Puslu, soğuk hava..
Uçuşarak döne döne bir göğe bir yere savrulan yapraklar.
Mavisine pek az şahit olduğu gri gökyüzüne yer yer fırçanın ucuyla bir kaç darbelik vurulan haki..
Günün hangi vaktinde olduğunu belli edemeyecek kadar bulutlarla silinmiş güneş.
Ama akşam değil. .
Hayır hayır akşam değil.
Gündüz olduğuna inanmak güç.
Ama akşam değil. .Montunun yakasından yılan gibi sızan ince bir soğuk sırtını keserek inip omuruna varmadan kendi sıcaklığına yenilmişti.
Giren her soğukluk bir diğerini çağırır gibi ardı ardınca aynı güzergahı izleyip her defasında tenini kesince yakasını kaldırıp fermuarını çenesine kadar çekti.
Başını tekrar önüne eğince fermuarın gerdan kısmında katlanıp kabarık görünmesinden rahatsız olsa da sırtını yeniden saran sıcaklıkla omzundan sarsılarak titredi.
Eldivene rağmen kol uçlarından bulduğu aralıktan sokulan inatçı soğuk onu ele geçirmekte ısrarcıydı.
Kollarından süzülerek bedeninin yerlisiymiş gibi kolayca yolunu bulup koltuk altlarından göğsüne yayılarak sarsıla sarsıla titremesine neden oluyordu.
Eldivenlerinin bileklerini kazağına geçirip montunun kolunu iyice indirdi.
Soğuktan daha yavaş ilerlese de sıcak, bedeni yeniden ona kavuşarak şımarıyordu.Ayaklarındaki botları daha yolun yarısına gelmişken ağırlaşarak adımlarını yavaşlatıyordu.
Botları kadar ağırlaşan adımları yavaşlayınca durdu.
Sözünü dinlemeyen evladına kızan anne gibi botlarına böyle olacağını biliyordum kızgınlığıyla baktı.
Böyle olacağını biliyordu.
Bu botlar ile hiçbir zaman yolunu tamamlayamamış, onların götürdüğü yola razı olmak zorunda kalmıştı.
Bu botların ona gelişi dahi bir zorundalıkla olmuştu ki botlardan onun için fazlasını yapmasını bekleyemiyordu.
Her zaman ondan habersiz onun iyiliğini düşünen annesi ona ne istediğini sormadan sıcak tutar faydası ile doğum gününde almıştı bu kar botlarını.
Ne kar vardı ne de mevsimlerden kıştı. Bildiğiniz ekim ayıydı. Ve yaza nispet kışa alkış tutan aslında eylül ile kafayı bozmuş kararsız bir ekim havası sanki şehirde bir tek ona sözünü geçiriyordu.
Bir ekim ne kadar soğuk olabilirse o kadar soğumuş; eldiven, mont ve kar botlarını kendine süngü yapmış boyunun posunun aksine zayıf bünyesine şiddetle iniyordu.
Gün sonu koşusu için yanından geçen tişörtlü şortlu adam ekimin kendisine garezi olduğunu alay edercesine söylüyordu.
Kar botları yüzünden kendisine çevrilen tuhaf bakışlara hesap vermemek için başı eğik yürüyordu.
Ama şu kar botları onu heykel gibi sabitlemişti koşu yoluna.
Adım atacak güç yoktu ayak bileklerinde ama fazlasıyla tuhaf görüntüsü ile koşu yolunda, nefret ettiği halde daha fazla dikkat çekmek istercesine gelen geçenin onu daha rahat görebileceği bir konumda öylece dikilmiş onu bu hale getiren botlarını öfke dolu bakışları ile azarlıyordu.
Hala gidilecek yolu vardı burada duramazlardı.
Ama botları onu dinlemiyordu.
Pazarlığa dahi yanaşmıyorlardı.
Bir kez daha sıcak tuttukları için ağır olmalarına rağmen onları giydiğine pişman olmuştu.
Pişmanlıklarını unutup onları tekrar eden kendisine de kızdı.
Ağır ayakkabı, ağır mont taşıyamadığı halde ve annesi de bunu bildiği halde neden bu olay yine tekrar ediyordu?!
Halbuki kendisi çok iyi biliyordu.
Varlığı ağır olan taşıdıkça mevcudiyetinden daha ağır hale gelirdi.
Bu botlar gibi.
Kendine dert bildiği yürek yükleri gibi.
Omzuna binmiş hayat yükü gibi.
Taşıdıkça ağırlaşıyordu.
Ebediyete veremediği canı gibi.Etrafına bakındı.
Yakınlarda bank olsa da betondan muhtevit oluşu üzerine oturmadan uzaktan bakışıyla dahi içini titremişti.Daha uzaklara bakındı.
Daha iyi bir alternatif olmalıydı.
Gözleri sanki imkansızı arıyormuş da bulamıyormuş gibi başka bir olurunu bulamıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hello Kite 《One Shot》
FanfictionUsanmışlıkla seyrettiği gökyüzünde hala inanmak isteyen can kırıklıkları için gözleri bir kaçış belki bir çıkış ararken bir uçurtmaya takıldı. Mavisi, yüreği kadar solgun Seul'un tavanında kırmızı bir uçurtma, iri göz bebeklerini ardınca dolandırıyo...