Eskiden varlıklı bir ailenin yaşadığı belli olan 2 katlı, duvar kağıtları yıpranmış ve mobilyaları eskimiş olan bir evde ben ve kardeşlerim yalnız kalıyorduk sadece toplantılar için örgüt üyeleri nadiren bizim eve geliyorlardı. Peki biz nasıl yaşıyorduk, Dünya nasıldı? Dünya tam anlamıyla cehennem gibiydi ancak zenginler ve hükumet için çalışanlar varlıklı bölgelerde yaşayıp karınlarını güzelce doyurabiliyordu, biz ise çaldıklarımızla geçiniyorduk. Çaldıklarımız ise bayat yiyeceklerden başka bir şey değildi ve aramızdan biri hasta olduğunda ise ilaçları bulmak çok zor oluyordu.
Üst katta kardeşlerim Melis ve Berke yatıyorlardı. Bu kötü Dünya'da savaşmamın nedenlerinden biride onlar çünkü Melis henüz 3 yaşındayken ve Berke 2 yaşındayken deneyler başlamıştı ve ardından 1 sene sonra bütün Dünya yıkımdaydı ve onların eski Dünya'nın güzelliğini görmelerini istiyordum.
Ben alt katta salonda kalıp nöbet tutuyordum. Bugünde aynıydı salonda eskimiş koltukta oturup yırtılmış duvar kağıdını izliyordum yavaş yavaş uykum gelmeye başlamış ve bugün yaptığım yorucu işler sonucu çok yorulmuştum. Yavaşça gözlerim kapanmaya başlamış, uykuya hazırlanıyordum ki sıkıca kilitli olan kapı sertçe vurulmaya başladı. İlk önce sadece birkaç serseridir diye düşündüm ancak kapı vurulma sesi inatla devam ediyordu. 1 dakika sonra ise aniden durdu. Bu durumdan şüphelenmiştim sonuçta ses seda olmadan aniden durmuş ve bir daha hiç ses gelmemişti. Gözüm yanımdaki avcı bıçağına kaymıştı ve emin olup sıkıca bıçağı kavradım. Bir yandan deli gibi atan kalbimi sakinleştirmeye bir yandan yavaş ve temkinli bir biçimde kapıya doğru ilerlemeye başladım. Kalbim korkunun verdiği adrenalinle hâlâ çok hızlı atıyordu. Bir an kapıyı açıp açmamak arasında güçlü bir ikilem arasında kaldım ama kapıyı açmamı isteyen taraf daha güçlü çıktı ve hızlı bir şekilde kapıyı açtım ve hızlıca kapıyı kendime siper aldım. Sakin bir şekilde bekliyordum ama sabrım tükenmeye başlamıştı çünkü tam 1 dakikadır bekliyordum artık sabrım tükenmişti ve kimsenin gelmeyeceğini düşünüyordum. Saklanma yerimden çıktım. Anında birisi hızla içeriye doğru koşmaya başladı.
Gelen kişi zayıf, uzun ama bacakları güçlü olduğu belli olan bir kız kapının önüne yığılmıştı. Göğsü hızla inip yükseliyordu, ağzından tek çıkan kelime ise "su" olmuştu. İlk işim kızı salona götürüp kanepeye yatırmaktı . Ardından aceleyle mutfağa gidip su getirdim. Kıza baktığımda garip bir şekilde sadece üstünün kirli olduğunu fark ettim ancak hiçbir yarası yoktu. Dışarısı savaş alanıyken nasıl hiç yara almazdı ki?
Sabaha kadar kızın başında 30 dakikalık sürekli bölünen bir uykuyla duruyordum. Güneş yavaşça doğmaya başlamıştı ve o anki huzur beni alıp uzak diyarlara götürmüştü. Saat 7.05 de Melis ve Berke uyanmış üst kattan yavaş adımlarla iniyorlardı. Sabah yeni uyanmanın verdiği mayhoşluk onlarda çok tatlı duruyordu. İlk önce Melis salona girdi ve şaşkın bir ifadeyle koltukta uyuyan , adını bilmediğim, kıza bakıyordu. Melis sakin ve yavaş bir şekilde ''Abla, koltukta yatan kişi kim ve neden evimizde?'' dedi ancak ben bu soruya karşı ''Dışarıdan eve doğru koşarak içeri girdi bende onu salonda koltukta uzandırdım.'' diyemezdim. Melis bana hala meraklı gözlerle bakıyordu fakat ben hala vereceğim cevabı düşünüyordum. En mantıklı cevap olarak düşündüğüm ''Berke de gelsin kahvaltı yaparken size her şeyi anlatacağım.'' diyebilmiştim.
Saat 7.30 olmuş ve kahvaltı masasına oturmuş evimize giren kız hala koltukta yatıyordu. Söze sakinlikle başlayarak sanki hiçbir şey olmamış gibi devam ettim. Bütün olayı anlattıktan sonra koltukta yatan yabancı ve beklenmedik misafirimiz uyandı. Yavaşça yerinden doğruldu ve etrafına şaşkın bir şekilde bakınmaya çalıştı. Şaşkın bir ses tonuyla ''B-b-ben neredeyim?'' dedi.
10 dakikadır bekliyorduk, hala hakkında bir şey bilmiyorduk ve etrafına sessizce bakıp susuyordu. Her dakika başı sanki bir şey söyleyecekmiş gibi ağzını açıyordu ve tekrar etrafına bakıyordu. Yabancı misafirimiz bir şey demeyince kalkıp kahvaltı masasını toplamaya başladım. Son eşyaları mutfağa koyup geldiğimde Berke yabancı misafirin yanına oturmuş kızın cevap vermemesine rağmen kızla konuşmaya çalışıyordu. Bir süre sonra fark ettim ki kız hüzünlü bir şekilde bakıyordu Berke'ye.
Akşam olmuş Melis ve Berke üst katta odalarında eskimiş ve kırılmış oyuncaklarıyla oynuyorlardı. Misafirimiz aniden konuşmaya başlamıştı ''Ailenden birilerinin hala yaşaması ne güzel, benim ailemin bütün üyeleri ya öldürüldü ya da deneye alındı. Teyzem veya halalarım bile yaşamıyor. Yalnız başıma kalmıştım ve bir serseri gibi yaşayıp deliklerde muhafızlar beni bulmasın diye saklanıyordum. Anlamadığım bir şekilde aldığım yaralar hemen iyileşiyordu. Bir gün sokakta yemek bulmak için gezerken senden bahsedilmeye başlandı ve çok dikkatimi çektin. Usta bir hırsız ve hükumete karşı direndiğini duydum. O günden beri seni arıyordum. Her türlü ipucuyu araştırıp senin yerini buldum ve işte bunlar yaşandı. Rahatsızlık verdiğim için çok özür dilerim bu arada.'' demişti sadece. Bu dediklerine karşı şaşırıp kalmış, ne diyeceğimi bilemiyordum. En mantıklı fikir olarak örgütü evimize çağırıp acilen bir toplantı yapmaktı.
Ertesi gün saat 15.00 da Melis ve Berkeyi odalarına yolladım ve 1 dakika sonra kapı çaldı ve emin bir şekilde kapıyı açtım. Gelenler tahminimin üzerine doğru çıktı, örgüt üyeleri gelmişti. Bizim örgütümüz öyle tahmin edeceğiniz gibi ayin yapan bir örgüt değil. Biz gizli şekilde dolaşan, kimliklerimizi saklayan, hükumeti düşürmeye çalışanlardanız.
Misafirimiz konuşmuştu ancak hala ismini öğrenememiştik ve konuştuktan sonra yine etrafına sessizce bakınmaya devam etti. Üyeler olarak salonda toplandık ve yabancı misafirimizi de yanımıza aldık. Örgütün başkanı öne çıkarak ''İlk önce yabancı misafirimiz adını öğrene bilir miyiz? Demek Bilge. Güzel bir isim. Peki yaralarının iyileşmesi ne zaman başladı ve nasıl iyileşiyor?'' demiş ve Bilge sanki 5 yıldır tanıyormuş gibi güveniyordu başkanımıza ve anlatmaya devam etti ''Ben muhafızlardan kaçarken çok büyük bir yaralanma oldu kolumda ve saat çok geçti. Aklımdan sabah hallederim dedim ve sabah kaldığımda kolum eskisinden daha iyi bir durumdaydı. Bu olay her yara alışımda tekrarladı ve nedenini de bilmiyorum.'' dedi ve başkanın sakin yüz ifadesi yerine bu duruma karşı sert bir yüz ifadesi bıraktı. Yarı emin, yarı emin olmayan şekilde başkan beni başka bir odaya çağırdı. Sanki söze nasıl başlayacağını bilmiyordu, sonunda kelimeler ağzından su gibi akışkan bir şekilde çıktı.
''Artık sana söylemediğim tek kehanet başlıyor Berrin ve bu kehanetin içinde senin ve Bilge'nin çok büyük bir rolü var.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Şans
FantasyDünya'yı kurtarmak için elinizde bir şans var ve o da sizin son şansınız. Siz ne yaparsınız?