Saatine baktığında sabah 7'yi gösteriyordu.
Yattığı yatağında huzursuzca kıpırdanarak telefonunu eline aldı ve sevgilisine, daha doğrusu eski sevgilisine bir mesaj attı. "Günaydın. Seni özledim." Her gün attığı sıradan mesajlardan biriydi bu cevap alamayacağını bile bile yinede umutsuzca göndere bastı..
"Ahsen, haydi kızım hala uyanmadın mı? Geç kalacağız." Babasının sesiyle kendine geldi. "İşte yine lanet bir güne başlıyoruz. " diye geçirdi içinden.
Ne zaman iyi olacağım? Güneş ne zaman yeniden doğacak? Demek ayrılıklar böyle öldürücü acılar verirmiş.
***
"Barış bu gerçekten sen misin?" Kıvırcık sarı saçlı kız o iri mavi gözlerini daha da açarak sormuştu bu soruyu. "Lanet olsun, neden dışarı çıktım sanki?" diye geçirdi içinden. "Tanrım, inanmıyorum gerçekten sensin. Uzun zaman oldu daha iyisin ya?" "Iyiyim, şimdi çekil önümden. " diye tısladı Barış. Yaklaşık iki ay önce lösemi olan kardeşini kaybetmişti o günden beri insan içine çıkmıyordu bugün onun için ilkti ve ilk günden okuldaki en gıcık kızla karşılaşmıştı. Kızın kendisinden hoşlandığını biliyordu ki bu daha da can sıkıcıydı. Cenazeden sonra kardeşinin mezarına bu ilk gidişi olacaktı. Getirdiği çiçekleri nazikçe toprağın üzerine bıraktıktan sonra çam ağacı ve toprakla karışan o mezarlık kokusunu içine çekti gözleri dolmuştu akmalarına izin vermeden hızlıca kırpıştırdı sıcak kahverengi gözlerini.
Bu acıyı kimsenin yaşamaması için ilik bankasına gidip iliğini bağışlamaya karar verdi.
***
Offlaya pofflaya gözlerimi ovuşturarak sıcacık yatağımdan kalktım banyoya doğru ağır adımlarla ilerledim duş alamayacak kadar yorgun hissediyordum hem kızıla kaçan sıcak kahve saçlarım da o kadar kirli gözükmüyordu. Elimi yüzümü yıkayıp formamı üzerime geçirdim ve biran önce çantamı hazırlamaya koyuldum. Her zamanki gibi son dakikaya bırakmıştım. Çantamdan bir önceki günün kitaplarını çıkartıp çalışma masamın üzerine gelişi güzel fırlattım. Çantamı sırtıma geçirdim. Merdivenleri koşarak indikten sonra kahvaltı masasına yerleştim. Tostum ve kakaolu sütüm beni bekliyordu -kakaolu süte bayılırım- babam çoktan işe gitmiş annemse biraz daha kestirmek için yatağına geçmişti.Tostumdan bir ısırık almıştım ki servisin sinir bozucu kornasıyla irkildim kakaolu sütümü kafama dikip dişlerimi fırçaladım. İşim bittiğinde ikinci kornayı duydum ayakkabılarımı giydim bağcıklarımı bağlamadan servise koştum.
"Günaydın Ahmet abi." dedim en neşeli ses tonumla. "Günaydın Ahsen. Bir kere de erkenden kapıda olup bizi şaşırtmaya ne dersin?" "Üzgünüm bu imkansız. " dedim. Çağla'nın yanına otururken üçümüz de kıkırdadık. "Günaydın bebek." diyerek yanağıma bir öpücük kondurdu Çağla. Her sabah bunu yapmaktan hiç bıkmıyor muydu bu kız? Elimin tersiyle yanağımı sildim öpülmekten pek hoşlanmıyorum. "Bil bakalım rüyamda kimi gördüm?" diye devam etti hareketime aldırış etmeden. "Tahmin etmek zor değil." dedim gözlerimi devirerek yine fanı olduğu grubu görmüştü. "Kızım var ya aynı gerçek gibiydi." diyerek anlatmaya başlamıştı bile. Okula vardığımızda tuhaf bir şekilde başımın ağrıdığını hissettim daha öncekilerden farklı bir ağrıdı bu. Önemsemeden sırama oturdum ve kafamı sıraya gömüp uyumayı planlıyordum ki karşımda Kaan'ı buldum. "Uykucumuz hala uyanamamış belli ki." diyerek takıldı. "Rahat bırak beni." diye sızlandım kötü görünüyor olmalıydım ki fazla ısrar etmeden sırasına geçti. 5. ders olan biyoloji dersindeydik Çağla'nın "Neyin var senin sabahtan beri?" dediğini zar zor duydum. Uykulu gözlerle ona bakarak "Başım ağrıyor, sanırım uykumu alamadım." diye inledim. "Kötü görünüyorsun revire gitmek ister misin?" Sınıfın sessizliğinde sadece o ve ben konuşuyorduk hoca konuyu anlatmayı bırakıp ince, buruşuk parmaklarıyla gözlüğünü aşağı indirip bize bakarak o cırtlak sesiyle "Çağla ve Ahsen biraz sessiz olursanız ders işleyeceğim." "Hocam Ahsen'in başı ağrıyor revire gidebilir miyiz?" "Öğle arasına 10dk var biraz sabredebilirsin sanırım Ahsen?" "Tabi hocam." dedim ve başımı sıraya gömüp gözlerimi yumdum.
5dk geçmişti ki burnumdan gelen kırmızı sıcak sıvı gözlerimi açmama sebep oldu. Burnum kanıyordu.
**
Kendime gelmeye başladığımda burnumda kan ve o keskin hastane kokusu vardı yüzümü buruşturup yutkundum genzimde de aynı kan tadını alınca midem acıyla kasıldı kusmak istiyordum.
Dışarıdan annemin ağlama sesleri ve babamın "anlıyorum"larıyla beraber doktorum olduğunu tahmin ettiğim bir adamın açıklama yapan sesi duyuluyordu. Güçlükle gözlerimi açtığımda bembeyaz duvarlı o hastane odasının itici manzarası karşımda duruyordu. Anneme "Neler oluyor anne neden bu haldeyim?" diye sorduğumda boğazından bir hıçkırık çıkartarak tekrar ağlamaya başladı. Babama baktığımda ancak ağladığını farkedebilmiştim. Onu en son büyükbabamın cenazesinde ağlarken görmüştüm. "Neler oluyor? Neden ağlıyorsunuz? Biri bana açıklama yapacak mı artık? " diye gürledim ama sesim tahmin ettiğinden boğuk çıkmıştı ağzıma o iğrenç tat dolarken kusmaya başladım. Doktor hemen asistanlarını çağırarak elinde tuttuğu pembe kovayı ağzıma tuttu tüm organlarım çıkıyordu sanki.
Sonunda bittiğinde halsiz düşmüş olmalıydım ki tekrar uykuya daldım.
Bana neler oluyordu böyle?
Ne kadar süredir uyuyordum ben? Gözlerimi açtığımda hava kararmıştı. Annem yanımda uyuya kalmıştı seslenip zaten yorgun gözüken bedenini sorularımla rahatsız etmek istemedim. O sırada babam içeri girmişti. "Uyandın mı tatlım? Nasıl hissediyorsun kendini?" "Iyiyim baba bana neler olduğunu anlatacak mısın?" Babam gözlerini benden ayırıp yere dikmişti en sonunda gücünü toparlayarak "Doktorun lösemiden şüpheleniyor" diyebilmişti ki dayanamayıp kendini dışarıya attı. Donup kalmıştım, bu hastalığı hep filmlerde ya da kitaplarda duymuştum oysa şimdi beni kurban olarak seçmişti. Ölecek miydim? Ama ben daha 17 yaşındayım, balede parlak bir geleceğim olacaktı, ben olmak zorunda mıydım? Şimdi değil şuan değil. Ağladığımı yanağımdan süzülen yaş kurumuş dudaklarıma ulaştığında farkettim ve hemen sertçe onlardan kurtuldum. Bu hastalıkta moralin önemini biliyordum. Hem tıp çok ilerlemişti, bu illeti yenen birçok insan vardı. Ben de onlardan biri olacaktım pes etmeye hiç niyetim yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRMIZI
Lãng mạnDoğan günler ışıldıyor. Güneş hiç bıkmadan sıcacık gülümsemesiyle dünyayı selamlıyor. Çiçekler binbir çeşit renkleriyle arılara zengin ziyafet sofraları sunuyor. Bu dünya ne kadar güzelliklerle dolu olsa da benim günlerim artık buruk ve siyah olaca...