Giriş, gelişme, sonuç.

270 11 6
                                    

Birden fazla "aşk"a sahip olabileceğimi düşünmek hataydı belkide. O kan damlası düştüğünde, seçim benim ellerimden çıktı, sonsuza dek. İki tutkuyu aynı anda yürütebileceğimi düşünüyordum. Ancak sadece bir şansım varmış meğer, ve zorla alındı biri elimden. Belki kader, belki tanrı ya da tanrıçaların oyunu, belki de benim bilinçsizce hazırladığım bir plan, iki aşkım arasında çizgiyi çekti.

Kan büyüsü. Elinizdeki gücü, etrafınızda dolaşan o yüce, güzel mavi ışığı kontrol etmenin en efektif yollardından biri. Kötülüğü, iyiliğe dönüştürebilecek bir güç. Çemberler, tozlar, onlarca farklı madde, doğru tonda söylenmezse size küle dönüştürecek sesler, küçüklüğümden beri tutkuyla baktığım
çalışmalardı.

Masum çalışmalarla başladım elbette, nihayetinde yalnızca küçük bir çocuktum ve eğer
annem bir büyücü olmasaydı, kaderim çok farklı olabilirdi. Onun sahip olduğu güce, ejderha kanıyla kutsanmışlığına her zaman özendim. Güzelliğiyle, inanılmaz
estetik hareketleri ve büyüleyici sesiyle her istediği evren tarafından gerçekleştiriliyordu adeta. İnsanın kulaklarında daha fazlası için açlık hissiyle bir "yarım kalmışlık" hissi bırakan o sesiyle shirak deyişiyle birlikte ellerinde ışık saçmaya başlayan Kristal küre, benim gibilerin elinde, boş bir cisimdi sadece. Beni yargılamadan önce düşünün. Çirkin, ve yeteneksiz bir çocuksunuz. Ve daha da üzücüsü, bunu
farkedebilecek ve anlayabilecek kadar zekisiniz. Sizi yetiştiren, tek örnek aldığınız kadın, anneniz, ellerini hareket ettirerek oyuncaklarınızı havada uçurabilirken, siz çelimsiz, çirkin bir çocuksunuz. Ve o günler. gittikçe yaklaşıyor. Ergenliği beklemenizin nedeni diğer çocuklardan çok farklı. Evde kendi kendine uçan
nesneler, ani ışıklar, sesler bekliyorsunuz. Ejderha kanınızın içindeki büyü gücünün ortaya çıkacağı günü, mavi ışığı kendi iradenizle kontrol edeceğiniz, hayatınızın çok daha kolay olacağı günü bekliyorsunuz. Bir doğum günü diğerini geride bırakıyor, on beş, on altı, on yedi...

Tahmin edebileceğiniz üzere, o gün asla gelmedi. Platonik bir aşıktım ben. Büyücü annemin aksine, ben bu güçle kutsanmamıştım. Ancak elbette bu, arzumdan vazgeçmem için bir gram bile yeterli değildi. Zaten ilgimden dolayı, okumayı öğrendiğimden – 5 yaşımdan – beri büyü kitaplarını okuyordum. Bilgim
çok olsa da, gücümün ortaya çıkacağı günü beklediğim için, umudumu kestiğim güne kadar uygulamaya hiç bir zaman geçmedim.
Yirmi bir yaşıma geldiğimde ve çalışmalarımı ilerletmiş halimde, annem'e olan sevgim gittikçe kıskançlığa dönüşmeye başlamıştı. Benim günlerce okuyarak, uykumdan vazgeçerek ezberlemeye çalıştığım, onlarca kez deneme yanılma yaparak başarabildiğim büyüleri annem bir el hareketiyle yapabiliyordu. Bu adil
değil. Benim de işlerimi kolaylaştırmamın bir yolu vardı; kan ve ruh'un gücü.
Babamı hiç tanımadım. Annem hamileyken babam Cormanthyr savaşında katledilmişti. Dolayısıyla diğer erkeklerin karizmatikliğine hem mental hem de fiziksel olarak sahip değildim. Buna rağmen beni gerçekten seven biriyle karşılaşabilmem büyük bir mucizeydi. Okulda yıllarca geri planda kaldım, asla
ama asla, bir gram bile populer değildim. Bu yüzden Annie ile tanışmam hayatımda bir dönüm noktasıydı. Oldukça güzel ve saf bir kızdı. Zeki değildi, ama ilişkimiz yine de mükemmeldi. Çalışmalarımı tutkuyla anlatırdım ona. Anlayabileceğinden çok daha uzak kavramları, her ne kadar çok kavrayamasa da hep hevesle dinler, benimle gurur duyardı.

İlk kurban çemberimi oluşturduğumda yirmi iki yaşıma gelmiştim. Bir çok tekniğin aksine, sadece kan ile aktifleştirilebiliyordu. Şaheserimdi. Kanı bedeninden taze akmış bir varlığın kanı çembere değerse, ruhu anında büyü gücüne dönüştürülüyordu. Bu kadar güçlü olmasının eksisi, anında kullanılması gerekmesiydi. Ancak üzerinde yeterince çalışırsam, taşınılabilir hale getirebilirdim – nitekim getirdim de.
Çember'i ilk Annie'ye gösterecektim. O da benimle çemberde duracak ve büyü gücünün hissini ilk defa tadacaktı.

Sabahtan ormana gittik küçük, şeytani, değersiz bir yaratık bulmak için. Uzun arayışlarımızdan sonra 6cm boyunda pis bir imp'i yakalamayı başardık. Geri döndük. Artık tek yapmamız gereken çembere girmek ve imp'in kanını akıtmaktı.
Annie ormanda ayağına batmış olan dikeni belki farketmemiş, belki de benim dikkatimi dağıtmamak için bahsetme gereği duymamıştı. Ben çalışırken sorunların asla bahsetmezdi. Fazla düşünceliydi, malesef.

Adımı çembere atar atmaz, mavi ve kırmızı bir ışıkla parlamaya başladı çember. Her şey için çok geçti, durumu anlayıp müdehale edebileceğim zaman yoktu. Gözleri yaşaracak kadar vakti bile olmadı, sadece kısa, iğrenç bir çığlık ve parçalanan bir beden, mavi bir ışık.

Dönüşü yoktu, bedenime akmakta olan, inanılmaz bir his vardı sadece. Kullanılmayı bekleyen ve azaldıkça eksiklik hissi yaratan bu güç, gözlerimin önündeki dehşetle inanılmaz bir kargaşa yaratıyordu zihnimde. Tanrısallık duygusuyla iç içe bu çaresizlik, adeta yakıyordu beynimi. Her şeyi yapabilecek güce
sahip olduğumu hissediyordum, bir tanecik aşkımı geri getiremezdim ama. Benim kontrolüm dışında yükseldi alevler bedenimin etrafından. Yarısı yanmış olan sokağımıza sadece ufak bir işi halletmek için bir kez geri döndüm yıllar sonra.

Deliliğe Giden YolHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin