1

67 3 5
                                    

Yavaşça bir süredir tuttuğum nefesimi bıraktım. Yaşadığım kısa oksijensizlik anı yüzünden vücudum bu açığı daha hızlı nefes alıp vermemi sağlayarak kapatmıştı. Yaptığımın bir anlamı yoktu sadece prova ediyordum.

Ölüm anımı.

Sonuçta böyle olması gerekiyordu değil mi? Nefes almayı bırakmam, etrafın kararması ve beni fiziksel açıdan hayatta tutan tek şey olan kalbimin atmayı bırakması...

Ne yazık ki kalbimin durduğu anın provasını yapamıyordum. Bu da ölümümün ne olduğu bilinmeyen kısmı olacaktı. Daha önce hiç kalbim durmadı. Öldüğümde bu bir ilk olacaktı.

Son birkaç haftadır yanıma gelen psikolog -ölümcül hastalığı olan hastalara son zamanlarını huzur içinde geçirmesini sağlaması gereken ama aslında yaptığı tek şeyin karşımda oturup bir dolu boş laf etmesi olan kişi- bunun acısız bir deneyim olacağını söylemişti. Sanki umurumdaydı. Ölümün kendisinin acı verici olmayacağını biliyordum. Bir saliselik bir olaydı sonra... puf. Ölsün. Hayır, ölüm acı verici değildi. Asıl acı verici olan ölüyor olmaktı. Hayatının tüm kalıntılarına, tüm bunlar olmadan önce olduğun kişiye özlemle baktığın anlardı. Sağlıklı, mutlu ve başarılı olduğum zamanlara...

Ama ne yazık ki o kişi sekiz ay önce, bir doktor ofisinde, kendisine ölümcül kanseri olduğu ve en iyi ihtimalle bir buçuk yıl yaşayabileceği söylendiğinde yok oldu. Üstünde durduğu zemin sallandı ve yer çatlayarak sahip olduğu her şeyi dibe gömdü.

Krem rengi deri koltuklarda oturduğumu hatırlıyorum. Fazlasıyla sıkıldığım için doktorumun kafasında ki kel bölgeye odaklanmıştım. Kaba bir hareketti, yapmamalıydım ama kendime engel olmadım. O an orada bir histeri krizi geçirip "Neden?" diye etrafa bağırıp, beni kendimi kaybetmekten alıkoyan tek şey oydu. Otuz iki yaşındaydım ve kanserim vardı. Büyük ihtimalle diğer yaşımı göremeyecektim bile. O güne kadar başardığım ya da uğruna çalıştığım her şey havaya karışıp gitmişti sanki. Hiçbirinin sonunu göremeyecektim. Asla yaşlanamayacak, bir aile kuramayacak ve işimde yükselemeyecektim. Bir geleceğim yoktu, sadece aylarım vardı. Yedi ay öncesine kadar sonu düşünmemiştim. Şimdi ise tek düşünebildiğim oydu. Ne zaman gelip beni vuracağı... Aklımdan çıkaramıyordum. Bazen bu düşünce o kadar fazla geliyordu ki aklımı kaçırdığımı düşünüyordum. Ağlama krizlerine giriyordum. Genelde kendimi banyoya kilitleyip geçmesini bekliyordum. Sonra Dave geliyor, kapıya sakince vurarak "Hadi ama Rach, çık dışarı, lütfen." diyordu. Nefesimi düzene soktuktan sonra anahtarı çeviriyor ve şişmiş gözlerle kendimi onun kollarına bırakıyordum. Elbette bu sadece ilk ayda oluyordu. İkinci ayda beni histeri krizlerimle baş başa bırakmaya karar verdi çünkü elinden hiçbir şey gelmiyordu ve bu onu işe yaramaz hissettiriyordu. Bu yüzden bana bir psikolog buldu. Hislerimi profesyonel birine anlatmanın bana iyi geleceğini söylemişti.

Saçmalıktan ibaretti.

Orada oturup bana umutsuz vakaymışım gibi bakmasından nefret ediyordum. Yardım ettiği filan yoktu. Beni sadece ölümcül bir hastalığım olduğunu ve kurtulamayacağım gerçeğine alıştırmaya çalışıyordu. Ama iyi tarafından bakacak olursak, psikoloğumun başarısız girişimi bana ne yapmak istediğimi anlamamda yardım etti. Burada oturup sonun gelmesini beklemeyi istemiyordum. Önümde kalan zaman, bugüne kadar ertelediklerimi gerçekleştirebilmek için son şansımdı. Bu yüzden kemoterapiyi üçüncü günde bıraktım. Sadece gerekli ilaçları aldım. O güne kadar bankada ki işimde çalışırken ne biriktirdiysem hepsini çektim. Paris' birinci sınıf iki tane bilet aldım. Dave, kemoterapiyi bırakma kararıma pek sevinmedi elbette ki çünkü kemoterapiyle on sekiz aya çıkan yaşam sürem sekiz aya inmişti. Ama ona sefil bir halde daha fazla yaşayabilmek için güzel günlerimi veremeyeceğimi söyledim. Kabullenmek zorunda kaldı. Hem ne yapacaktı ki? Ölen bir kadının isteğini geri mi çevirecekti? Böylece Paris'e giden uçağa atladık ve bir hafta orada kaldık. Tüm sokakları bisikletle gezdik ve her akşam Eyfel kulesine bakarak şampanya içtik. Bu bir gün evlendiğimizde balayımızda yapacağımız bir şey olacaktı ama zaman kalmamıştı.

Son Bir GünHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin