MARAZ

181 10 5
                                    

Karakolun çevresinde nefes nefese ilerliyorum. Bazen sola dönüyor, kuzeye yöneliyor, Boboli Bahçelerinin gölgelerinde kendimi kaybediyorum.

Hâlâ bulamadılar beni ama biliyorum bir gün onlar kazanacak.

Şimdi, tükenmez bir kararlılıkla İtalya'nın şehirlerinden birinde koşarken bana daha fazla yaklaşıyorlar.

Yıllarca peşimi bırakmadılar. Onların bu ısrarcılığı, dinmeyen öfkemi daha fazla alevlendirdi.

Ben Saye'yim.

Yerin üstünde gözlerimi kuzeye dikiyor ama doğruca kurtuluşa giden yolu bulamıyorum. Her şey gözümün önünde ama ben göremiyorum.

İlerliyorum, nereye gittiğimi bilmeden. Gözüm kararmış bir şekilde sadece gökyüzünü ve gökyüzündeki yıldızları görebiliyorum.

Ah! O yıldızlar. Çok güzeller, neden dokunamıyorum Tanrım? Bir şimşek çakıyor, etraf kısa süreli aydınlanıyor. Şimşeği çoğu zaman fotoğraf makinesinin flaşı gibi düşünmüşümdür. Bu da Tanrının güçlü bir espiri anlayışı olduğunu kanıtlıyor. "Zevk alıyorsun bundan değil mi? Başka pozlar da vermemi ister misin tanrım?" Aklım hayli gidik. Biraz daha ilerledikten sonra batıya yöneliyor ve merdivenin dibindeki demir kapı ile karşılaşıyorum.

Girmeli miyim? Panterler içeride, başlarına bir şey geldi mi? O adamın eline düştüler mi? Düşünmemeliyim. Burada tüm tereddütler yok edilmeli.

Paslı kapı kolunu çeviriyor ve dönüşü olmayan bir yola ilk adımımı atıyorum. Kurşun gibi ağır bacaklarımı dar merdivenlerden yukarı çıkmaya zorluyorum. Yıpranmış, çukurlu, yumuşak tahta basamaklardan yukarı, yıldızlara doğru dönerek çıkıyorum.

Ben tırmanırken görüntüler belirginleşiyor. Şehvetli bedenler kızgın yağmurda kıvranıyor, açgözlü ruhlar dışkı içinde yüzüyor, hainler şeytanın buzlu ellerinde donuyor.

Son basamakları sendeleyerek çıkıp yukarıya vardığımda, gecenin nemli havasından neredeyse öleceğim. Duvara doğru ilerliyor, aralıklardan dışarı bakıyorum. Panterler yok, notları var. "Bizim burada olmamız senin açından tehlikeli olur, ihtiyacın olan her şey burada. Yalnızca gördüğünün ötesine bakman yeterli, Dâreyn."

Gördüğümün ötesi. Gördüğümün ötesi. Gördüğümün ötesi.

Etrafımda dönerken hastalıklı zihnimde yankılanıyordu bu kelimeler. Durdum. Duvar ile kısa bakışmamızın ardından gördüğümün ötesini buldum. Duvardaki küçük bir çıkıntı her şeyi ele veriyordu. Amaç da bu değil miydi zaten?

Sesler aşağıdan yankılanıyor. Yaklaştılar bana.

Durup dinlemeden peşimdeler, yaklaşıyorlar.

Sesler bağırıyor. "Senin yaptığın delilik!"

Delilik deliliği körükler.

"Tanrı aşkına," diye seslendi içlerinden birisi. "Nereye sakladığını bize söyle."

Ben de tam olarak tanrı için söylemeyeceğim.

Şimdi, sırtımı soğuk taşa vermiş, köşeye sıkıştırılmış öylece duruyorum. Bakışlarını mavi gözlerime dikmişler, ifadeleri sertleşiyor, artık aldatıcı değil tehdit ediciler. "Biliyorsun, kendi yöntemlerimiz var. Yerini söylemen yaşaman için bir şans." Yaşarken ölen bir insana yaşamı teklif edemezsin.

Bir anda arkamı dönüp uzanıyor, yüksek çıkıntıya parmaklarımla tutunuyor, kendimi yukarı çekiyor, dizlerime dayanıyor ve ayağa kalkıyorum. Uçurumun başında dengesizce duruyorum.

Boşlukta rehberim ol sevgili Vulcanus.

Beni yakalamak için şaşkınlık içinde ileri atılıyorlar ancak dengemi bozup beni düşürmekten de korkuyorlar. İşte şimdi çaresizlik içinde yalvarıyorlar ama onlara arkamı döndüm. Yapmam gerekeni biliyorum.

Aşağılarda, baş döndürecek kadar aşağılarda kırmızı tuğla çatılar bir alev denizi gibi yayılmış. Bir zamanlar devlerin gürlediği toprakları aydınlatıyor. Leonardo Da Vinci, Dante Alighieri, Giovanni Boccaccio, Caravaggio, Donatello, Brunelleschi.

İyice kenara ilerliyorum.

"İn aşağı!" diye bağırıyorlar. "Henüz geç değil!"

Sizi aptal cahiller! Geleceği görmüyor musunuz? Olacakların farkında değil misiniz? Ahfânın ihtişamını anlamıyor musunuz? Peki ya gerekliliğini?

Bu son fedakârlığı pişman olmadan yapacağım ve aradığınız şeyi bulma ümidinizi yok edeceğim.

Asla zamanında bulamayacaksınız.

Parke taşlı meydan, yüzlerce metre aşağıdaki sessiz bir vaha gibi beni çağırıyor. Önceden zaman kavramını bilmezken şimdi daha fazla zamana nasıl da ihtiyacım var fakat zaman, geniş servetimin bile satın alamayacağı bir şey.

Bu son saniyelerde meydana bakıyor ve beni şaşırtan bir manzarayla karşılaşıyorum.

Yüzünü görüyorum.

Bana karanlığın içinden bakıyorsun. Gözlerin kederli lakin başardığım şey sebebi ile bakışlarında bir saygı seziyorum. Başka seçeneğim olmadığını sanıyorsun oysaki onlarca seçeneğim var. İnsanlık uğruna, başyapıtımı korumalıyım.

Şu an büyüyor. Zamanı bekliyor. Yıldızları yansıtmayan deniz kulağının kan kırmızı sularının altında kaynıyor.

Gözlerimi seninkilerden ayırıyor ve ufku seyre dalıyorum. Bu ağır yüklü dünyanın üstünde son kez yakarıyorum.

Sevgili Tanrım, dünyanın beni günahkâr bir canavar olarak değil, bir kurtarıcı olarak hatırlaması için umut ediyorum. Öyle olduğumu biliyorsun. Ardımda bıraktığım hediyeyi insanlığın anlaması için umut ediyorum. Umutlarımın gerçekleşmesinde bana yardımcı olur musun?

Hediyem, Ezlıandır.

Hediyem, Asimdir.

Hediyem, Tamudur.

Bundan sonra fısıltıyla Vulcanus'a seslenerek boşluğa son adımımı atıyorum.

MARAZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin