Bahçenin tahta kapısını elimle ittirdim, taşları çamurlanmış yolda yürüyerek evin gerçek kapısının anahtar deliğine anahtarımı soktum. Kapıyı arkamdan kapadıktan sonra, bir süre öylece durdum. Ses gelmediğine göre Claire evde yok demekti.
Derin bir nefes vererek, ceketimi ve ayakkabılarımı sesli şekilde çıkardım. Giriş oldukça çamurlu görünüyordu ve Claire bunu görecek olursa beni doğduğuma pişman edecek şekilde hırpalar ve gerçekten kötü cezalar verirdi.
Çamurlanmış parke zeminin üzerindeki paspası çekiştirerek izleri yok ettikten sonra yan bölüme girip televizyonu açtım. Bir süre koltukta öylece oturduktan sonra fikir değiştirip televizyonu kapattım.
Aslında, bu fırsat güzel bir fırsattı çünkü, Claire televizyon izlememe bile karışırdı. 2000lerdeyiz yahu!
Gıcırdayan merdivende yürürken ne kadar zamanım olduğunu düşünüyordum, 10 mu, hadi ama, en fazla 8 dakikam vardı.
Claire ve babamın odasına girip, Claire’in sözde çok sevdiği ama hiç kullanmadığı müzik setini açtım. Babamın eski kasetlerinden birini bulup içine taktım, 6 dakika.
Müzik çalmaya başlarken tıpkı bir kedi yavrusu gibi miskince kendimi yatağa attım.
Şarkıya olabildiğince sessiz bir şekilde katılarak iç çektim.
Anahtar sesini duymamla müzik setinin fişine takılmam bir oldu ve, gerisini tahmin etmek zor değil, müzik seti de tıpkı benim gibi yere yuvarlandı.
Hızla ayağa kalktığımda çığlık atmamak için zor duruyordum. Müzik setini yerine geri kaldırırken bir parçasının kırılmamış olması için dua ettim. Merdiven gıcırdıyordu.
Kanalları gösteren yer kırılmış ve, kaset bölmelerinden biri dışa fırlamıştı. Hızla kaset bölmesini yerine soktum. En azından uzaktan sırıtmıyor olmalıydı.
Odadan kendimi dışarı attım ve hızla çaprazında kalan kendi odama girdim. Yatağın üzerine fırladım ve yatağımın yan tarafında duran okul çantamdan bir kitap kaptım.
Claire odamın kapısını açtı. “Lucy?”
“Efendim Claire?” dedim şirin bir ses tonuyla.
“Yaramazlık yapmadığından emin olamıyorum, yukarıda birden fazla ses duydum.”
“Hayır, sana çay yapmak için aşağı geliyordum, sonra yukarı çıktım ve ödevimin olduğunu hatırladım. Merdiven gıcırtısını duymuşsundur.” Gülümsedim.
“İyi. Şimdi bana çayımı yap ve poşetleri yerlerine yerleştir. Baban haftaya geliyor.”
“Gerçekten mi?” Mutlulukla, içten bir gülümseyiş ile söylemiştim bunu. “Tam olarak ne zaman?”
“Haftaya işte.”Claire odamın girişinden uzaklaştı.
“Huysuz karı!” fısıldadım.
“Bir şey mi dedin Lucy?”
“Hayır, Claire.”
“Sesin hala buradan geliyor! Git ve çay yap!”
Hızlı adımlarla aşağı indim. Salonun içinden geçerek yan kapıdan mutfağa girdim. Mutfağımız orta boylarda sıradan bir mutfaktı.
Tabii benim için, en güzel yerdi. Duvarlar açık kırmızıydı ve tezgah uzun mermerdendi. Dolaplar maun rengi, buzdolabı mermer gibi beyazdı.
Oldukça klasik ve hatta modadan uzak görünse de, annemle, gerçek olanla, en çok vakit geçirdiğim yer buraydı. Birlikte kurabiyeler yapardık. Sonra beni terk etti. O günden sonra onu çok sevdiğimi fark etmiştim, zamanla bu nefrete dönüştü. Kurabiyelerimiz bizim sevgimizdi ve sonra o da nefrete dönüştü.