz ancak yıkmayı bilirsiniz! Fitnenin işçisi o… Bu gece uzaklardan gelen bir misafirim var!
104 105
SAHNE 6
Cem: Özel bir yemek için özel malzemeler gerekli. Fasulyenin yetenekleri bir yere kadar! Tat vermez bir yerden sonra. Gece gündüz yenmez. Elma da tıpkı benzer ona. Sıradan ama orta lezzetli! Muzla yarışamaz bile elma! Kaybetmek canımı yakmıyor. Yo hayır yakıyor! Nasıl yanmasın, aşklarının haberi geldi kulağıma. Sonunda düşündüğüm zaman her şekilde kaybetmeyi, aklım pes ediyor şimdiden, diyor zaten gerekli değildi. Yeter ki ısrar ile isterken kaybetmesin. Nefsim, aklımla danışıklı dövüş halinde, bir oyun kuruyorlar benden tamamen habersiz. Biri “Bak olmuyor” diyor, öteki “Tamam tuttum kardeşim, olmazsa olmaz” diyor! Bu ortaklığı bozan şeytan! Tapmam ona, ama oyunu açıkça gösteriyor sanki. Yardım mı ediyor? Yok, o kadar rezil de- ğilim, melekler olmasın yoksa. En kötü bile kabullenmez şeytan ile ortaklığı. Kabul edemez çirkinlikte bile yardımı. Ve bayan geldi. Teyzemin kızı Nalan! İntikamcı ve plancı… Tırnaklara bakın, bir cadı kadar uzamış, fakat öyle temiz ki, cadılar halt yemiş. Gergin kaşlarının altında simsiyah gözleri şeytanice bakıyor! Korkar şeytan bu bakışları görse! Nalan: Fitne çıkarmaya mı getirdin beni? Cem: Bacım sözlerinde acelecilik etme. Sır saklasın dudak- ların. İma etsin sadece! Nalan: O halde nişanlını geri alacağız! Cem: Bu daha uysal! Olay sana anlattığım gibi. Yanında çirkin
bir tebessüm getirmişsin. Yüksek cemiyetlerdeki bu garip karmaşa belli ki dikkatini çekti. Nalan: Yarım yüzlü adam. Ömer Tunahan. Nefis! O bir muamma! Ve kadınlar da muammalara bayılır. Gerçeklerle yüzleşip sudan hayalleri battığı anda sıradan bir hayal gücü geri döner onlara! Cem: Planın nedir? Nalan: Seninkinden farklı değildir! Ama ben kötülük dü- şünmeden önce besmele çekmem. Cem: Düşünmeye başla şimdi; bir davetin fısıltısı ulaştı kulak- larıma. Bir formül yaz hemen! Yardım için eğlence veren bir grupta Zeynep Karahan da var. Bil bakalım kıyafet ne? Nalan: Bilemedim, nedir? Cem: Maske tabii ki! Bir maskeli balo! Bu şehirde maske satan bir yer bile bilmem ben! Nalan: Çok bayatmış. Ama bir yerinden baktın mı mantıklı. Maskeli bir eşe en büyük hediye, binlerce maskedir. Belki bunalımından çıkarır o kişiyi. Ya da mutludur halinden, herkes terden çıkartınca maskeyi, o iyice bastırır geriye. “Bu gizem nasılsa başka türlü elde edilemezdi” der. Cem: Şunu bil! Kız maskeyi açmamış. Ödü kopmaz mıydı aslından soyulmuş bir deri görse? O bir oyun oynuyor kendi zihninde ve hataları görmezden geliyor! Düşün, bu kandırmaca ile bir de onunla gerdeğe girse… Maskeyi kızın yanında açmamı sağla! Düşün bacım düşün! Nalan: Şimdi beni içki ile besle. Sonrasında ise dikkat ile dinle!
106 107
SAHNE 7
LATİF BEYLERİN HANESİ Kerem: Busem bahçede! Ailesine doğru adımlıyor! Hepsi mutlular eskisi gibi, Ömer abinin canlılığı neşe verdi on- lara. Gizlenmiş yarası ile seviyorlar artık onu. Ne de hoş yürüyor baksana azalarım! Çiğnediği yer ne şanslı ki, müthiş bir güzellik üstünde tepiniyor. Güzelin hoyratlığı bile tatlıdır çünkü. Güneş bir sanatçı bugün, kapkara da olsa, o güzelin resmini bir kez daha yere çizi- yor. Gölgelerdeki sureti bile tatlı. İkiyken bile yokluğunu düşündürüyor. Yalnız bu sert rüzgâr da ne? Besbelli de- nizden esiyor. Saçları dağıtan bir yaramaz... Dur aklım, bu düşünce ağır. Ama öyle, rüzgâr onu okşuyor. Sarıyor tenini tıpkı âşık gibi! Ey nice helaklara yol açan haşmetli rüzgâr. Yaratanına şikâyet ediyorum seni. Bir zikir ehli, dileniyor, sakın hafife alma. Çek tutkunum olduğum kadından heybetli bedenini. Buse: Günaydınlar! Beril: Sana da kızım! Güneş işe yaramıyordu zihnimiz bu- lanıkken! Latif: Ama üzüntü veda ederken çifte sevinç miras bıraktı! Kızımda nikâhlı şimdi! Nihan: Demek yüzü eskisi gibi gülüyor! Nerede peki küflenip mutsuzluğa demir atmış, sonra da silkelenip aşka yelken açmış adam, halen ortalıklarda görünmüyor! Kerem: İşte Ömer abi. Düşünsenize sevdiğim ile damarla- rında benzer kanı taşıyor, onu bile sevme isteği doluyor
içime. Gidip sarılacağım şimdi! Ömer: Hayırdır Kerem? Serin sabahta bu sıcak karşılama. Sıkıca sardın beni! Kerem: Sadece sizi sevdiğimi bilmenizi isterim efendim! İyi günler! Ömer: İyi günler sana da. Garip çocuk! Bilal: Karımın abisi, benim de abimdir. Hoş geldin! Ömer: Hoş buldum damat, sen de hoş geldin ilk aile kah- valtına! Nihan: Eve döndüğümde gördüğüm Ömer ile şu anki ara- sında fersahlarca fark var. Allah tutmuş elinden abicim! Ömer: Aşk, bütün erdemlerini alıp insanın, bir mecnun gibi delirtebileceği gibi, bataklıklardan yukarı çekmesini de bilirmiş. Halim budur! Şimdi uzatmadan söylemek istiyorum size, insan hiçbir zaman anlayamıyor Allah’ın ilmini. Belaları ve hayırları olduğu gibi görüyor. Cem Eymür’ün kaba ve çirkin dav- ranışları bir hayır doğurdu o gece. Onun sevdiği bana âşık oldu. Ve evlenmek istiyor benimle. Halim ne olursa olsun. Acıma duyguları olmadan. Latif: Ah! O halde bir nikâh daha görünüyor bize! Nihan: O şerefli bir kız! Çok mutluyum. Öyle mutluyum ki, kendi evliliğimin tadına bile şu anda vardım! Bilal: Al benden de o kadar abi! Beril: Dirilmen için ana gözyaşları ile ettiğim dualar kabul oldu. Ömer: Beni onayladığınız için teşekkürler size. Buse: Bekleyin bir saniye. Biraz gerçekçi olun lütfen! Latif: Bunca büyüğün oturduğu masada sana söz hakkı verdiğimi nereden çıkardın? Buse: O zaman kalkayım masadan ki, söz alma değil de is- yan olarak tanımlayın yaptığımı! Hiç düşünmüyor musun
108 109
abi; seni iteklesin zamanı gelince, hor görsün zalimce. Akıl edemiyor musun? Aile şerefimiz yılan gibi sürünsün, dalga geçsin ucuz ağızlar bizlerle. Nihan: Sevenler razı, sen değilsin. Otur yerine! Ömer: Sen bir anda aile şerefini düşünür oldun küçükhanım! Buse: Gidiyorum! Afiyet olsun size! Beril: Gençliğine verin. Bir terbiyesizlikti yaptığı. Onu hor görmeyin! Kerem: Busem kızdı. Sinirlice adımlıyor bahçeyi. Sanki gök karardı. Yağmursuz, gürültülü bulutlar kaparmış gibi gökleri, kalbimin üzerine bir karanlık çöktü! Kerem: Buse Hanım bekleyin! Buse: Ne var hizmetçi? Kerem: Su ister misiniz? Buse: Hiçbir şey istemem, çekil yolumdan! Kerem: Beni aşağılıyor yine de üzülemiyorum! Teni şehvete tepkisiz bir hayat kadını gibiyim! Gülmüyor yüzüm ama bir nedenden de mutluyum! Canı sıkılacak şimdi. Kapanacak odasına. Davetiyeyi sak- ladığımda çıkmadan ortaya, neşeli bir gün geçirmesi için vereceğim bu kâğıt parçasını ona. İçim kan ağlayarak yapı- yorum bunu. Sevdiğimin sergisini açıyorum bu hareket ile. Buse Hanım bekleyin. Bu davetiyeyi Davud Musta’nın dostu bıraktı! İçkili bir gece, dans ve eğlence varmış. Buse: Sağ ol! Sana kaba davrandım! Gelmek istersen sen de gelebilirsin! Tabii yalnız ya da kendi eşinle! Kerem: Teşekkürler, çok naziksiniz! Evet haklıyım! Benden az da olsa hoşlanıyor. Özür dileme ihtiyacı hissetti, hatta beni davet etti. Hoşlanmasa benden “Ver şunu git yoluna” derdi aldırmadan duygularıma. Ezer geçerdi acımadan! Kendimi mi kandırıyorum yoksa en küçük tebes- süme hikâyeler biçip boş umutları mı kovalıyorum?
PERDE 6
SAHNE 1
Zeynep: Sürprizim yakında. Endişelenmeyin gizeminizi bozmaz! Ömer: Şımarık sesler duyuyorum! Dinleyin; avamın bitiş noktasında, oklar daha serttir! Zeynep: Sizi gücendirir miyim hiç? Takip edin beni lütfen ve şu ürkek çekingenliğinizden soyunun! Ömer: Lanetlenmekte ustadır çirkinler. Ve lanetlemekte ustadır çirkin kalpliler. Size güvenip giriyorum bu kapıdan! Durun, o yüzünüze taktığınız da nedir? Zeynep: Size benziyorum artık! MASKELİ BALONUN YAPILDIĞI SALONA GEÇERLER Ömer: Anlıyorum! Besbelli buradaki havayla nefesim kaynaştı. Başım öne eğilmiyor bakışlardan. Anlıyorum, bana benziyor buradaki insanlar. Zeynep: Artık başkalarını düşünmeyi bırakın! Eğlenin benimle birlikte. Cem: Bu gece bir rezaletmiş. Aptalca tebessüm kondurulmuş maskeler. Sevindirmek için o ucubeyi bunca zahmet. Bu kız bir çılgınmış. Çılgınlık mı? Bir de beni görsünler. Her şeyi Bilen Çocuk: Bu gece ne yapmam gerekiyor anne? Anne: Doğal ol yeter. Çık sahneye ve göster kendini! Kim ne sorarsa cevapla yavrum. Ziynet gibi takın evliyalardan miras kalan yeteneğini. Her şeyi Bilen Çocuk: Ama bu yasaktır… Gösteri yapmak nimetler ile… Dur anne geç değil, dönelim yolun başından.
110 111
Yapacağımız necaset evliyalar için utançtır. Anne: Evliyalar annelerini kırar mıydı? Hayır, asla böyle bir şey yapmaz onlar! Şimdi kendini göster yavrum! Anneni kırma. Baban iş görmez biri, tek geçim kaynağımız sensin, aç kalırız yoksa! Her şeyi Bilen Çocuk: Allah rızka kefildir anne! Bir felaketi çekiyoruz bugün mıknatıs gibi. Ama seni kırmam yasaktır. Allah yasaklamış asi olmasını bir evladın annesine! Nalan: Endişelenme güzelim, her şey çok güzel olacak! Her şeyi Bilen Çocuk: (Fısıltıyla) Açıkça okunan biri. Bir serseri kadın! Ah bela saklanma, neredesin? Zeynep: Burada bulunmaktan çekinmiyorsunuz değil mi? Söyleyin çift bakışla bakan efsunlu gözleriniz ne görüyor? Ömer: Tüm yüzlerde zahiri maskeler. Bilinmeyen yok! An- latamaz zaten maske içindeki deriler. Çünkü onlar da maskelidir. Güzeli çirkinlikle, fakiri mazlumlukla örten… Saklanan duygular çok. Dilin tarağı dışarıdan içeri taranır. Sözcüklerde gerçeklik yok! Zeynep: Gördünüz mü? Ara sıra açılıyor maskeler, tanıdıklar birbirini bulsun diye! Beşir: Bir dedikodu oluşuyor dikkatli ol! Rahmi: Yarım tamı geçti diye! Ağzımızdan su akıyor! Cem: Çeneniz sıkı, sabredin. Beraber göreceğiz! Sinirlerim tepemde. Ah bu zelzeleler. Cinlerin düğünü var beynimde! Kenan: Rahat ol kuzenim! Cem: Doğru dedin. Az sonra gösteri başlayacak. Nalan kandırıp inandırmış herkesi. Genç Timur yardımda! Ey kaçak gelinle ucube; izleyin görün ne yaptım? Çı- karmak için sizi ortaya, maskelerin altından. Bir tuzak hazırladım. Ortaya çıktığında rezil edeceğiz onu! Muhtemelen de
sihirli yarasını göreceğiz! Teoman: En son rezil edip ölümüne yerdiğinde, sevgilini ona kaptırdın! Sence mantıklı mı planlarımız? Cem: Sen sadece dediklerimi yap kuzen! Ayşegül: Karnım ağrıyor. Yo hayır ayak parmaklarım. Ekşi bir tat var ağzımda. Gözlerim düzgün görmüyor. Hiç ha- lim yok! Bir eş bulabilir miyim acaba bu kalabalıkta? Yo hayır yüzleri görünmüyor! Ah ciğerim! Bir hastalık mı var sende? Acıdın demin! Can dostum var mı benim? Dost mu? Kimsin sen aklıma giren? Ne diyorsun? Ben sadece kendimi severim! Maskeli Biri: Benimle dans eder misiniz? Ayşegül: Gidin buradan lütfen! Hiç keyfim yok! Hastayım ölesiye! Beşir: Sol, sağ, sol, bu danstır. Rahmi: Elbette, ayakların ritmi! Şaşıran böyle cemiyette, utançtır. Beşir: Ama biz çalışmıştık dersimize. Tuğçe: Sürekli laflamayın birbirinizle. Bizi araç olarak kul- lanmayın! Ferda: Özenli davranın biraz! Beşir: (Fısıldayarak) Kesin Rahmi: (Fısıldayarak) Sesinizi! Beşir: Eğlenceli olacak bu gece. Cem’in maskesini tanıyorum. Öfkesini örtemeyen maske… Her halinden belli baksana; izlenebiliyor harekete hazır bedeninden fışkıran öfke! Rahmi: Bir kavga daha ha! Düğündeki kadar eğlenebilecek miyiz acaba? Ferda: İnsanlarla eğlenmeyi kesin artık. Rahmi: Elbette şekerim. Emir: Bu sessizlik… Başlıyor eminim. Beyaz tülümü örtün- meliyim.
112 113
Dirkan: Heyecandan geberebilirim efendim! CEM SAHNEYE ÇIKAR Cem: Bayanlar baylar! İşte karşınızda maskeli bir adam! He- yecanlanmadınız tabii, bugün tıpkı size benzerim! İsmim yok. Sormayın da, gerek yok. Salondan Ses: Yoksa yarım yüzlü adam mısın? Salondan Ses: Onun bir yanı cennete, diğeri ateşe bakarmış! Cem: Sarhoşsun sen! Hayır, o değilim. Ama bir kaçağım su- rette hepiniz gibi bu zahmetli, bir o kadar eğlenceli gecede. Bir sürprizim var bayılacaksınız! Değecek öncesinde benim boş sözlerimi dinlediğinize. Dirkan: Tam zamanı efendim. Susturun artık herkesi! SAHNEYE ATILIR DEmir: Ey adam! Ey surette kaçak; bana bak ve düşün bu işin sonunda neler olacak? Ey kalabalık, ben beyaz tüllü adam! Ve tülümün altında şaşırtıcı bir maske… Bir yeniçeriyim geçmişten gelen. Ya da süslüsüdür savaşçının bir şövalye. Timur: (Kafasına sertçe vurup sersemletir) Ve çarpıştı yeni- çeri ile şövalye. Küller kaldı geriye. (Salon kahkaha atar!) Zeynep: Neler oluyor? Cem: Bu aptal da kimdi? Dönelim işimize. Önce ben aklımdaki soruları soracağım ona. Sonra siz de aklınızdakileri soracaksınız! İşin ilginç yanı, gelecekten bile haberi olan bu keramet ehli çocuk size yanlış cevap vermeyecek. Her şeyden haberimiz olacak bu gece! İşte karşınızda “Her şeyi bilen çocuk!” Zeynep: Bir gariplik var bu işte! Ömer: Her şeyi bilen çocuk mu? Her şeyi Bilen Çocuk: İyi akşamlar herkese! Allah’ın se- lamı üzerinize olsun!
Herhangi Biri: Bu gerçekten de o. Depremi haber vermiş. Ve daha birçok afeti… Herhangi Biri: Evet o. Boynundan aşağısı felçli, göremez hiçbir işini kendisi! Her şeyi Bilen Çocuk: (Fısıltıyla) Işıklar gözümü alıyor. Şeytan sürtünüyor buradaki her bedenle! Cem: Her şeyi bilen çocuk, sana ilk sorumu soracağım! Söy- lesene; evrenin ve insanlığın son durumu nedir? Anlat bize ne görüyorsun? Her şeyi Bilen Çocuk: Annem için yapmalıyım ama derin bir hüzün doluyor içime. Bayım, evren iyidir. Dünya yuvarlaktır ama yollar bize düz gelir. İnsan boyludur domuzdan, yılan ise çok alçaktır. Gece karanlıktır günden. Akıl karmaşıktır, çözülemez bir denklem. En doğruyu bilir tekrarda. Fakat yıkıktır aklın tekrarı, algıda düzensizlik yaratan olağanüstüler karşısında. Cem: Bu beni pek etkilemedi. Anlıyorum ki kalabalığı da. O halde bambaşka sorular bulalım! Amacımız eğlenmek değil mi? Buldum! Geceye istinaden, söylesene saklanmak doğru mudur maskelerin altına? Yoksa kalleşlik midir, gerçeği saklamak adına? Her şeyi Bilen Çocuk: Bayım, her yüzde maske vardır! Gülerken yüzünüze dostunuz, dedikodunuzu yapar başka birine. İçten olmazsa insan, maske takmaktır bu! Ama pat diye de söylememeliyiz içimizden her geçeni. Bu da iyilik maskesidir ve takmamız gerekir ara sıra! Ve seviyorum diyen dudakla aynı fikirde olamaz bazen kalp! Cem: Güzel! İkiyüzlülük var demek ki sevgide! Ve az konuş- malıdır insan. Zeynep: Bu rezalet! Kim bunun sorumlusu? Müdahale edeceğim! Cem: Bu sorum çok özel… Söylesene her şeyi bilen çocuk;
114 115
bir ceylanla farenin nikâhı denk midir? Her şeyi Bilen Çocuk: Ceylan belki âşık olmuştur efendim, hayatın tahmin edemediğimiz inanılmaz tecellilerinde boğulup. Fakat fare ile nikâhlanması yanlıştır. Cem: Neden peki? Her şeyi Bilen Çocuk: Çünkü ceylan bir gün gelince başka bir ceylan sürüsünü görecektir. Âşık olacaktır tıpkı kendisi gibi asilce koşturan kalabalığa… Ve fareyi küçük görecektir artık. Ömer: Tanıdım onu. Haddini bildireceğim! ÖMER SAHNEYE ATILIR Kendinden başka varlık saymayan, evreni aynalardaki aksine yoran. Maskeler bile saklayamaz seni! Cem: Bakın kim gelmiş? Yarım yüzlü adam! Sanmayın ki mas- kesi bu balodan sonra çıkacaktır yüzünden. Yapışkandır o, iltihapla cilde kaynayan. Bu yüzden, yatar gece ve gündüz maske ise ile. Çocuk söylesene bize; doğru mudur iğrenç bir yarayı sak- layıp genç kızları kandırmak? Her şeyi Bilen Çocuk: Bayım yeter! Beni rahat bırakın artık! Evime gitmek istiyorum, neredesin anne? SALONDAKİ SESLER Çocuk söylesene ne zaman evleneceğim? Kocam beni aldatıyor mu? Lütfen gitme! Ne kadar para kazanacağım çocuk? Ömer: Yeter! Şimdi götürüyorum onu! Her şeyi Bilen Çocuk: Görüyorum sadece, beni talep edip bu garip cemiyet kurguladı manevi olabileceğini düşün- dükleri bir eğlence. Raks ederlerken içkilerin sarhoşluğu ile akıl biraz yitikçe ve boğaza gelen cümleleri beyin idrak
edemeden salmaya başlayınca dışarı, daha iğrenç oldu garip cemiyetin eğlence dediği işkence. Doğruyu söyleyen çocuk artık bitti. İçki masasına meze oldu. İnsan en aziz değerleri hoşlukla ayakaltına alır dedim bir gün anneme. Doğru! Ama ben bittiğim gibi sizi de biti- receğim. Öyle beddualar edeceğim ki hepinize, bela, keder, dert ayrılmayacak peşinizden dünyada ve ahrette. Benden bu kadar... Hepinizin Allah belasını versin! İyi geceler! Ferhat: Nereye gençler böyle? Çıkarın maskenizi bakayım! Kenan: Ferhat! Sende mi buradasın? Ferhat: Ömer’in haberi yoktur! Fakat kulağıma geliyordu fısıltılarınız! Aman çıkarmayın fitne! Timur: Durun da onun kafasına sıkayım efendim. Teoman: Rahat dur çocuk. Her şeyin zamanı var. Bu gece buraya kadar işledi planımız! Fakat Cem tatmin olmadı eminim. Çünkü maske düşmedi yine. Ferhat: Sizi öldürmek istemiyorum bu gece! Kenan: Cem’i çağır. Uzatmasın. Koş çocuk! Timur: Tabii abi! Anne: Çok üzgünüm yavrum. Nereden bileyim çiğ sütle doyanları. Söyle lütfen, affedebilir misin beni? Her şeyi Bilen Çocuk: Sana yanlış söz söylemem yasak! Zaten ölene kadar oruca başlıyorum artık. Bir hayal kı- rıklığı doğuracaktır sende, bedeni iş görmez evladının çenesindeki kilit. Ama önemli değil anne, bundan sonra beni ister al ister sat. Son kelamımı sana yapacağım yarım yüzlü adam! Ömer: Kulaklarım keskin, her zamankinden fazla! Her şeyi Bilen Çocuk: Maskeni çıkardığında fitne ve acı sarar etrafını! Bu ahrette işine yarar! Taktığında ise kalbi- ne, eskisine benzeyen seni tatmin edebilecek mutluluklar dolar. Ama bu da seni ahrette iş görmez yapar!
116 117
Ömer: Dediğinden anlamadım çocuk! Anladım canımı sı- kacak kadar, ama anlamak istemedi bir yanım! Her şeyi Bilen Çocuk: Bu da seni iki yapar! Ferhat: Tuttum seni! Gel kardeşim gidelim! Kadın yine fitneye neden oldu dünyada! Bu hergelelerin cebinde silahı var! Ömer: Gel hayatım gidelim. Kuzenim Ferhat uzak tutar onları. Görüntüsüne bakma yüreklilikte beş adam eder! Zeynep: Kimseden korkum yok! Ama o çocuk solmuş! Ömer: Doğru söylediği gibi doğru kararlar da veriyormuş! Çenesine kilit vurdu mezara kadar! Nalan: Doğruyu söyleyen çocuk iyi iş yaptı! Âşıkların pembe dumanlarda boğulan zihinlerinde yıkıcı bir rüzgâr yarattı! Cem: Yeterli değil! Nalan: Şimdi de babası ile konuşalım! Bakalım haberi var mı sıçanla ceylanın nikâhından?
SAHNE 2
EV ÖNÜ Ömer: Üzgünüm, berbat oldu gecemiz. Sebebi benim! Zeynep: Her şey benim yüzümden! Kendinizi suçlamayın! Ömer: Cesaretleri beni endişelendiriyor! Tuttuğunu koparan cinsten o adam. Ne yapabiliriz bu konuda? Zeynep: Fazla düşünme! Harekete geç. Nikâhı bu hafta kıyalım. Ömer: Nikâh ne demek sizin için? Acıkan nefsinizi tatmin edip, doyduğunuzda yarısı boş tabağı geri itmek mi? Yoksa iki cihanda beraber aynı günahlardan yargılanmak mı? Kırk kere evlenmek isterim böyle ruhu ve yüzü güzel ile. Fakat yaram gocunduruyor beni. Emin olamıyorum beni sevenden. Zeynep: Bazı insanlar erken tanıyor hayatın yüzeyden farklı görünen gerçeklerini. Ben de öyleyimdir bayım. Yeryüzü bin bir türlü güzelliği üzerinde barındırıp kalbinde en sıcak buharları, lavları kaynatıyor. Bir dağ çiçeği eşsiz, rengârenk güzelliğinde bin bir türlü zehir damıtıyor. İyi bir dost, uzaklardan gelen seslerde, bir düşman gibi sesleniyor! O yüzün altında ne olursa olsun, nikâhlanınca nasibimdir. Benimdir ilahi çekilişte senin payına düşen yara! Ömer: Sevginin bambaşka formlarını keşfeden kadın! Demek o ölümcül ağırlıkların hayırda kefareti sen çıktın. Demek ki Allah kimseye yüklenemeyeceği yükü vermiyor. Bu nikâh hemen olsun. Söyle ne yapayım, babandan mı isteyeyim seni?
118 119
Zeynep: Bekle, bu gece konuşacağım onunla! Dik kafalı ve dediği dediktir. Meraklanma, alamazsam iznini kaçacağım sana. Ömer: Bekliyorum delice. Saniyeler saniyeleri kovalasın artık. Anlaşmasınlar bu kez, mutlu haberi bekleyene zamanı dar geniş etmekte! İyi geceler size! Zeynep: Ve iyi geceler size de! Anneanne: Yavrum geç kaldın! Meraktan öldüm. İstemem ahir zaman senden intikam alsın! Zeynep: Meraklanma anneanne şimdi yine gitmem lazım. Yanıma bir adam alacağım. Babamla önemli bir mevzu konuşmalıyım. Anneanne: Hayır mı şer mi? Zeynep: Hayır, hiç olmadığı kadar! Sabret sana da anlata- cağım. Anneanne: Git yavrum o halde! Şoföre söyle ışıkların altın- dan sürsün aracını. Gece sokulmasın yanınıza.
SAHNE 3
BEDRİ BEY’İN EVİ Bedri Bey: Ha hay! Gençliğin, ergenliğin hevesi diyorlar. Bir bilseler ihtiyarların uç noktalarda dolaşan her tadın kokusunu alabilen o heveslerini. Özden: Bir gencin aklına koysalar mesela senin zihnini, ne olurdu o garibana? Bedri Bey: Şaşırırdı! Ne bileyim çıldırırdı. İleri gidebilir mi bir beden bu kadar kıvırmakta diye apışır kalırdı. Özden: Aşkım! Aşkım! Aşk sözcüklerimi tüketen adam! Ne olur bak bana yine! İçimi doldursun yeniden tükenen şehvet. Bana yeniden hayatın anlam kazandığı komik ama esrarengiz huylarından bahset. Bedri Bey: Şşt! Sır saklamayı bilmiyorsun sen! Sırdan sahi- bine bile bahsedilmez! Başka bir zihinde binlerce örtüye sarınıp küflensin diye söylenir o her yanı iğneli garip sözcükler! Zeynep: İyi eğlenceler efendim! Özden: Bu da ne böyle? Bedri Bey: Kızım ne münasebetle geldin böyle? Zeynep: Sadece birkaç şey söyleyip kendi evime döneceğim! Bedri Bey: Ama kapıyı çal, insaf. İki çift var bu evde! Zeynep: İçkilerin rehaveti ile kalp çarpıntılarınız sandınız kapının darbelerini. Uşakları da defedip bahçe evine, bütün eve yayılmıştınız! Affedin! Söyleyeceklerimi bekletmeden dilimden dökeyim. Baba,
120 121
nişanlımı bıraktım! Haberin olsun! Tunahanların oğlu Ömer ile evleniyorum. Bir yıldırım nikâhı var düşüncemizde. Haf- tanın sonunu bulur. Davetlisiniz düğünüme! Özden: Aman Allah’ım ne diyor bu deli kız? O çocuk has- ta Bedri! Yüzünden durmadan irinler akıyormuş. Koca bir pamuk paketi on dakika dayanıyormuş ıslanmadan. Kimi zaman bıkıp akıntılarından, salıyormuş kendini. Ve kıyafetlerini baştan aşağı dolaşıyormuş iltihap, ta ki ayak parmaklarına dek. Bedri Bey: Ne diyorsun sen kadın? Özden: Ne mi? Ne mi? Dur daha dinle adam! Bir leş gibi kokuyormuş her yeri. Yaratıktan tek farkı sadece geriye kalan bir tutam teni! Karanlık olmuyormuş hiçbir oda. Karanlık bile korkuyormuş o oğlandan. Bedri Bey: Dur konuşma kadın. Yakacağım şimdi bu evi! Hepimiz de ateşin içinde olacağız! Kızım neler diyorsun? Zeynep: Şimdi anladım ki, fitne, yaradılışında özel meşakkat gerektiren bir şeymiş. Yalanlarla örülüyormuş gerçek. Sar- hoşlar saldıracak gücü kendinde bulamıyormuş. Bakınız, babam düştü yere. Sızdı en öfkeli anında. Sizin sözünüz nedir? Özden: Sen tam bir baş belasısın değil mi yavrum? O sızmadı. Açıkça uyuyor. Git bir daha uğrama bu eve! Defol! Tamam mı? Çünkü o bedenini her görüşte içim kalkıyor! Zeynep: O da sızdı! Allah’tan zamanında tattım anne ve baba sevgisini. Şimdi o eski sevgiler bana yetiyor. Yazık! Nice şereflerini alkolle uyuşturmuş, boylu boyunca karşımda iki tarih yatıyor! Bu iş rıza almadan olacak, belliydi! Şimdi eve geri döneyim. Bakalım kaçarken yanıma alacak neler var?
SAHNE 5
Bekçi: Kim bu kalabalık grup? Hepsinde serseri bakışlar var! Kıyafetleri harika. Işığın sanatçılığını tasdikliyor. Saçları ise özenle taranmış. Aralarındaki kadın güzel ama sanki dudaklarından kan damlıyor! Cem: Selamün aleyküm bekçi. Bekçi: Ve aleyküm selam size de! Burası Bedri Karahan’ın binası. Yükseklikte eşi yok! Cem: Öyle! Benim babamınkinden sonra! Bedri Bey’e söyle, damadı geldi! Bekçi: Hemen efendim! BEDRİ BEY’İN ODASI Cem: Ben geldim efendim! Bedri Bey: Kimler gelmiş? Bakın hele! Bu kadın da kim? Bana niye öyle bakıyor? Cem: O teyzemin kızı! Gözlerine bakmayın, bu kadın ısırıyor! Bedri Bey: Çek o gözlerini bayan üstümden. Ben adamı yerim! Nalan: Beyefendi ne diyorsa doğrudur. Bedri Bey: Sen genç adam! Kızımın anlattıklarını doğrula! Cem: Efendim, kızınız beni terk etti. Ona sunduğumuz onca teveccüh rezil rüsva oldu. Tercih ettiği ise bir ucube! Maskeli bir serseri! Anlamıyor musunuz, o dönülmez bir hatanın eşiğinde. Nasıl olur demeyin felaketler, sanki sevgi veya şefkat duyguları felaket barındırmaz gibi gözükür.
122 123
Ama bazen özleri onlardır! Bedri Bey: Genç adam sadede gel. Öfke celp etme. Zaten başucumdan ayaklarıma dek onunla kaplıyım. Sakinleş- mek yetmez. Veya ağır sözcüklere beni hazırlamak boş iş! Geceden beri düşünüyorum. Maske de nedir? İltihap akan bir ucube! Rezillik bu! Latif’i tanırım, hanımı da iyi bir insandır. Ama evlatları hayâdan yoksunmuş. Bir nişanı bozuyorlar, hem de hallerine bakmadan. Hem yazıklar olsun gül bebek büyüttüğüm kızıma! Aslan gibi bir ada- mın teklifini, yüzünün yarısı olmayan bir adam için heba ediyor! Evet, o hep böyle, nerede imkânsızı görse, bütün ruhu ile sarmalıyor. Cem: Kızmayın efendim, her şey başa alınabilir! Ben kızgın değilim şu anda. Hem de en mağdurum. Düşünün şöyle ki; kızınızın hoppa aklı uçtu birdenbire! Şöyle ki; kızınız derin bir buhranın içinde. Nasıl ki bağlanıyor insan denen mahlûk celladına bile, nasıl ki kedi ile köpek dost oluyor bazen. Tıpkı böylesine bir gariplik bu olanlar. Ama düzel- tilebilir. İzniniz ile artık silahımı cebime koyayım. Tetiği yalandan hazırda dursun. Ama tutan mert, kurşun sıkacak kadar delikanlı dursun. Yalandan! Böylece insanlığın en başından beri ısrarla terk etmediği korku ile caydırma eylemi benim ellerimden zuhur etsin. Kızınızın gözleri önünde o ucubenin maskesini çıkarayım. Ki ilkinde ba- şarısız olduğum bir eylemdir. Endişelenmeyin, silahımın derin korkular salan yaşam delgeçliği, Azrail ıslığı, bir ya- şamı heba etmemek uğruna çalışacak. Şiddetten merhamet doğuracağız efendim! Bedri Bey: Tamam genç adam! Sana pamuk ipliği kadar gü- vendim. Bu delikanlı halinle kızımı bir ucubenin koynuna kaçırman bambaşka bir muamma ama sorgulamayacağım! Dediğin gibi, kedi ile köpek dost olabiliyor bazen. Ama
namlun, kızıma yanlışlıkla bile doğrulursa, gerçekçi kur- şunlar yağdırırım hiç tereddüt etmeden başından aşağıya! Şimdi iyi dinle; bize isyan etti dün gece, ayakları altından seslendi. Çirkin, alaycı ağzından dökülen isyankâr birkaç hece, bir yıldırım nikâhından bahsetti. Şimdi git ve işleri düzelt! Anlayabiliyor musun; asla evermem kızımı bir ucubeye! Ah, sanki kulaklarımda gaipten bir ses… Mezarından sesleniyor anası; bu iş de ne böyle? Cem: Acele etmeliyiz! İzinsiz nikâhlar tez kıyılır. Vaktinde müdahale edemezsek, bir kadını alacağım demek koynu- ma... Şimdi gidiyorum izninizle. Bedri Bey: Git artık!
124 125
SAHNE 6
Gülay: Bayım bayım! Hava ne de güzel. Ferhat: Öyle mi? Sanki sema kan kusuyor. Ya da ölümle hep burun buruna gezen, gökyüzünü yanlış anlıyor! Gülay: Beni dikkatlice dinleyin şimdi! Zeynep, ailemin evinde misafir! Ve bir nikâhı bekliyor bu gece. Kuzeninize söyleyin geç kalmasın. Ferhat: Öyleyse sevindim ben bu işe! Haklısınız hava çok güzel. Gökyüzü masmavi. Bulutlar dağılmış biz konuşur- ken. Ben haber vermeye gidiyorum! Gülay: O garip bir adam! Neye baksa gözleri şiddet görüyor. Ferhat: Kardeşim izin çıkmamış, Kız oğlan kız ne pahasına olursa olsun kadınlığı göze almış. Bu adreste olacaklar. Bizden imam bekliyorlar. Ömer: O halde en güzel kıyafetlerimizi kuşanalım! En güzel kokuları sürelim. Bu gece Allah’ın nezdinde nikâhlanıp hafta sonuna düğün yapalım! Şimdi bacımı görmem lazım! O, haberi yaysın ki daveti- yeler kulaktan kulağa taşınsın. Ferhat: Bin aracıma!
SAHNE 7
Bilal: İnsanlar onu seviyor. Görünen tarafı yakışıklılıkta on erkeğe bedel. Görünmeyen tarafı ise muamma! Nihan: Gerçekçi ol aşkım. Ne kadar güzel de olsa yarasından dolayı ezilmeye mahkûm. Sadece maskeyi çıkarması yeter. Ben bilirim o yarayı. Zaten baksana başı artık hep belada! Öyle ya insanoğlu kendinden olmayanı kabul etmez. Ya da, bir gün bile benzemese eş suretine, o günü dosttan saymaz! Bilal: Merhametin içinde merhamet var. Şerrin bile tasar- rufunda on bereket var. Endişelenme benim aşkım! Nihan: İşte Ferhat’ın arabası! Ömer de içinden çıkıyor! Bu acele ziyaret de nedir? Kötü bir şey olmasın yoksa? Bilal: Ömer abi, dirildin de ne dirildin! İnsanlar senden bahsediyor. Diyorlar ki; “O hisseder yaşamı çifte bakışla, bir gözü cennete diğeri cehenneme bakar. Hisseder kimsenin hissetmediği kadar.” Ömer: Sevgili eniştem şanı şöhreti boş ver! Durum ciddi. Evleniyorum bu hafta dolunca. Fakat yolumda çok engel var. Siz işi ciddiyetle bilin bacım. Bana da dualar ile yar- dımcı olun. Hadi kendinize iyi bakın! Nihan: Güle güle kardeşim! Dediğin gibi aşkım. Şerden sevgi doğdu. Şimdi bu hızlı düğün için hazırlanmalıyız!
126 127
PERDE 7
SAHNE 1
Ömer: Artık o güzel ruhu haneme kattım. Bir nikâh kıyıldı az önce. İnanamıyorum! “O çaresiz yaralı hallerimle kı- yasladığımda bu günkü beni, bir tepe ile dağ kadar fark var yükseklikte! Ama bu kötülük, bu his; içimde şeytanca bir sevinç var tutamadığım. Diyor ki bir ses; “Onu artık kendine kapadın.” Çirkinlikten doğan etobur canavar sevinçle haykırıyor güzeli hapsettiği zindandan. “Tutsak ettim onu. Kusurlarımdan kör edip...” O göremiyor ki, ben ne yapayım? Belki de emin olmadığı basit bir sevgi, yaz rüzgârı kadar dayanıksız, ahmakça bir hata ettirdi ona, ileride pişmanlık duyacağı. Ve göze bile almıyor zihnim, bu sevginin tükeneceği günlerdeki derin acımı. Sevginin perdesi kalktığında tekmeleyecek belki o kadın, önceden göremediğini görüp hor görecek bu canavarı! Cildimin iki hali karmaşa yaratıyor aklımda. Ne yapacağım bu karmaşık hisleri, nasıl sabit tutacağım aklımı? Sorula- rımın cevabını bilen bir kişi var! Dertlerimi utanmadan anlatabileceğim. Ona gitmeliyim! Ferhat: Mutluluktan semaya şiir yazan, gel seni eve bıraka- yım. Düğününün heyecanı ile bekle odanda. Ömer: Mutluyum hiç olmadığım kadar! Ama sorularım yok değil! Bu karanlık, puslu, ıssız sokaklar. Durdur kardeşim beni. Önemli bir ziyaretim var! Bekleme beni, dönüşüm belli değil!
Ferhat: Sana göre değil böyle karanlık sokaklar. Gel benimle, dön evine! Ömer: Bir kişi var sorularımın cevabını elinde tutan. Ferhat: Öyleyse sor ona hayatın sırrı nedir? Ömer: Ben söyleyeyim sana. Hiçbir şeye körü körüne inanma, hem de terk etme onları aynı zamanda! Ferhat: Açık sözün bile sırlı artık benim yaralı kardeşim! Ömer: (Sokaklara daldıktan sonra kendi kendine) Bana yar- dım et ihtiyar bacı! Sevincimi sorgula. İstemediğim şeyleri söyle bana ki, kötü düşüncelerim kalbime aksın.
128 129
SAHNE 2
SOKAKLAR Uyuşturucu Adam: En güzel uyuşturucular, kokainler, kusursuz uçucular adına; bu gördüğüm de nedir? Gözlerim ak yerinden. Yine oyunda seninle akıl denilen karmaşık bilmecen. Önce kara tülü ile korkak kaçak bir adam, şimdi de yarım yüzü ile gülümserce bana bakan. Ne oldu ev- rende? Yoksa bu leş sokaklara kendimi attığımdan beri, gerçeği meydana mı çıktı insanın, kalpleri anlatırcasına soyundu deri? Ömer: Korkma, türlü uyuşturucularla sersemlemiş adam! Belki de haklısındır. Kalbimin ikiyüzlülüğü nakşetmiştir yüzüme. Uyuşturucu Adam: Dediğin korkunç! Düşünsene; haset ile düşünüp, gülümseyip bakanın halini. Bambaşka bir yaratık doğardı nakşetse yüzüne kalbi. İhtiyar Kadın: Ay ne güzel onun eti. Genç ve diri… Bir parça kopar ver şu lanet kadına, doyursun karnını. Ömer: Al kadın şu parayı. Karnını insana helal kılınan etler ile doyur. İHTİYAR KADIN İLE KARŞILAŞIR Ömer: Yine geldim! Sen yanıldın ihtiyar bacı! İnsana karış- mak mutsuzluk getirmedi! Aksine sevinçliyim. Âşık oldum bir anda o örtülü halimden sıyrılıp! İhtiyar Kadın: Alışkanlık nasıl bir bela yavrum? Şimdi sorsak sana, hayat tatlı ruh tatminkâr. Fakat yarım yü-
zünde açan çiçek de sınırlı. O serseri aklın unutmuş bile “maskemin altında ne var!” Biliyorum aklın saklıyor gerçeği. O halde ben söyleyeyim; insanoğlunun en derin korkularını harekete geçiren, dü- şünce, sevgi, ahlak denileni paramparça eden bir şey. Bir tür yara güzelliği baltalayan. Unuttun mu o hoppa ruhunun dönüştüğü formu? Bir garibandın, acı ile arınmış sevgi ve şehvetten. Bütün parçaları birbiri ile kaynaşmış ruh beden, yoğrulmuş yoğun nefret ile! Söylesene; en son ne zaman çıkardın o maskeyi yavrum? Ömer: Bilmiyorum! Günler, hatta haftalar oldu. Onunla yattım kalktım. Onunla gezdim dolaştım. Yıkanırken bile çıkarmadım. İhtiyar Kadın: Anlaşıldı pamuk ipliğine bağlı mutlulu- ğunun sırrı! Tıpkı cehennem ehli gibi davranmaya baş- lamışsın. O alevin tehdidi kara bulut gibidir doğduğundan itibaren insana! Fakat bilse bile insan aldırmaz o nasihatte. Örter gerçeğin üstünü, tıpkı senin yaralı tarafını unuttuğun gibi unutur. Der ki; hayat ne de eğlenceli. Bir bak, oysa o tuttuğun helal değildi. Güldürür şeytanın elinden alınan hediye. Çünkü ustaca soyulmuştur neşe veren, dert ve me- şakkat kabuğundan. Bırak ne olur, seni hissiz o cehennem meyvesi idi. Ama yok bırakmaz. Aklına bile getirmez alevi. O sadece anı değerlendirdi. Seneye gülmek istemez insan, öyle değil mi? Ömer: Ama beni öldürür o kahpe bakışlar, çirkin ve tiksinç- ten terk edip kaçışlar. Ruhum deliliğe yelken açar yarım çirkinlik ile. İhtiyar Kadın: Alışmalısın sana verilen derde! Bak artık sevgi ile kaynaştığın insan ne kadar da yüzeysel bir izleyici. İç şu iksiri!
130 131
Ömer: Nedir bu? İhtiyar Kadın: Hayal söktürücü! Rüyaları yaşayanlara gerçekleri gösterir! Gerçeğin rüyasıdır. İKSİRİ KAFASINA DİKER! Ömer: İsteğini yerine getiriyorum ihtiyar! Hissettiğim de ne? Maskem nerede? Bir parçam kopmuş sanki! Çırılçıplak hissediyorum. O maske çıkarılmaması gereken kıyafetmiş, örten üryan yerlerimi. İşte avam koşuşuyor yine. İşte sokak, işte gerçek olan diğer yarım. Aman, nasıl da korktu o kadın. Kaçıyor ölümden kaçarcasına, sanki dokunsa yüzümün dokunduğu havaya, onun da yırtılacak teni. Ah yavru çocuk! Katıla katıla ağlıyor, uyuyamaz artık geceleri. Ah bayım yolunuzdan çekileyim, iteklemeyin beni, ben de insanım. Af edersiniz efendim yolunuza çık- tım. Durun, hiç ses yapmadan kaçayım! Gördünüz mü “Durun, vurmayın ona” diyor bir köylü. Yanaştı yanıma okşamak için başımı. Yo hayır yaramı şimdi gördü! Kaçıyor topukları kalçasında. Gübreye dokunan eller bile on kat sabunla yıkanıyor! Ömer: İhtiyar bacı! Sakladığım gerçekleri gösterdin. Meğerse içimdeki istifra gerçek imiş! Fakat nikâhım farz oldu artık. Tecelliyatı itsem de hep bana döndü gerisin geri! Çıkış yok bu işin içinden! İhtiyar Kadın: Dur bakayım gözlerine! Âşık bakışları. Aç bakayım dilini! Evet, âşık kelamı sürtünmüş bu dile. Kalbinin sesi ise her sesin üstünde! Serseri mutluluğundan gördüğüm bela, yapışmamış bu nikâhta sana! Bu düğünde bereket var, kim ne derse desin. Âşıklar birleşmeli bu işin sonunda! Ömer: Sağ olasın ihtiyar, yine dirilttin beni. Anladım ki, o
çöplere dokunan eller öpülmeli, saygı duyulmalı en kenar- da kalmış kişiye bile. İhtiyar Kadın: Şimdi git! Bela bulutları geliyor üstüne. Sakın kaçma. Kaderde yazan elbet gerçekleşiyor! Bizi elbet buluyor, en derine insek bile. Şimdi git! Bulutun altına gir! Hafta dolmadan nikâhı bitir! Ve dön arkana, iyi bak! Cem: Çöpleri üstüne yorgan edip, ihtiyarlarla mı öpüşüyor- sun? Hiddetle sömürülmüş izmaritleri yakıp, sulanmış şişe diplerindeki şarapları mı yalıyorsun? Nereye kayboldu konuştuğun kadın? Tutun onu, bir güzel konuşacağım. Ferhat: Onu izlediğim iyi oldu! Gitmemekte akıllık ettim. Kadir’i de çağırıp onları takip edeyim. Zarar vermeden Ömer’e, onlara engel olmalıyım. Her şey olabilir. Umutsuz âşıklar ne yapacağını bilmez çünkü. O halde bu gece bir katliam hak oldu. Kan sıçrayan duvarların altındaki renkler seçilemesin. Uyusun kıyamete dek fitne çıkarıp birbirini üzen ahmaklar. Kardeşlerime kimse zarar veremesin!
132 133
SAHNE 3
BİR MAHZENDE, ÖMER ESKİ BİR KOLTUĞA OTURTULMUŞTUR. Cem: Bir rüya, hem de kâbus cinsinden! Hani hep tekrardadır, hiç çıkılmaz içinden. Çok kadınla vakit geçirdim. Gençtim, eğleniyordum. Ve en sonunda aradığım kadını bulmuştum. Ama o, sana oldu ram! Değil mi? Hem de şu garip masken varken cildinde… Bir büyü yapmışsın belli, sonunda güzel güzele oldu haram. Ömer: Acıma hissi ile yaratılan aşk. Aşk! Her zaman derin bakışların, tatlı sözlerin, yumuşak tenlerin sahibi değildir o duygu. Garibanlar da yaşar onu. Ama nasipsiz aşk, hep felaket ve acı getirmiştir kişilere. Peşinden koşulan, sebep- siz bir nefreti biriktirir aşığına farkında olmadan. Cem: Bu sihirli sözler değil mi? İşçisi onlar! Yaralı bile olsa, cerahatli kişinin dudaklarından fışkıran… Ömer: Sözler kalpten fışkırır. Dil bir araya getiremez dü- şünceleri. Cem: Şimdi boş ver sözcükleri, cümleleri. Soyulan bir ten tiksinçtir. Düşünün bir koku çıksın o maskeye dokundu- ğunda veya iltihap. Bu iğrençlik en büyük aşkı bile bitirir. Kardeşlerim bakın ne uğruna terk edilmişiz. Ömer: Açma sakın! Mahremimdir. Miden kalkar! Yüzüme tükürürsün. “İnsan değil bu!” dersin. Cem: Ne pahasına olursa olsun bakacağım. Tiksinti bile sevindirir bir insanı. Yeter ki kazansın! Zeynep’i bırakacaksın. Yoksa ömrün boyunca bir el sır-
tında dolaşır. Hayatın her normale döndüğünde indirmek için maskeni. Hatırlatırız herkese, güzelin bedenindeki ucubeyi! Ömer: İyi öyleyse nasipte olmayanı kabul etme. Razı et en ufak his kırıntısı olmayanı kendini sevmeye. Anlamıyor musun? Bu hisler yönlendirme ile yönetilmiyor. Tamamen ilahi! ÖMER’İ KALDIRIP DUVARA FIRLATIR Cem: (Haykırarak) Sen rüyalarda yaşayan bir adamsın! Rüyalarda uçuyorsun, kanatlanıyorsun. Olmayan kolların yerinde, tutmayan bacakların koşuyor. Yaralar hiç yokmuşça- sına kapanmış da, bir şarkı fısıldıyor melekler. Ömer: Sen sınırlarını aştın! Bir kadın uğruna neler dönüyor? Cem: Sus, iki yanından başka göz bakan! Âşık oldum, hem de fena! Şu göğsümden akan kan değil mi? Değil! Manevi bir yara. Anlamıyor musun bu hisler fena! Hem benim başka ne derdim olur ki? Aç kalmam. Bir savaşçı değilim. Çocuklarım da yok besleyecek. Ben de böyle savaşırım işte. Gölgeler ile ucubeler ile (Silahını, Ömer’in şakağına dayar) ruhlar ile savaşırım? İÇERİ FERHAT VE KADİR GİRER Kadir: İndir silahını yeter! Şuracıkta beynime sıksam da her yanınızı et ve kan ile lekelesem… Midenizi bile bulandıra- caksa eğer, canım basitçe bedenimden çıkmakta isteklidir. Yo hayır, hiç sorun değil ölmem. Ferhat: Şefkatli bir ana gibi sarar kılıfım silahımı. Ellerimi sert ama incitmeyen bir tırtıkla okşar kabzam. Horoz, bakire bir kız gibi usulca kaldırır başını. Tetiğim seferden dönen kocasını bekleyen hanım gibi isteklidir uyarılmaya. Ama parmağım, tamamen benim acımasız taş kalbime hiz-
134 135
metçi. Kölesidir o beynimden gelen emirlerin. Bu yüzden bunca sevgi ziyan olur. O öfke hep arsız, düzen bozucu ve pişmanlık getiricidir. Fakat asla boyun eğici değil. Cem: Adamlarım fazla sizden! Yerinizde olsam silahımı kı- lıfına koyardım! Ferhat: Nice savaşlar var, birkaç yüz yiğidin on binleri alt ettiği. Vahşice hareket etmeyin. Bir düşünün şimdi. Silahımı kılıfımdan çıkarmam ve tekrar sokmam, nefes aldığınız zamandan kısadır. Atsam geriye adımımı ve şu yapılı yarmanın göğsüne kabzamla vursam… O acıdan eğilince gözlüklüye nişan alsam, ben kurşunu alnına sı- karken yeğenim seni şakağından rehin alsa. Ben de şimşek hızında kurşunlarımı diğerlerine salsam… O zaman eşit olurduk işte! Kenan: Hayalci bir şiddet bahsettiğin! Çocukken ben de dünyaları alt ederdim düşlerimde. Ömer: İndir silahını Ferhat. Düşsün artık gerçekleri sakla- yan bu değersiz maske. Pahamı artırıyor o, fitneci bedene giydirilmiş pahada yüksek kıyafetler gibi. Artık gerçekler çıksın gün yüzüne, Zeynep gözyaşları ile sarılsın denize düşen misali, tastamam olan mevcudiyette onaylanabilen birine! Aldanmasın gençliğinden güç alan o gizem düşkünü arsız nefsine. Ferhat: Ama açık bir korkaklık olur bu! Ömer: Lütfen indirin silahlarınızı. Bitmiştir! Cem: Anlaştık tamamdır. Zeynep’i terk edeceksin bu saatten sonra. Kapan odana veya başka bir yerlere kaç. Yeter ki göremesin seni bir daha! Yumuşayınca terk edilen kalbi, ya da bir nebze dahi acı duyarsa senden dolayı, zaten sa- rılacaktır bana! Ferhat: (İçinden) Bu korkaklar onu yarası ile gocunduru- yor. Bir ucube gibi hissetmesini istiyorlar. Başardılar da!
Böylece kazanacaklar. Ben de Ömer’i kırmamak için ses etmeyeceğim. Bu sessizlik de benim katilim olacak. Ömer: Kabul! Bu nikâh olmayacak. Sen kazandın! Kardeşle- rim, hadi gidelim buradan.
136 137
SAHNE 4
ÖMER’DEN HABER ALAMAYAN ZEYNEP, BAHÇE KAPISINDAN ENDİŞELİ BİR ŞEKİLDE GİRER Zeynep: Söylesene genç ve tatlı bayan, Ömer nerede? Leyla: Sebebi siz değil miydiniz? O halde biz hiçbir şey bilmiyoruz! Zeynep: Nerede düğünü olacak adam? Leyla: Ömer abi odasına kapandı tekrardan! Eskisi gibi aç uyuyor ve insan yanaştırmıyor yanına. Karanlıktan alıyor tekrardan gıdasını. Zeynep: Bahsettiğin kocam! Ferhat veya diğeri nerede? Onlar bilirler nedenini. NİHAN YANAŞIR Nihan: Ferhat, harabelerin arasında silahı ile boşlukları katlediyor. Nefreti, bilindik havaya bile öfke kusuyor. Ağzı ise dikişle kapanmış sanki, tek kelime bile etmiyor! Latif: Gelinim geçiyor önümden. Fakat neşe neden bu kadar uzak bizden? Beril: Sebebi terk edilmek değilse, bırak sevdiği tedavi etsin oğlumu. Ömer: (Odasında kendi kendine) İçim kan ağlıyor. Dudak- larımda sözcükleri tüketecek derman yok! Aklım her türlü çılgınlığa gebe! Kapatmak istiyorum battaniyeleri ve açmamak ne gündüz ne gece. Karanlık çekiyor beni tek- rardan. Güvendiğim en sonunda bu duvarlar. Bu odanın
tılsımı nedir acaba? Söylesene dört duvar; neden bu kadar meraklısın beni kendine hapsetmeye? KAPI SERTÇE ÇALAR Ömer: Kim o kapıyı kıracakmış gibi vuran? Zeynep: Karın! Daha koynuna girmediğin… Ömer: Dul kal kadınlığından olmadan. Az kirleteyim seni! Zeynep: O nasıl söz? Kapıyı açın da bir tokat atayım yüzü- nüze. Ömer: Evet açayım… Vurun bana, tekmeleyin. Ama sarıldınız. Siz sevgiden anlamıyorsunuz. Sıkıca sarıyorsunuz menfaatiniz olmadan. Okşuyorsunuz karşılık beklemeden. Sizi tanımıyorum bile, ne biçim bir insansız? Zeynep: Yorma kendini, hiçbir şey konuşmak veya anlatmak zorunda değilsin! Ömer: Ne olmalıyım, suretim neye denk? İçinden çıkılmıyor sorularımın. Size yüzümü göstermeliyim artık! Bu çılgın teşhir hissini atamıyorum aklımdan! Görmeliyiz elbet, her sırrımız açılmalı bağlayıcı imzalar atılmadan! Zeynep: Yarınız bana yetiyor. Efendim; derin bakışların veya gergin kaşların temeli belki de iyi huy ve sadakattir. Şekilli dudaklar ve kıvrımlı gamzelerin kalemi de saygıdır belki. Güçlü bir bedenin görüntüsü sabırdan olabilir. Ama yalnız başına güzellik basit bir kalemle de çizilebilir. Sevgiyi hak etmesi ise zordur sureti kararanın. Şu hale bakın! Sanki ben erkekmişim siz de kızmışsınız da kovalıyorum gece gündüz. Çıkalım dışarı, bu oda çok hüzünlü Ömer: Dinleyin ev halkı; artık benim yüzümden üzerinize çöken kasveti kaldırın. Kovalayın karabasanları. Koluma taktığım karımdır. Ve âleme de anlatmak için bu olayı, resmi defterleri karalayacağız sade bir düğünde.
138 139
Karım evinden kaçtı! Doyurun karnını, gelinlik biçtirin ona. Ve acele edin çabuk, zamanımız kısa. Beril: Hay siz bin yaşayın! Bir ağlatıp bir güldürüyorsunuz bizi. Nihan: Ne büyük bir enerji! Dudaklarındaki ve sözlerindeki her kıvrım bizim ruh halimizin aynası. Allah’ım yardım et. Bozulmasın üzerlerindeki büyü!
SAHNE 5
Timur: Haber geldi. Babanın davetiyesi bile yolda. Hafta sonu öngörülmüş. Düğün olacak bu işin sonunda. Nalan: Ve sen de rezil olacaksın bütün âleme! Cem: Kapa çeneni! Ben de birbirine katacağım düğün yerini. Göreceksiniz… O iğrenç yüzünü herkese göstereceğim Ömer’in. Timur: Ferhat’ın yüzüne kan gelmiş. Mutluymuş akrabasının sevincinden dolayı. Kenan: En ağır silahlarını kuşanır da gelir o gece. Ama sen söyle; yeter ki “Bu iş olmasın” de! Biz de yükte ağır silah- larımızı kuşanalım. Cem: Cinayet çok ağır böyle bir dram için. Büyük siyasiler fetihlerini sinsilikle yapıyor artık. Biz de öyle yapacağız. İyimserliklerine bakılırsa Zeynep nikâhlanmadan bak- mıyor hala çirkin yarıya. İşte o şerefli kadın, bu yüzden kendine erkekleri müptela ediyor! Dinleyin; düğünde toplanmışken ucubeyi alkışlayacak kalabalık, herkes alkış tutarken aşırı farklılıkların bir araya toplanmasına, dolanacağız nikâh masasının ardından. Ku- surları göz ardı etmiş âşık, halen kandırmakta iken kendini, arkadan tutup çekeceğiz maskeyi, imzalar atılmadan önce. Böylece nikâhtan dönülmez diyen kadın, kendini daha hapsetmeden ilahi sınırların ardına, düşünmeye başlayacak derin derin. Kısa zamanda verilen kararlar ise çılgınlıktan başka bir şey değil! Eli titreyecek imza atarken o boş kâğıda.
140 141
SAHNE 6
Kerem: Bu düğün karmaşasında genç bayanımız hazır- lanıyor. Bu gece Davud Musta’nın düzenlediği partiye katılacak. Onun güzelliği şimdi can alıyor. Görenin kalbi parçalanacak! Ben ise bu gece uyuyacağım, adi miskin bir uykuda iken, sevdiğimi soyan gözler, düşüncede ırzına geçecek. Sarhoş beyinler, soyacak onu namus nedir diye hiç düşünmeden! Kim bilir belki Davud Musta, onu ikna edecek uyuş- turup beynini, bu gece onun ile tatmin edecek kibirle yükselen aşırı şehvet hislerini. Bir kadın doğacak alaca- karanlıkta, kadınlığın acemisi, helal yolla kazanılmayan nişanla uyanacak göğsünde yarın sabah! Elveda aşkım, elveda! Buse: Dalgınsınız, hayırdır inşallah! Kerem: Arabayı hazırlatayım isterseniz. Buse: Dinle; gideceğim yeri biliyorsun. Aileme pembe bir yalan uydurdum. Sakın ağzından kaçırmayasın, kilit vur lütfen çenene. Arabalar da boşta değil. Hepsi düğün telaşında. Ben başımın çaresine bakarım. Siz de kendinize iyi bakın. Kerem: Kararımı değiştirdim. Kendime bakmaktan sıkıldım. Her gün aynalarda o var zaten. Ben size göz kulak olacağım!
SAHNE 7
DAVUD MUSTA’NIN PARTİSİ Yüzü Tamamen Kapalı: Bir karmaşa var bu gece. İçki ve uyuşturucu dumanlarının kokusu birbirine karışmış da, zina resmediyor bu pahalı gençlerin düşlerine. Akıl tam olarak yerinde olmayınca günah işlemek için daha elverişli olur nefis. Ve farkında değilmiş gibi davranır kişi, azgınca tepinirken üstünde. Genç Kız: Merhaba bayım! Maskeler moda mı son günlerde? Yoksa sen yarım yüzlü adam mısın? Yüzü Tamamen Kapalı: Hayır bayan, ben yüzü tamamen kapalıyım! Bir hizmetçiyim. Bana aldırmayın geçin. Sahi- bim hak tanımadı bana suretimi sergilemede. Genç Kız: O halde işim olmaz seninle. Yüzü Tamamen Kapalı: O halde istediğimi elde ettim. İşte Buse, şimdiden salmış zihninin yelkenlerini. Durun da karanlıklarda saklanayım. Ne de olsa aşina onun gözleri yüzlerdeki maskelere. Şu sapık yine Buse’nin etrafında! Bacaklarını izliyor, bu apaçık belli. İçlice bakıyor! Terbiyesizce, zorbaca. Belli ki sahip olmuş bile ona bilincinde! Her istediği resmi çiziyor beyni! İzin verirsen en acayip felaketlerin ressamı olur beyin! Elleri üryan yerlerinde gergince, silahını yoklayan silahşor gibi. En aşağılık yaratıkların silahıdır doğuştan gelen yeti. Şimdi onu pelerinime hapsettim! Loş ışık bizi süslüyor. Görenler görüntümüze bayıldı! Herkes bizi görkem sanıyor.
142 143
Uyu sapık adam bu kuytu köşede. Nefsin rüyalarında sevişsin hayali cariyelerle. Şimdi sarhoş ediyor onu Davud Musta. Genç kızımız tec- rübesiz ve saf. Uyanık zannediyor kendini az tecrübe ile onu yaşlandıran şeytan! Buse: Aman beyim! Dünya dönüyor derler de inanmazdım. Meğerse bırakınca hayat telaşını ve durunca yerli yerinde, biraz da uyuşturunca beynini, gerçekten raks ediyormuş kendi ekseninde! Davud Musta: Siz dururken dönsün aklınız! Değil mi, rü- yadayız sanki! Gelin isterseniz odama çıkalım. Sırlarımızı paylaşalım. Rüyalarda işlenen günahlardan hesap yoktur! Buse: (İçinden)Ne diyor bu adam? Ne yapıyorum ben? Ey aşağılık hislerim, sarhoşluğun etkisi ile namusumu pazara çıkardın! Satıyorsun nefsim beni. Hadi kızım, kalk git evine. Buse: Uzaklaşın! Vaktim doldu gitmeliyim. Ailem kızar! Üz- günüm size dert verdiğime. Davud Musta: Telaşlanma yavrum! Göstereceğim sana, bekâret düşünüldüğü kadar önemli değil. Pişman olmaya- caksın! Lütfen gel benimle. Yüzü Tamamen Kapalı: Bu sert işçi yumruğum ile onun beyninde şu an şimşekler çakmakta. Vücudunda kopan zelzele onu uzunca uyanamayacak bir şekilde bayılttı. Kaldırdım onu şimdi düştüğü bataktan. Korkudan sol- muş baygın, başına gelen haller yüzünden. Teslimiyetçi bir uykuda! Bu güzel, saf hanım solacakmış bu gece demek ki üşenmeyip kalkmasam yataktan. Şimdi dokunuyorum ona, en büyük hayalim. Yemin billah şehvetim evrenin en uzağında, bu his o değil. Bu, sahip olamadan sarılmanın, kucaklaşmanın verdiği mah- mur bir his. Şimdi bu kadar yakınlaşmışken besmele çekip duamı edeyim:
Ey yüksek evliyalar; sarın etrafımızı. Tenler istemsizce, zaruret ile de dokunsa birbirlerine, kutsayın bizi, kaynatın eti ete. Ey yüksek evliyalar; bakın bir bize, uyuştu mu tenler, bilinçler? Yüksek makamlarınızda, kaderi sorgulayıp da bu fakir aşkı benden esirgemeyin! Buse: Ne oluyor, neredeyim ben? Abim mi beni kollarına almış olan? Yüzü Tamamen Kapalı: Hayır bayan! Buse: O halde kimsin sen yürekli adam? Yüzü Tamamen Kapalı: (İçinden) Nasıl da kapatıyor mas- keler, aynı kişiyi örtüyor farklı renkte perdeler. Oysa eşek yine eşektir, altın semerle bile. Ben tam yüzü kapalıyım bayan. Affedin beni, harama do- kunuyor ellerim şu anda. Fakat sizi bıraksam, düşersiniz yere! Buse: Kendimi teslim etmediğim eller istemsizce okşarken tenimi, bütün ruhum ile teslim olduğum el neden itsin ki beni? Yüzü Tamamen Kapalı: Babalar ne evlatlar yapıyor değil mi? Kimi hain bir yılan, kimi namus bekçisi sadık bir köpek gibi. Vaktim doldu, ben gidiyorum bayan. Çevrenize dik- katli bakın bundan sonra, çamur toprağın altında gizlenir en büyük hazineler. Lütfen unutmayın bunu. Ve dikkatli olun! Şeytan az tecrübe ile yaşlandırır insanı. Duygular en kötü kararları verir. Buse: Ama nasihatçi nasihatten değerlidir, lütfen kal! Yüzü Tamamen Kapalı: Nasihat yerine getirilirse, nasihat- çisine gerek kalmaz. Sözlerimi tutun, işte size tutunacak dal! BAHÇE ÇİTLERİNİN ÜZERİNDEN ATLAR VE KARANLIĞA KARIŞIR Buse: Peki size bir bakışta âşık oldum desem kalır mıydınız?
144 145
Bedenimi saran kollar… O sevgi enerjisi… En budala âşık bile algılardı o müthiş titreşimi. Ah, gittin mi yüzü tamamen kapalı? Bir daha nerede bulurum seni? Bu aşkı verip kucağıma, yapayalnız bırakıp gittin beni.
PERDE 8
SAHNE 1
DÜĞÜN GECESİ DIŞARIDA, KAPIDA Ferhat: Bu gece buranın bekçisiyim! Silahım hazır, tetikte. Kalbim her çarptığında o soğuk metal ile öpüşüyor göğ- süm. Bulutlar niye kırmızı, gök neden ağlıyor? Canım ölmek mi istiyor bu gece?Dostlarım gözünüzü dört açın. Tunahan soy ismi kirlenmesin artık sübyan namerdin teşebbüsü ile. Kadir: Merak etme, gölgelerde bile aralık kalmamış. SALON İÇİNDE Latif: Bir felaket, bir dram! Her şey şimdi döndü tersine. Ve en sonunda bu bereket, dağılmadı ailem, izlerini kalpleri- mize ve oğlumuzun tenine kazısa da, uzaklaştı o biçimsiz felaket. Beril: Gözyaşlarımı tutamıyorum! Oğlumun mürüvveti şu an yaşadığımız. Çok uzak sanıyordum güleceğimiz günleri. Ama yanı başımızda duruyor işte. Latif: Bedri gelmedi. İstemiyor demek ki düğünü! Beril: Gelse hır çıkartırdı. Kurt’un oğlu da görünmüyor. Demek ki fitnesini kalbine gömdü. Ferhat: Bu vampir kadını gözlerim bir yerden ısırıyor. Çirkinlikle güzelliğin arasını nasıl da bulmuş. Barıştırmış onları aynı bedende.
146 147
Kadir: Ferhat koş. Ziyaretçiler var! Ferhat: Namus düşmanı mısınız siz efendiler? Kadir: Ağzından beyaz kızıl nehirler akan versin cevabını. Teoman: Namus mu? Abiniz çaldı kızı abimizden. Sizce kim düşman temiz namusa? Neyse ki yakaladınız bizi. Artık kolayca evlenebilirler. Ferhat: Abiniz nerede? Timur: Yasta! Ferhat: O zaman burada tutuyor! Ben içeri gidiyorum, siz kalın! SALONDA Ayşegül: Söndürüyor bu kız talihini. Bir kastı var nefsine veya tutsaklık hoşuna gidiyor. Kimi sever acı darbeleri? Her kalp aynı tattan hoşlanmaz. NİHAN YANAŞIR Nihan: Darısı başına güzel arkadaşım. Ayşegül: (İçinden) Böyle darı düşman başına! Senin gibi mutlu olayım e mi! Fethi: Sade bir düğün olmuş oğlum! Yalnız ebedi saflıkla ve açıklıkla girilmesi gereken bu kapıdan, bir maske ile geçmek büyük problemler yaratır! Latif: Doğru söylüyorsun! Fakat bu gelinle damadın kara- rı! Diyorlar ki; “Evlilik aynı zamanda zorunlu katlanma sanatı!” Memur: Lütfen önünüzdeki kâğıtları imzalayın! Nihan: Arkalarındaki kadın da kim? Ferhat: İşte şimdi berbat ettim her şeyi. Bu, o fettan kadın. Hızlıca yürüyor Ömer’e doğru. Bu çığlık, felaketin sesi kulaklarımda bir bebek gibi ağlıyor. Nihan: Koş kuzen, tez aş bu kalabalığı. Kadın kasıtlı.
ÖMER’İN MASKESİ AÇILIR, SALONDA UĞULTU KOPAR Nalan: Buyurun size yarım yüzlü adam! Latif: Kim bu terbiyesiz? Oğlumun yüzünü geri verin. Beril: Neler oluyor? Allah’ım bayılıyorum! CEM, KALABALIĞIN İÇİNDEN NİKÂH MASASINA İLERLER Cem: Affedersin karınca, seni maymun zannettim. Pireyi deve ettim. O maske öylesine gizem katıyordu ki yüzüne, sanki bu gördüğüm iğrenç mahlûk değildin. Evet, gizemli bir prenstin gelinimi alıkoyan. Tüm erkekleri paçavra eden bir yarım yüzdün. Ah derdim! Böylesine yanık bir davayı boş ver. O geri gelecek zaten veya hayat bu karşılaşmayı onaylamadığı zaman üzülecek çıldırırcasına beni oyalayan. Ve intikamım zuhur edecek bir aşkın faciasıyla. O zaman ben saz, söz, eğlence ile kınalar yakarken, sen yıkılacaksın. Gelinim ise kanatana kadar başını vuracak duvara. Ayşegül: Eymür bir çılgın! Maske düşünce Ömer’in çirkin- liği apaçık göründü. O da ne? Gelin hareket etmiyor. Ve anladım ki onun gözleri kapalı. Şimdi bağıracağım ki bir aşk hüsran ile sonlanmasın! “Bu senin şansın, bak kocan olacak adamın yüzüne!” Bilal: Arkadaşın ne elde etmek istiyor? Nihan: O, Ömer’i severdi! Beni şaşırtıyor! Cem: Telaşlanmayın! Uzak durun nikâh masasından! Bir şans tanıyın geline! Her şey apaçık olmalı. Fırlatıyorum bu talihsiz maskeyi cehennemin dibine! Gülay: Aşkım getir onu geriye. Mahremi açtı bu hayâsız! Kortan: Gördüm düştüğü yeri. Cehennemin dibi değil! Gülay: Sanmayın o üzgün şu an. Onu en iyi ben tanırım. Dayanıklıdır bir şehit karısı kadar. Talihsizliktir gıdası!
148 149
Ve şu an delikanlıca gözlerini kapadı. Açsa da fark etmez! Ömer’in yarası acıdan biraz daha tatlı! Bilal: Nihan, iki annem iki babam, herkes şok oldu. Bu patavatsız kadın… Eymür denilen adamın derin bir kastı var. Nikâh masasında bir ayrılık planlıyor! Ömer abinin yüzü apaçık. Belli ki kendini çıplak sanıyor. Gelin çok soğuk, heykeller titrek kalır yanında. Ah, aynı karakterler bu dramı bize sürekli yaşatıyor! Mustafa: Gelin bayan! Şu uzun cadı tırnaklarınızı kırayım. Nalan: Çok sertsin vahşi adam. Senden hoşlanmaya baş- ladım. Mustafa: O zaman gecenin sonunda bana âşık olacaksınız! Ferhat: Artık yeter. Yaptıklarını şerefini kaybetmişler bile kaldıramaz! Kapa gözlerini ve şahadet getir. Latif: Ferhat dur, düğünde kan akmaz! Bu sessizlik… Tek kişilik alkış... Balkondaki Bedri Karahan. BEDRİ KARAHAN BALKONDAN ALKIŞ TUTAR, YANINDA EŞİ VARDIR Cem: İşte babacığım bu adam. Bakın şu yüze. Artık gizemli değil adı. Apaçık görünüyor sayemde. Kızınızın zihnini bir şekilde afyonlamış. Yüzüne set yapmış uzun kollarını, çaprazlama saklıyor çirkinlik yarasını! Ferhat: Yeter! Onu kaba etlerinden vuracağım. Bedri Bey: Dur genç adam! İndir silahını. Aşağıya iniyorum, bekleyin beni. Latif: Ferhat, indir silahını çabuk. Ferhat: Amca kirleniyor soyadımız. Latif: Kirletmeseydin o zaman! Bedri Bey: Kızım benden habersiz bir nişan atıp bir düğün yapıyor. Bakmayın, aklı başındadır onun. Fakat bildim bileli hep kaybedendir tuttuğu takım. Kimi hoşlanabilir
teni tene uyan bir eşten. Gözleri derindir, yumuşak teni de eşsiz. Yo, öyle değil! Gün gelir ten tiksinir güzeli ellemek- ten! Ve bir his hâsıl olur; güzeli güzelden bile eden! Oysa akıl… Haberiniz yok mu çirkinin kolundaki güzelden? O, bir aklın aşkıdır! Suretleri aşmış, düşüncelerin uyumlu dansıdır! Bir olunca aşkın zihninde, her güzellik perdeler ardında bir mana kazanır. Düşünüyorum da; evladım namussuzca gözüne hoş görünen suretlerle oynaşmaktansa, şerefi ile nikâh kıyıyor. Söyleyin; ben bunu nasıl onaylamayayım? Kalk genç adam! Kalk! Silkin utangaç halinden. Kalk da babanın gözlerine bak! Yüzünün yarısını ölüm yalamış besbelli. Fakat diğer yarısı öylesine güzel ki, tam olsa kusur sayılır. Kızım baktın mı hiç ona? Zeynep: Benim bekâretim kadar sırlı yarası! Bedri: O halde gözlerin kapalı kalsın, sırlarınızı paylaşaca- ğınız ana dek! Ama nikâh bir kez yapılır. Sokaklara atarım seni kocandan utanırsan bir gün. Zeynep: O gün gelirse, bana hiç acımayın! Özden: Bakayım damadımıza. Ey gözleri kapalı, sesimden tanı beni. Onun yarası acıdan biraz daha tatlı. Dinleyin; üvey kızım benimle bir savaşta. Ben ki onun hatıralarının üstüne çökmüş bir karabasanım. Her baktığında babasının tanıdık kollarına, bir kâbus görüyor, surette, şefkatte farklı anacığından. Ben de sevmiyordum onu, yabani tavırların- dan usanıp çıkardım hayatımdan. Oysaki o ne şerefli bir kızmış! Bütünü görmeden, güzelliği keşfedebilmekmiş yeteneği. Bedri: Sen acınacak haldesin! Bakma bana öyle! Bir aşk yaratmaya çalışıyorsun, kalbini çıkarıp devreden! Şu hale bak! Tüm pürüzsüzlüğün ile bir kadını kandıramıyorsun. Git buradan da ben de kızımın mürüvvetini göreyim.
150 151
Ömer: Bir piyango çek hayat çıkmazından. Beni aşağılıyor karımı öven her söz. Yerlerdeyim, kaldırılması gereken bir yaralı. Acıyor her bakan göz. Aklım dur çıldırma! Vurma nefsim kibirden sapan yapıp sevdiklerimi. CEM, DİZLERİ ÜZERİNE ÇÖKER Cem: Ama neden? Niçin onayladınız onları? Ben insan değil miyim? Fazla mıyım bir hisse eş olabilecek kadar? Az mı- yım şımarıklığım yüzünden? Aşırılıkları anlamlandırmaz mı hayat? Şiir, karınları açların malı mıdır? Tamın düşmanı değil mi yani kader? Öyle, hayat düşman oldun mu bir kez, adam seçmiyormuş! Ciğerlerimdeki bu yanmanın adı mı keder? Niye bakıyor bu adam? Sen niye bakıyorsun ihtiyar? Neden fısıldaşıyorsunuz hep bir ağızdan? KURT EYMÜR KAPIDAN SALONA GİRER Kurt: Bu sahne de ne böyle? Oğlum diz çökmüş yanıyor tüm bedeni aşk içinde. Fuat, bir kova su getir ve dök şu yanıp tutuşan serserinin üzerine! Ben onu bunun için mi yetiştirdim? Ah yaşlarım du- run. Dönün geriye! Diz çökmüş oğlum bakın; yanıyor aşk içinde! Ah yedi sülalemin hayaletleri, söyleyin var mı bu kadar yere düşmüş içimizde? Hepinizi yakacağım. Bedri, senin cehennem biletin elimde! Tekrar görüşene kadar iyi bakın kendinize! Bedri: Seninki de benim elimde. Gidin buradan. Artık dü- ğünümüzü kirletmeyin! Damadımın maskesini geri verin! Düğün devam etsin, pisti açın ben de oynayacağım bugün. Bedri: Buyurun maskeniz. Hanımefendi; ben de düğünü- nüzde oynayacağım. Zeynep: Yakışır! Latif: Birkaç kelimen bütün düğümleri çözdü. Bizi bağrına
basman çok güzel! Artık bir aileyiz. Kaman: Öyleyiz! Nihan: Mutluluktan uçuyorum. Bilal: Ayaklarınız yere bassın yoksa size tutunamam. Nihan: Beni sıkıca sarıp dans edin o zaman! Kerem: Bu sevgi hisleri, intikam ve nefret… Aşkın kusursuz halleri… Gönül senin de nasibin var, biraz daha sabret. Busem ile konuşacağım bu gece!
152 153
SAHNE 2
GERDEK Zeynep: Bu gece çok mutluyum hiç olmadığım kadar. Hele ki babamın bizi bağrına basıp kucaklaması ne kadar da sevinç verici! Kaçak bir gelin hüzünlü bir gerdek geçirir. Utancının geçmesi gerektiği yerde başka bir utanç duyar, kendini oluşturanların rızasızlığından dolayı. Ömer: (İçinden) Artık git benden eziklik hissiyatı. Aranma nefsim, düğünümüz için beni övecek payı. Bu gece şeref ona verildi, kusursuz cesaretinin ve arınmışlığının saflı- ğından dolayı. O halde, tasalarımı al benden Rabbim! Bu kadının ayağına paspas et beni. Göreceksiniz; yumuşak hislerim ya da sevgimin dozajı renk değiştirecek mi sahiplenmenin verdiği rahatlık yü- zünden. Sizi seviyorum. Kadının hakkıdır, gerdekte sırrını ve mahremini bozmak. Ama ilk hakkı bana verin lütfen! (Maskesini açar) Buyurun başımın tacı, işte tamamen benim! Zeynep: (İçinden) O yüz artık karşımda. Neler hissediyorum, neler dönüyor zihnimde, kalbim çabuk söyle bana. Aşk hislerim nerede? Hangi suret fikrinin ardına saklandı! Siretler neden önemsiz şu an? Korkuyorum kendimden. Ömer: Ah o ifadeniz! Aklınızdaki fikri hemen söyleyin bana. Zeynep: Durun bir dakika. Ben kızlıktan kadınlığa geçe- ceğim. Nazik olun biraz. Bekleyin, birazdan döneceğim.
ZEYNEP, GELİNLİĞİ İLE BALKONA ÇIKAR Ah aklım tut kendini, yarım güzelliğe bedel yarım çir- kinlik değil, yarım çirkinliği silen bütün güzellik de! Nefsim tüm dünyevi güzellik tanımlarından arındır kendini. Tam- lığının tadını çıkaracağına başkasının yarımını tamamla. Aşkın en saf hali bu, değil mi? Kusuru, çirkinliği ta- mamen kabullenme. Bütünlük ve bütün güzellik aşktan neden bu kadar uzak? Aşk kusur muymuş? Yokluktan doğan aşk… Neden bu kadar kusurlusun? Tam güzelliğin namusuna abanan kusursuz kibir senin katilin öyle değil mi? Bu yüzden fakirlerin hanesinde dolanırsın. O zaman buldum artık seni! Ben kaderime razıyım Rabbim, insanların senden hep dilendiği parlak gümüşler, altınlar, pırlantalar yerine, yara- tımında en az cömert davrandığın kanaat hazineni doldur kalbime. Kocamın, helalimin göğsünde, bu gece en mutlu kadın olarak uyut beni. Ömer: Döndünüz! İyi misiniz? Gözleriniz ne dedi size? Zeynep: Gözlerim; bildiğimden gayrı çirkinlik yok dedi! Mutluluğumu büyütün, açın koynunuzu da gireyim!
154 155
SAHNE 3
LATİF BEYLERİN HANESİ Kerem: Mutluluk ve yorgunluk birleşince, tatlı bir uyku hâkim bu gece bu eve! Buse merdivenleri adımlıyor. Artık hislerimi anlatma zamanı! Peki, bu maske! Onu takayım mı? Yo olmaz! O bambaşka bir ruh, maskenin altındaki ile bağdaşmaz. Bir hayal kırıklığı yaratır. Kendim olup itiraf edeceğim aşkımı. Yaptığım iyiliği ise kalbime gömeceğim. Mustafa: Ah kardeşim! Ne kovalıyorsun sen? O maske de ne? Evin genç hanımı geliyor, böyle dikkat kesilmiş o ne yapmayı planlıyor? Bu dolabın arkasında saklanıp dinle- yeceğim! Ve hatta bir çılgınlığın önüne geçeceğim. Kerem: İyi geceler Buse Hanım! Buse: Kerem ne yapıyorsun? Bu saatte beni korkuttun! Kerem: Ne şiddetli bir geceydi değil mi? Buse: Sondaki mutluluk her şeye değerdi! Bunları boş ver sen! Artık dilinin altındaki baklayı çıkar! Beni izlemektesin uzunca zamandır. Gölgem gibisin sanki. Kerem: Haklısın, haddimi aştım. Ama bazı hisler disiplin ile kontrol edilmiyor. Bedeni aşıp, kişiyi kukla ediyor. Bam- başka birini izliyorsun kendi gözlerinden. Buse: O hisler size ne yaptıracak şu an? Kerem: Sizi seviyorum! Aşığım delicesine! Mustafa: Aman Allah’ım! Müdahale etmeliyim bir çılgınlık yaşanmadan. Delirmiş bu budala! Sonumuz yakın! Buse: Öyle mi? Âşıksınız demek. Ama bilirsiniz, aşk kanıt
ister. Bilirsiniz, âşıklar kul köledir sevdiğine. Kendilerinden ne istenirse yaparlar. Hatta yapılmakta imkânsız olanları bile. Kerem: Tıpkı o bahsettiğinizdir aşk! Söyleyin ne edeyim? Derimi mi soyayım kemiklerimden, yoksa bir kayayı tırnaklarımla mı deleyim? Gökyüzünün en çılgın şim- şeklerini, boyda yüksek bir kule inşa ettirip sırtıma, kendi bedenime mi çekeyim? Buse: Etini istemem! Şimşekler sakin kalsın! Ama mademki seviyorsun, mademki diyorsun “Aşk kusursuz bir sadakat” o zaman göster kendini. Önümde takla at. Kerem: Dönek dünya, bir kere de senin dönekliğinde ben dönsem kendi aksime ne olur ki? Buse: Şimdi de bir köpek gibi uluyun! Kerem: Sadakati ile ünlü hayvan. Davut peygamberin kendi nefsini daha aşağı gördüğü yaratılmış güzel hayvan. Bir kere de senin yerine ben ulusam göklere ne olur ki? Buse: Şimdi de ağla! Sanki gökyüzü yarılmış da, bütün suyunu dökermiş gibi aşağıya. Kerem: En geniş mahpushane… Ağladığın yetmedi mi insanlığın nankör tavrına? Bırak bir kere de ben gözyaşı dökeyim bedenimin semalarından aşağıya. Mustafa: Aman Rabbim! Elimde yetişen çiçek ne kadar da zayıfmış. Daha benliğine dokunan ilk musibete ettiği bu secde… O çiçeğin suyu mu azdı veya yetiştirenin benliğinin derinliklerinde saklı günah fikirleri, farkında olmadan ona mı bulaştı? İlkbaharında kurudu çiçeğim. O akıl almaz bir hataya düştü. Ben ise artık inancımı soldurmuş, büyük bir yıkıma gebeyim! Buse: Yaptıklarınız aptalcaydı! Bir kadına bu kadar bağlı ol- mak çılgınca ve korkutucu. Beni kokuttunuz! Uzak durun bundan sonra benden. Yoksa sizi babama şikâyet ederim!
156 157
Kerem: Ama siz, ama… Hiçbir his yok demeyin bana! Neden korktunuz? Durun sevindireyim sizi! Buse: Yaklaşmayın! Yoksa çığlık atarım. Kerem: Allah’ım, ne oluyor, ben ne yaptım? İşte şimdi çıl- dıracağım! Mustafa: Hayırdır gençler? Gecenin bu geç saatinde sesiniz yükseliyor. BUSE KOŞARAK KAÇAR Kerem: O kaçtı! Mustafa: Ne yaptığını zannediyorsun sen? Genç bir kızı taciz ediyordun az önce. Kerem: Dinlemişsin bizi! Mustafa: Keşke sağır olsaydım da duymasaydım! Kör ol- saydım da görmeseydim bu rezillikleri. Kerem: Gülüyorum duanıza! Övgü ile bahsettiğiniz kitaplar, şiirler yazdığınız aşk, bir anda korkunç bir düşünceye dö- nüştü. Öyle ya, bir hizmetçinin oğlu sahip olmamalı o hisse. Mustafa: Ah seni ne yapacağım ben? Ne ceza vermeliyim sana? Kerem: Dur ben söyleyeyim; önce tokat at, sonra tekmele, kitle beni havasız bir yere! İğneli fıçıya oturttur ve yuvarla yüksek bir tepeden. Mustafa: Benle konuşma şeklin aklımı çılgınlıkla doldu- ruyor! Kerem: (Yüksek ses ile) Üçkâğıtçı tüccarın ticareti. Havaya haykırılan hava. Tek kanadı kopmuş sinek bile uçar daha destekli. Anlıyor musun? Mustafa: Bağırma bana (Tokat atar)! Kerem: Nikâh isteyene vuruyorsun, asla gözüm yoktu zinada! Mustafa: Aptalca cevaplar verme. Hatta hiç konuşma! Kerem: Azdım ben! Ah şu azgın kalbim! Söz geçmiyor bak-
sana halime. Duvarlara tırmanıyor nefsim! Mustafa: Kışkırtıyor adi sözlerle beni. Reddedilmekten do- ğan acısını benim hırçınlığımla unutmak istiyor! Azdın ha? Şu haline bak! Şeytan tamamen ele geçirmiş seni. Neler dö- külüyor zikir ehlinden baksanıza ahali. Körler sağırlar, iyi ki varsınız. Her iğrençliğe istem dışı şahit olamıyorsunuz! Dinle azgın adam; artık zikrin yirmi bin değil, elli bin, hatta yüz bin. O da yetmez. Gün tamamen bitmez. İki yüz bin çekmelisin sen. Allah demelisin her saniye, her an yemeden içmeden her zerren ile. Böylece ruhun sıkı bir terbiye alacaktır! Ah ne diyorum ben! Kalpte yoksa cevher, ne zikir, ne de nasihat olur rehber! Kerem: Lütfen sus, hor görme beni. Aşığım, hem de deliler gibi. Mustafa: Farklılıkları sindiremiyor mu aklın? Onlarla olan yakınlığıma bakma! Bizler hizmetçiyiz. Elması parlatan kumaşız. Sen o kız için bir hiçsin. Baksana ne hallere dü- şürdü seni. Gözlerimle gördüm; uluyan bir köpek, Sürünen dilenci! Yaratanın varken, onun çöplüğüne âşık oldun sen. Kü- çük aşk, basit âşık! Ah, emeklerim boşaymışsınız demek! Kerem: Ben sen değilim! Ben hiç kimseyim! Ne olur beni itme! Sarılmak istiyorum sana. Devasa bir hayal kırıklığı ile doldu kalbim. Tonlarca ağırlık verildi sanki birdenbire üzerime. Anla beni; onu sevdiğimden beri katillerle aynı suyu içiyor, delilerle aynı yatakta uyuyorum. Sanki elinde ucu sevda zehri ile tütsülenmiş bir hançer, her nefes alışımda, her yara kabuk bağladığında, aynı yerden her defasında daha büyük acı ile yeniden saplıyor onu hazinem. Mustafa: Bu yara kapanmaz öyleyse kardeşim. Anam, bu-
158
rada iyi! Ama biz terk edelim tez zamanda. Kerem: Ben zehirlendim! Tarifi yok şu an göğsümde hisset- tiğim acının. İlacı bu ise zehrin, sana uyacağım! Mustafa: Acele et! Sabah olmadan gidelim. Anneme laf gelmesin. O masum bir kadın. Küçükhanım gittiğimizi anlayınca rahatlayacaktır. Unutacaktır bu olayı kısa za- manda. Ama eğer kalırsak, o uyanan korkusu, kendi evinde örtünmesi gereken rahatlığı bozacak. KEREM UZAKLAŞIR, MUSTAFA HÜZÜNLE EVE SON KEZ BA- KAR Bu maske de nedir böyle? Bu evin ziyneti, yüzleri giz- leyen her şey! Bırakıyorum onu olduğu yere!