Bu yeni hikayem aslında yazalı baya oldu ilk kez burda yayınlıyorum. Umarım seversiniz destekleriniz önemli. İyi okumalar.
Kapıyı çarpıp kendimi dışarı attığımda nereye gideceğim konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Tamam belki vardı. Ama Londra'nın her gün lanetler yağdırdığım yağmurlarından birine denk geldiğim için Thames'ı izleme fikrini daha sonraya erteleyip bara doğru yürümeye başladım. Bar dediğime aldanmayın aslında gündüzleri kapalı havuz olarak kullanılan bölümü var ve oraya açılan bir girişi... Orayı seviyorum içip yüzmek eğlenceli oluyor. Tabii birde bunu Jordan dan gizli yapınca...
Düşüncelerimden barın ışıklarını gördüğümde sıyrıldım. Ceketime daha çok sarıldım ve adımlarımı hızlandırarak kendimi içeri attım. Ciğerlerim alışık olduğum sigara kokusu ile dolunca paketimi taburelere kadar çıkarmamam gerektiğini kendime hatırlatarak sarhoş heriflerin beni ellememesine özen göstererek bar sehpasındaki tabureye kendimi attım. ''Hey Jordan bana her zamankinden!'' diye bağırdım. Jordan başparmağını kaldırıp beni onayladığında ona memnun olduğumu belirten bir gülümseme yolladım. Red bull Votka'mın gelmesini beklerken cebimden sigaramı çıkardım. Yakıp içmeye başladığım sırada Jordan önüme içkimi koymuş bana onaylamayan gözlerle bakıyordu. Karıştırdığım ceplerimin içinden bir miktar para çıkarıp önüne koydum. '' Bakışlarını kendine sakla Jordan canım sıkkın ve dağıtmak istiyorum. Ayrıca git ve bana şu ilerideki şişeyi bana getir.'' Kafasını arkaya çevirdi ve şişelerden birini bana uzattı. '' Sigarayı bıraktın sanıyordum Des.'' ''Demek ki bırakmamışım Jordan. Hem sanane bundan.'' Bir duman daha çekip halkalar halinde geri saldım. Bunu tabiî ki Jordan'ı sinirlendirmek için yapıyordum. Gözlerini devirip yanımdan uzaklaşmaya başladığında bende önüme konmuş şişeyi alıp merdivenlerden inmeye başladım. 'Sadece Personel Girebilir' yazısını umursamadan içeri daldım. Mahzenin içinden geçip havuzun bulunduğu kapıya ulaştım. İçerisi çok sıcak olduğundan üstümdeki ceketi çıkartıp bir köşeye atmıştım. Daha sonra Jordan dan almış olduğum şişeden bir yudum aldım. İçindekinin kırmızı şarap olduğunu anladığımda yüzüm istemsiz olarak buruştu. Sanırım bir gece için idare edebilirdim. Ayağımdaki ayakkabıları çıkarttım ve havuzun kenarına oturdum. Ayaklarımın ıslanması ile oluşan titremeyi görmezden gelmeye çalıştım. Suyun içinde ayaklarımı hareket ettirip buruşmasını izlerken bir yandan da sarhoş olmanın verdiği baş dönmesiyle havuzun içine düşmemeye çalışıyordum. Böyle yaklaşık bir saat geçirdikten sonra kapının aniden kapanması ile yerimden fırladım. İçeri giren çocuk önce bana sonra hemen yanımda duran havuza baktı. '' Ama burası tuvalet değil.'' '' Aslında küçük çocuklar için havuzlarda tuvalet sayılır.'' Sözlerim üzerine bir kahkaha attı ve sarsak hareketlerle yanıma geldi. Pantolonunun düğmesini açtı. ''O zaman buraya işeyebilirim.'' 'HAYIR!'' çığlığım yankılanırken onu soyunma odasına sürüklemeye başlamıştım. ''Birazdan yüzeceğim ve siz bayım buraya işeyebilirsiniz.'' Önümüzde bulunan pisuvarı işaret ettim. Omuz silkip fermuarını indirdiğinde hızla arkamı döndüm. İşemeye başladığına dair ses gelince orda durmamın ne kadar aptalca olduğunu fark ettim. Soyunma odalarının olduğu koridordan çıktım ve bir şezlonga uzandım. Gözlerimi kapatmış dururken adım sesleri ile tekrar gözlerimi açtım. ''Senin gitmiş olman gerekmiyor muydu?'' tekrar omuz silkti ve ''Vazgeçtim'' diye mırıldandı. Yüzümü ona döndüm ve incelemeye başladım... Koyu kahve saçları havaya dikilmişti ve loş ışık olmasına rağmen mavi-yeşil gözleri oldukça belli oluyordu. Sağ kolundaki kocaman kuş dövmesine anlam veremesem de bunun şuan için üzerinde düşünmemem gereken gereksiz bir detay olduğunu anlamam birkaç saniyemi almıştı. Tekrar gözlerine baktığımda onunda beni dikkatli bir şekilde incelediğini fark ettim. Yattığım yerden kalktım ve biraz önce bıraktığım şarap şişesine doğru ilerledim. İçinden bir yudum alıp ona uzattığımda beklemeden elimden aldı. Salak salak etrafımda dönmeye başlayıp tepemizdeki bardan gelen müziğe göre dans etmeye başladım. Belimde hissettiğim el ile arkamı döndüğümde çocuğun mükemmel gözleri ile karşılaştım. ''Beni tanımıyor olman çok tuhaf..'' garip bir yüz ifadesi ile ona baktığımda bir adım geri gitti. ''Kusmayacaksın değil mi?'' kafamı iki yana salladığımda yanıma tekrar yaklaştı. Yukarıdan gelen slow müzik ile elini belime yerleştirdi ve beni kendine çekti. '' Seni neden tanımam gerekiyor?'' sorum karşısında ukala bir takındı. '' Çünkü ben ünlüyüm.'' ''Peki sence ben bunu düşünebilecek halde miyim? Ya da ismini hatırlayabilecek kadar ayık mıyım?'' sorum karşısında bir cevap alamayınca ondan uzaklaştım. Havuza doğru yaklaşırken üzerimdeki bluzu ve şortu çıkarmıştım. Kendimi suya bıraktım ve ona döndüm gözleri kocaman olmuş bir şekilde bana bakarken kıkırdadım. ''Orada öyle dikilme ve gelip benimle yüz.'' Etrafına bakış attıktan sonra üzerindeki T-shirt ü çıkardı. Karın kasları ve göğsünün üstündeki dövmeler nefesimin kesilmesine neden oldu. Kendini havuza atıp yanıma yüzmeye başladığında hala az önceki manzaranın etkisinden kurtulmaya çalışıyordum. '' Ee şimdi ne yapıyoruz Sevgili bayan?'' Tanımadığın bir adamla sadece iç çamaşırlarınla aynı havuzdasın. Bundan daha sürtükçe bir duruma düşebilir miydin? Merak ediyorum doğrusu. Lanet iç sesimin susması gerekiyor. Hem normalde mayoların iç çamaşırından ne farkı var değil mi? Üzerimdekiler sadece dantelli ve belki seksi parçalar. Her neyse. ''İsminizi hala öğrenememiş olmak beni üzüyor leydim.'' Dalga geçer gibi ona baktım. Aslında konuşması beni etkiliyordu. İngiliz aksanı beni hep etkilemiştir zaten. -evet doğru tahmin İngiliz değilim.- ''Bir anlaşma yapalım. Karşıya ilk önce varırsan sana isimi hatta soyadımı bile söylerim.'' Bir süre düşündü. Neyini düşünüyorsa? ''Tamam anlaştık.'' Köşeye yüzdük. ''Hazır mısın?'' '' 3 diyince'' gözlerimi kısıp ona baktım. ''3!!'' ondan önce başlamıştım. Tek nefeste karşıya ulaştığımda kafamı sudan çıkardım. Havuzun kenarına oturmuş bir şekilde onu gördüğümde ağzım bir karış açık bakıyordum. Sırıttı. ''Artık adını söylemek zorundasın.'' Derin bir iç çektim. ''Destine Philippe'' beni tekrar etti. Elimi ona uzattım ve beni yukarı çekmesine izin verdim. Bedenlerimiz birbirine yapışmıştı. ''Memnun oldum Destine. Bende Louis Tomlinson.'' Dudaklarıma sürten dudakları ile mesafenin ne kadar az olduğunu anca o zaman fark edebildim. ''Bende memnun oldum.'' Diye mırıldanıp aramızdaki o kısacık mesafeyi kapattım. Dudaklarımı örten sıcacık dudakları midemin içinde tuhaf bir hisse neden oluyordu. O hisse midendeki kelebekler deniyor canım. Ayrıca sana bir sürtük gibi davranıyorsun demiştim. İç sesimi duymazdan gelip tekrar Louis'in dudaklarına odaklandığımda ağzımın içinde gezen dili beni başka dünyalara götürmüştü bile. Aradan artık ne kadar dakika geçtiyse nefes almak için dudaklarını çeken ben oldum. ''Kalp atışlarını duyabiliyorum.'' Sözleri üzerine gülümsedim. Buruk bir gülümsemeydi. Ellerimi koyduğum çıplak göğsünden çektim. Daha fazla ileri gitmememiz gerektiğinin farkındaydım. ''Gidip duş almalıyım.'' Beni başıyla onayladı. Duşlara doğru ilerledim. Üzerimdeki iç çamaşırlarını çıkarıp sıcak suyun altına kendimi bıraktım. Uzunca bir süre oyalandıktan sonra çıktım. Oradaki havlulardan birini üzerime aldım. Çoktan kurumuş olan çamaşırlarımı üzerime geçirdim ve uzun koridoru geçip tekrar aynı yere döndüm. Ama dakikalar önce öpüştüğüm Louis den bir eser yoktu. Kenarda bulunan kıyafetlerimi giydim ve köşede fırlatılmış bir şekilde durması gereken ceketimi şezlongun üzerinde buldum. Onuda üzerime geçirip geldiğim yolu geri dönmeye başladım. Islak saçlarımı toplamak için ceplerimin içinde toka ararken elime gelen kağıt parçasını cebimden çıkardım. Görüşümü iyileştirmek gözlerimi kısıp kağıdı burnuma kadar soktum.
Seninle tanışmak(!) bir zevkti Destine. Umarım tekrar karşılaşırız. Seni bulmak için çabalayacağım. Bu arada umarım ararsın ve beni araştırma yapmak zorunda bırakmazsın.
Sevgiler Louis
''Numaranı bırakıp çekip gitmek ha Louis seni aramamamı biraz çok beklersin.'' Koridorun ucundan gelen sesle yerimden sıçradım. ''Kim aramanı çok bekler Des?'' ''Seni ilgilendirmez Jordan. Ben eve gidiyorum sonra görüşürüz.'' ''Yani yarın.'' Yürürken arkamı döndüm. ''Her neyse işte.'' Bardan çıkıp eve doğru ilerlerken aklımda olan tek şey o öpücüktü. Böyle bir öpücük almış olmak içimde garip duygulara sebep olsa da yapabileceklerim sınırlıydı. Çekip gitmesi adilikti. Yani bekleyebilirdi. İşi çıkmış olamaz mı? Biri şu sürtüğü susturmalı sinirlerimi çok bozuyor.
Eve ulaştığımda sessiz bir şekilde kapıyı yavaşça açıp içeri girdim. Merdivenlerden parmak uçlarımda merdivenlerden çıkarken neden hala ailemle yaşadığımı sorgulamaya başladım. Fransa'dan buraya gelmek güzeldi. Eğleniyordum. Ama şu tanıştırmaya-daha doğrusu evlendirmeye çalıştıkları- sevgili(!) Raymond Bernard olmasaydı. Her şey yolunda gidiyordu. Bilirsiniz şu zengin aile ortaklarının çocuklarını evlendirip güçlerini birleştirme istekleri. Bunu kim çıkardıysa mezarının üzerinde tepinmek istiyorum. Ama sanırım artık kontrolleri elime almam gerekiyor. Sabah ilk iş Chelsea'yi arayıp onunla yaşamak istediğimi söyleyeceğim. Kesinlikle aile ile yaşamaktan ve onların hergün Raymond hakkındaki saçma övgülerini dinlemekten kurtulmuş olurum. Evet kesinlikle bunu yapmalıyım. Yatağıma ulaşıp kendimi içine üstüne bıraktığımda bir çözüm yolu bulmuş olmanın verdiği rahatlık ile gözlerimi kapattım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Trust Our Love
FanficLouis William Tomlinson ve Destine Philippe birbirlerini nasıl buldukları veya ne yaşadıkları önemli değil. Sadece aşklarına güvenmeliler...