Küçük Necdet artık büyümüş bir ağabey olmuştu. Şimdi tıpkı annesi bildiği Feride'ye benzeyen kız kardeşi ile uğraşıyordu.
"Ama ağabey az biraz sallanacaktım. Niye izin vermiyorsun?" diye soruyordu. Babasının tıpkı bir kopyası olan Necdet, yeşil gözlerini Munise'ye dikti. Annesi bir kızı olunca çok duygulanmış ona bu ismi vermişti. Nedenini sorsa da cevap alamamıştı annesinden. Fakat biliyordu annesinin daha önce bir kızı olduğunu ve onu bir hastalıkla kaybettiğini. Şimdi her ay olduğu gibi Kuşadası'na gidip annesinin orada kurduğu yetimhaneyi kontrol edeceklerdi.
"Sallandın mı, küçük bir kız gibi yavaş sallanmıyorsun. Hem anneme söz verdim gidene kadar hiçbir yerinde yara veya sakatlık istemiyor." dedi artık gençliğe adım atmış olan Necdet. 6 yaşlarında ki kız büyük bir adam gibi ellerini beline yasladı.
"Oraya gidince o kadar çok arkadaşım olacak ki seni unutacağım. Mamafih(bununla beraber) orada kalacağım ben. Hasretimden yataklara düşüp hasta olacaksın." diye tehditler savurdu. Sonra minik ayaklarını yere vura vura eve girdi. Necdet alışmıştı bu söylemlere. Her seferinde aynı şeyleri söylüyordu. Yavaş adımlarla kardeşini takip edip içeri girdi. Kimse yoktu etrafta. Annesini bulabilmek amacıyla mutfağa gitti. Ne zaman ortalarda olmasa mutfakta buluyordu onu. Gülbeşeker adında bir tatlı yaparken buldu annesini. Babasının çalışma odasında bulduğu bir defter vardı. Annesinin jurnali. Gizlice okumuştu bunu. Biliyordu ki gülbeşeker annesinin güzelliğine verilen bir isimdi. Annesi de bu ismi kendi yaptığı tatlıya vermişti. Bazen tekrar okurdu o defteri. Bazen babasına kızardı annesini bıraktığı için, bazen de annesine kızardı babasını terk ettiği için. Ama biliyordu ki eğer onlar birbirini bırakmasa ne kendi olabilirdi ne de bu kadar güzel ve mutlu bir aile. Nihayetinde annesi ve babası kavuşmuştu. Mutluydular. Daha da gerisi önemli değildi.
Annesine arkadan sarıldı Necdet. Feride hemen anladı oğlunun olduğu. Arkasına dönüp doyamadığı yanaklarını öptü. Necdet hemen kendini geri çekti. Artık kendini yetişkin görüyor bu hareketlerin bir çocuğa yapılması gerektiğini öne sürüyordu.
"Anne!" dedi isyan edercesine. Feride'nin her zaman yüzünde olan gülümseme biraz daha büyüdü.
"Babana çok benziyorsun. Hele o yaşlardaki hali ile neredeyse kardeş gibisiniz. O zamanlar babana işkence etmekten öpemezdim. Şimdi fırsatını bulmuşken öpüyorum." diyerek takıldı her zamanki gibi oğluna. Oğlu hasutla(kıskaçlıkla) gözlerini kıstı.
"Babamı benden çok seviyorsun." dedi. Kaşları çatılmış, kollarını göğsünde birleştirmişti. Bu hali ile daha da genç bir adama dönmüştü. Genç kadın oğlunun sarı kıvırcık saçlarını okşadı.
"O bana sizleri verdi. Bana verip verebileceği en değerli hediyeleri. Nasıl sevmem." dedi genç kadın. Bu itirafı oğluna da yapmış olsa genç kadının gül yanakları daha da kızardı. İkinci çocuğuna hamile olan kadın hâlâ utanıyor, bazen kocasından saklanıyordu. Necdet annesinin bu haline dayanamayıp kızarmış yanaklarına birer buse kondurdu. Gelen araba sesiyle kapıya yöneldiler. Gelen Kamran'dan başkası değildi. Genç kadın her zamanki müteheyyiç(heyecanlı) haline bürünmüştü. Munise hepsinden önce davranmış gelir gelmez babasının kollarına atılmıştı.
"Çok mu özledin beni?" diye sordu adam. Yeşil gözleri kızından karısına döndü. Hamilelik bir kadına ancak bu kadar yakışırdı. Yeni yeni belli olmaya başlamış karnı güzelliğine güzellik katmıştı. Bakışları ile karısının kızardığını gören adam gülmemek için oğluna baktı. Kadın hâlâ bir nazar(bakış) ile kızaran genç safvet(saflık) dolu bir kız çocuğu gibiydi.
Oğlu kaşlarını çatmıştı en sona kaldığı için. Bunu fark eden Kamran kolunun altına aldı oğlunu. Kendini genç bir adam olarak gören Necdet tıpkı bir çocuk gibi hâlâ annesi ve babasını paylaşamıyordu. Hele Kuşadası'na gidildiği vakit annesinin peşinden ayrılmıyordu.