Ferruh'in çığlığı, odanın duvarlarında yankılandı.
Ses kulaklarını çınlatmıştı ama yeterince yüksek değildi. Yarısından kalın taşlara nüfus etmediği belliydi. Sırtını soğuk duvara yasladı.
Başını kaldırıp tekrar bağırdı '' İmdaaaaaaaaat! Beni duyabiliyor musunuz kimse yok mu? ''
Son cümle güçlü başladı ama dipsiz kuyuya düşen bir adamın feryadı gibi giderek kısılıp sustu.
Mürekkepten daha siyah bir karanlığın içinde olsa da bunun hiç önemi yoktu. Sanki son gördüğü şeyin gerçekliğini azaltacak, içinde bulunduğu duruma değiştirecekmiş gibi gözlerini sımsıkı kapalı tuttu. Taksidian'ın mutfağına bağlı bir kilerden oraya ışınlanıp, dik duran bir tabuttan sadece biraz daha büyük olan bu odada mahsur kalmıştı tavanda çıkıntı yapan bir taşın üzerinde, bir kutu kibriti bulup birini yakmış, yerin kemiklerle kaplı olduğunu görmüştü. Bunların çoğu göğüskafesleri, belki işleri, kafatasları ezilerek çakılması garanüller ve toz haline gelmişti. Sadece duvarların yakınındaki kalıntılar ne oldukları belli olacak kadar sağlamı, ayaklar bir oda dolusu iskeletin üstünde tepinmişti adeta... Ondan önce mahsur kalan kişi de, orada ölüp çürüyerek kendi kemiklerini eklemeden önce tepinmişti.
Açlık. Havasızlık. Korkunun neden olduğunu kalp krizi.
Böyle bir yerde olsaydı bir düzine ölüm şekli gelirdi aklına.
Etrafındaki duvarlar, kenarları yirmi beş santim küpler halinde kesilmiş ve aralarına tırnağını bile sokmayacağı kadar mükemmelce istiflemiş gri taşlardan yapılmıştı. Üstlerinde oluşmuş veya yere akan rutubet Ferruh'un aklına yeraltı lahitlerini*getirirdi
Drakula'nın şatosu, diye düşündü ve düşüncesine engel olamadan, beyaz yüzlü bir vampir hayal gücünün karanlığında birden belirdi. Nefesi boğazında düğümlendi. Bu küçük odanın içinde bir şey yer mi değiştirmişti? Olmayan bir şey? Başka bir kişi, başka bir şey için yeterli yer vardı.
Kes şunu! Dedi kendine, başkası nereden gelecek? Gerçeğe dön.
