Descartes
Özce birbirinden ayrı olan ruh ile cisim arasındaki bağlantıyı nasıl kurmalı? Ruhun temel-niteliği düşünme idi, cisimdeki de yer kaplama. Bunlar da bir araya gelemeyen, birbiriyle bağdaşamayan nitelikler: Bilinçli olan yer kaplamaz, yer kaplayanın bilinci yoktur. Ancak, insanda bu iki cevher bir arda bulunurlar. Biri ötekinde olupbitenlerin nedeni olmayan, başlı başlarına ayrı birer gerçek alanı iki tözün burada aralarında herhalde bir bağlantı olacak. Bu bağlantıyı ne olarak düşünmeli? Kendisinden sonraki felsefeyi çok uğraştıracak olan bu ruh ile beden arasındaki bağlantıyı Descartes, iki ayrı şey arasındaki bir çalışmabirliği olarak tasarlar. Bunlar, sürekli olan bir karşılıklı etki bağı ile birbirine bağlılar: Ruh, bedenin bir takım uyarmalarını doğrudan doğruya duyar ve onlara birtakım duyumlarla tepkide bulunur; ruhun birtakım eğilimlerini, yani istenç edimlerini de beden bazı hareketler olarak gerçekleştirir. Buna göre, ruh ile beden birbiri karşısında, hem etkin hem de edilgin olabilen birer etmen durumundadırlar.
Ruh ile beden birbirini nasıl etkiliyorlar? Descartesa göre, insan bedeninin her yanı ruhla karşılıklı etki halinde değil; yalnız bu etkilere aracılık eden beyin, doğrudan doğruya ruh ile değme halindedir. Çünkü duyu organlarına gelen etkilerin ruhta bir renk, ses, koku vb. duyumu olabilmeleri için, beyne ulaştırılmaları gerekir; bedenin istençli hareketleri de, beyinden çıkan sinirlerin getirdikleri itişler (impulsus) ile olabilir. Descartes beden ile ruhun beyindeki karşılaşmalarını açıklamak için, beynin merkezini, daha doğrusu bu karşılaşmanın olduğu tek bir noktayı arar ve ararken de şöyle düşünür: Ruh uzamsızdır, bölünemez bir bütündür; ruhun etkide bulunması ve etki alması bu yapısı ile ilişikli olacaktır; dolayısıyla ruhun beyin üzerinde etkileri beynin tek bir noktasından olabilir; bedenden gelen uyarmalar da ruha ancak bu tek noktadan geçebilirler; bu öyle bir nokta olacak ki, istenç edimlerinin itişlerini çeşitli organlara götüren sinirler de buradan başlayacak, uyarmaları beyne ulaştıran sinirler de burada bitecek. Descartes bu noktayı, bildiğine göre, beynin biricik çift olmayan organı kozalaksı bez (glans pinealis) de bulmuş olduğuna inanır. Burası ruhun yeridir, ruh burada yerleşmiştir. Ancak, buradaki yer sözünü dildeki anlamıyla almalıdır; çünkü Descartesa göre ruh uzamsızdır, bir yer kaplamaz, dolayısıyla ruhun yeri olamaz; ruh herhangi bir yerde, beyinde filan bulunamaz. Burada Descartes yer derken, ruhun etkilerinin kendisinden çıktığı, ruha gelen etkilerin kendisine ulaştığı beynin bir noktasını anlamaktadır.
Ruhun doğrudan doğruya kendi işleyişi ve görevleri konusunda Descartes, ruhun görevlerini actionlar (eylemler) ve passionlar (edilgiler) diye ikiye ayırır. Actionları doğrudan doğruya kendimizden çıkan haller olarak yaşarız. Passionlar ise bir yandan ruhla, öbür yandan da bedenle ilişkili olan olaylardır; passionların nedeni bir kısmıyla bedendedir. Descartes ruh öğretisinde özellikle duygulanımlar (affection) üzerinde durmuştur. Bunların asli ve ikinci derecede olanları var. Temel duygulanımlar altı tanedir: Şaşma, sevgi, tiksinme, şiddetli istek, üzgünlük ve sevinç. Geri kalan bütün duygulanımlar, bu temel duygulanımların birleşmelerinden ya da birer çeşidinden başka bir şey değildirler. Duygulanımlar bir yandan ruhla, öbür yandan bedenle ilgili olaylardır. Örneğin korku, salt fizyolojik olarak, yani yalnız bedende olupbiten bir olay olarak görüldükte, korku veren bir şeyi görmeden doğmuş olan ve kasları bir kaçma hareketine götüren bir itiştir (impulsus). Psişik bakımdan ise, korkan kimsenin aynı zamanda kaçmayı istemesidir. Burada bedenin bir eğilimini ruh da bu hareketi onaylıyor.
Occasionalistler
() Descartes felsefesinin görüş ve anlayışı içinde yetişen başka bir takım düşünürler de, bu felsefenin başka bir ana düşüncesini, dualizmini kendilerine çıkış-noktası yapmışlar, başlıca bu sorunu çözmeye uğraşmışlardır. Descartes gerçeği cismin dünyası ve ruhun dünyası diye ikiye bölmüştü. Cisim ile ruh iki ayrı tözdürler, yapı ve özce birbirinden kökten ayrılırlar: cisim yer kaplar, ruh düşünür. Bunlar da birbirleriyle bağdaşamayan niteliklerdir: bilinçli olan (düşünen) yer kaplamaz, yer kaplayanın bilinci yoktur. Ama bu iki ayrı töz insan adını verdiğimiz varlıkta bir arada bulunmaktadırlar; insanın örgüsü bu ikisinden dokunmuştur. Öyle ise bu iki töz arasındaki bağlantıyı ne diye anlamalı? Descartes kendisi bu bağlantıyı empirik bir olgu diye kabul etmiş, karşılıklı bir etki, bir işbirliği diye anlamıştı. Ancak, bununla işin güçlüğü giderilmiş olmuyordu; Descartesınki inandırıcı bir açıklama değildi. İki tözü öylesine bir kesinlikle birbirinden ayırmıştı ki, bu ayrılık aşılmaz bir uçurum gibi görünüyordu. Kendi içlerine kapalı olan bu dünyalardan her birinde olup bitenleri anlamak kolaydı: Cismin dünyasındaki bütün değişmeler hareket yüzündendi; ruhun dünyasındaki bütün oluşlar, bilincin türlü haller alması idi, bir düşüncenin nedeni başka bir düşünce idi. Ancak, dışarıdaki bir hareket nasıl bir duyumun nedeni olabilir? Bilincin içindeki bir istenç edimi, dışındaki bir hareketin nasıl nedeni olabilir? Bir rengi görmemek, cisimler dünyasındaki bir olayın ruhta bir etki yaratması demektir. Kolumu kaldırmam da, bilinç çerçevesinde olupbiten bir olayın (istemenin) bilinç dışındaki dünyada bir etki yaratması demektir. Oysa bu iki dünya aşılmaz sınırlarla birbirinden ayrılmıştı. Bu dünyadan ötekine geçiş nasıl oluyor? Descartesın açık bıraktığı bu ruh (mens) ile cisim, beden (corpus) arasındaki bağlantı problemi, onun izinde yürüyen bir takım düşünürlerin başlıca konusu olacaktır.
Geulincx
() Ona göre, bilincin halleri (modus) iki öbeğe ayrılırlar: Duymak, istemek, yargıda bulunmak gibi bizim kendimizden türeyen, kendimizin yarattığımız (yaratıyoruz diye yaşadığımız) haller, bir de duyumlar. Bu sonuncular bilinçte yaratılmış olmayıp bize verilmişlerdir; bunları biz yaratmadığımıza göre nedenleri de bilincin dışında olacaktır. İnsan nasıl yaratıldığını, nasıl meydana geldiğini bilmediği şeyi de kendisi yaratmış olamaz. Kendi vücudumdaki hareketleri, hele başka cisimlerdekini nasıl meydana getirdiğimi kesin olarak bilemiyorum; sinirlerin uyarılınca bir ruh olayını nasıl yan bir takım tasarımların bende meydana getirildiğini deneylerimle biliyorum. Ama bu deneyler de, bu etkiyi meydana getirenin kim olduğunu bana bildirmiyor; bunun üzerine bir şey öğrenemiyorum; ben kendim burada yalnız seyirciyim, aktör değilim; vücudum da sadece bir alet. Vücudum ruhumdaki duyumun nedeni olmadığı gibi, ruhumda meydana gelen isteme de vücudumun hareketinin doğrudan doğruya bir nedeni değildir. Dışımdaki uyarma ile içimdeki isteme, bunlar, ruhumda bir duyum, vücudumda bir hareket yaratmak için yalnız birer vesile (occasio)dirler, bunlar asıl nedenler değil, vesile nedenler (causa occasionales)dir. Bu olayların asıl nedeni Tanrıdır. Tanrı, bedenimdeki uyarma dolayısıyla, bu vesile ile ruhumda bir tasarım meydana getirir; bu isteme vesilesi ile vücudumda bir hareket yaratır.
Ruh ile beden (vücut) arasındaki ilgiyi böyle anlayan bu görüşe occasionalism, bundan yana olanlara da occasionalistler denir. Tanrı her vesile ile doğrudan doğuya işe karışıyor mu? Yoksa beden ile ruhun birbirine uygun işlemesini baştan beri mi böyle ayarlamış Bu anlayışların ikisi de Geulincxte var. Daha doğrusu, başlangıçlarda Tanrının her vesile ile işe karıştığını, aracılık ettiğini kabul ederken, sonraları beden ile ruh arasındaki bağlantıyı baştan beri büyük bir ustalıkla birbirlerine göre ayarlanmış iki saatin birlikte işlemelerine benzetir birinin işlemesinin nedeni öteki olmadan.
Malebranche
() Geulincx gibi Malebranche için de, ruhi töz ile maddi tözün birbiri üzerinde bir etkileri olamaz; büsbütün ayrı yapıları olan iki töz arasında bir bağ kuran, Tanrının aracılığıdır. Bu düşüncenin taşıdığı sonucu da Malebranche tam bir kesinlikle ortaya koyar: Sonlu tözler, ne ruh ne de cisim, etkin değildirler; bütün etkinliğin tek nedeni sonsuz tözdür, Tanrıdır.
Evrende eylemde bulunan tek varlık Tanrıdır; burada bütün olupbitenlerin gerçek nedeni Odur: Beden ile ruh arasındaki bağlantıyı kurup düzenleyen de, cisimler arasındaki etkilere aracılık eden de Odur. Ruh da bağımsız bir töz değildir, ruhta da olupbitenler ancak vesile nedenlerdir (causes occasionelles).
Spinoza
() Beden ile ruhun ilgileri sorunu, Descartes felsefesinin geriye bıraktığı bir güçlüktü. Descartesın kendisi beden ile ruhu yapı ve işleyiş bakımından birbirinden büsbütün ayrı olan iki töz diye ayırmış, bunların arasındaki bağlantıyı bir birlikte işleme, bir karşılıklı etki olarak anlamıştı. Hatta beyindeki kozalaksı bezi iki ayrı yönden gelen etkilerin ayarlandığı merkez diye göstermiştir. Descartesın bu açıklaması, daha önce birbirinden kesin olarak koparılıp ayrılmış olan bu iki tözü birbirine yeniden bağlamak için inandırıcı bir çözüm değildi. Descartestan sonra bu sorunun güçlüğünü kendilerine başlıca bir kaygı edinen occasionalistler (Geulincx ile Malebranche) güçlüğü yenmek için işin içine Tanrıı karıştırmışlardı. Onlara göre beden ile ruhun birbirleriyle doğrudan doğruya bir bağlantıları yoktur, bunlar kendi başlarına aralarında bir bağlantı kuramazlar; onları birbirine bağlayıp birlikte işlemelerini sağlayan Tanrının aracılığıdır. Ancak, böyle demekle occasionalistler de sorunu çözmüş olmuyorlardı.
Ruh ile bedeni böylesine birbirinden ayırınca, işin içine Tanrı da karışsa, bunların işbirliği etmelerini anlamak güçtür. Descartesınkinden de, occasionalistlerinkinden de başka olan töz öğretisi ile Spinoza bu sorunu kolaylıkla çözer. Descartesın başlıbaşına birer töz saydığı ruh ile cisim onun felsefesinde töz olmaktan çıkıp tek, sonsuz tözün (Tanrının) birer öz-niteliği (attributum) olmuşlardı. Ama her attributum da, içindeki moduslarla kendi içine kapalı bir bağlantı idi; onun içindir ki uzamın bir modusu düşüncenin bir modusuna ya da tersine bağlanamazdı. Ancak, birbirine kapalı birer sistem gibi olan attributumlar sonunda Tanrısal tözde birleşiyorlardı. Her attributum ruh olsun, madde olsun kendi modusları sistemiyle, Tanrının özünden zorunlulukla çıkmıştı. Tanrının özü de her şeyde aynı kalıp aynı olduğuna göre attributumlardaki modusların sistemi birbirine paralel olacaklardır; başka bir deyişle: Bir attributumdaki her bir modusa öteki attributumdaki bir modus paraleldir. Attributumlardan birindeki modusların oluşuna öteki attributumdaki modusların oluşu da paraleldir; Spinozanın deyişiyle: Gerçek dünyanın (nesnelerin) düzeniyle ideal dünyanın (idelerin) düzeni birdirler.
Ruh ile bedenin görünürde birbirleri üzerine etkileri var: çünkü bunlar zorunlu olan oluşlarında birbirlerini her an karşılarlar, her an birbirlerine paralel bulunurlar. Bu paralelizm yüzünden maddi dünyadaki her fenomen, ruhta kendisini karşılayan bir temsilci bulur. Bir içgüdüyü duyduğumuzda, ya da bir karar verdiğimizde madde dünyasında hareket ve durgunluk yasalarına göre bir şeyler olur.
Yalnız, bu arada olanlar, hep aynı bir tözde olupbiten aynı şeylerdir Ama başka başka attributumlar açısından, yani çeşitli bakımlardan görülmektedirler. Aralarında Descartesta olduğu gibi karşılıklı bir etki değil de, yalnız bir paralelizm olan insanın fizik yönüyle psişik yönü, Spinozaya göre, gidişleri bakımından birbirlerine tamamıyla uygundurlar; birincisinin yetkin ya da eksik olması, ötekisini de yetkin ya da eksik yapar; fizik organizma sağlam ve güçlü ise ruhi hayat da buna uygun bir nitelik kazanır vb
Leibniz
() Ruh ile beden arasındaki bağlantıyı da Leibniz önceden kurulmuş uyum teorisi ile açıklar: Ruhun monadları ile bedenin monadları arasında hiçbir nedensellik (causalité) bağlantısı yoktur; ama ruh her an bedende olupbiten aynı şeyleri tasarımladığından bedeni etkiliyor ve bedenden birtakım etkiler alıyormuş gibi görünür. Beden ile ruh arasındaki ilişkileri aydınlatmak için Leibniz, Geulincxde de bulduğumuz birbirine paralel işleyen iki saat örneğini ele alır: Bu iki saat, ya işlemelerinde birbirine karşılıklı olarak bağlıdırlar; ya işlemelerini bir usta boyuna düzenliyorlardır; ya da daha başlangıçta birbirine paralel olarak kurulmuşlardır ve bundan böyle de hep paralel olarak işleyeceklerdir.
.......Birinci olasılığı Descartes ileri sürmüştü: Ruh ile beden karşılıklı etki halindedirler.
İkincisi occasionalistlerin düşüncesi idi: Ruh ile beden arasındaki bağlantıyı her an kurup düzenleyen Tanrıdır.
Üçüncüsü de Leibnizindir: Bu iki saatin baştan beri ayarları birdir; böylece aralarında önceden kurulmuş bir uyum vardır. Tanrı yalnız beden ile ruhu değil, bütün varlıkları, sürekli bir uyum içinde bulunacak gibi düzenlemiştir. Bundan dolayı Tanrı ikide-birde evrenin düzenine karışmak zorunda kalmaz.Kaynak: Felsefe Tarihi Prof. Macit Gökberk
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RUH'A NìYET
RandomRuh hakkinda bilinen ve bilinmeyen tüm bilgilere burdan ulasabilirsiniz. Alıntılar ve Yorumları dahil!