Her günkü gibi sabah 8 de lanet olası alarm tüm odayı yankılandırırcasına çalmaya başlamıştı. 1+1 evin her yerini dolduran bir sesle üstelik. Gece yine yoğun geçmiş ve yatağımın sağ tarafı boş duruyordu, her kimse yanımdaki erken kalkıp gitmiş beni uyandırmayı ya istememiş ya da kıyamamıştı. Hemen kalkmazsam işe geç kalma olasılığım yüksekti. Üstüme dolabımdan bir tshirt geçirip yere attığım pantolonumu giyip hemen çıkmam gerekti.
- lanet olsunn
Binanın en üst katında oturup nasıl olur da asansör çalışmazdı ki. Koşar adım indim merdivenleri otobüse zor yetiştim. İşe vardığımda 10 dakika gecikmiştim bile. Büyük bir ithalat-ihracat firmasının büyük bir ofisinde muhasebe elemanı olarak çalışmaya başlayalı 3 yıl olmuştu. İlerden yeni geldiğimi gören 1.78 boylarında tepesi kelleşmiş, göbekli 46 yaşındaki personel müdürümüz ayağa kalkmıştı bile. Öyle ki göbeği ofise kendinden önce girmişti. Çok ilgiliymiş gibi etrafı süze süze yanıma geldi.
- Oooo hoş geldiniz, hoş geldiniz.. Vallahi ne yalan söyleyeyim gözlerimiz yollarda kaldı, bizde nerdeyse tükanı kapatıyorduk malum Üsküdar da akşam oldu..
Bu adama mecbur olmasam aslında hiç minnet etmezdim ama elim kolum bağlıydı, işimden memnun olmasamda en azından hayatımı idame ettirmem için bu iş gerekliydi.
- Özür dilerim bir daha olmamasına gayret edeceğim Faruk Bey.
Yüzündeki o aptal yerine koyan alaycı sırıtışından nefret ediyordum. Yine o alaycı sırıtışla...
- İyi edersin
Dedi ve gitti.Bilgisayarım açılmıştı ve bir mail geldi anında.
- hayallerimi hisset!
Yazıyordu sadece. Anlam verememiştim bu duruma. Şu virüslü maillerden biridir dedim ve kaile almadan sildim bile.iş çıkışı genelde hemen eve geçmezdim önce bir banka oturur İstanbul'u seyreder tüm hayatımı gözden geçirir, bu şehrin binlerce yıldır burada bu güzellikte hep nasıl durduğunu hayretle izler ve bir nevi kendimle bu şehri kıyaslar ve kendimi sorguya çekerim. muhteşem görünen bir boğaz, akşamları ayın yüzüne vurduğu. Karşıda Asya tarafında evlerin cadde lambalarının hatta araçların ışıkları, karşıdan karşıya geçen vapurlar.Ayrı düşmüş ama birlikte yaşlanan iki kıta. Kendimle kıyasladığım da tam olarak buydu. Ayrı düşmüşler. ben bütün geçmişimi orada bırakmıştım. karşıda ve şuan tam karşımda. Bu yüzden di hep derinlere dalmam. boğazın sularına karabatak gibi dalıp çıkmalarım. Huzursuzluk, özlem ve geri dönemeyişler. Aslında yeni hayatıma başladığım yer tam da burasıydı. üstünde Beşiktaş belediyesi yazan tahtadan ve üstüne bir sürü isim ve şiir kazınmış şuan oturduğum bank. bir ara neler yazdığını bile okumuştum hatta en çok hoşuma giden ve beni anlattığını düşündüğüm cümleyi bir kaç yerde de kullanmışımdır "bir insanı aldatmanın en kolay yolu, onu sevdiğine inandırmakmış!" sürekli yediğim kazıkların tek cümleyle açıklamasıydı. işte bu tarz düşüncelerle boğulduğumu hissettiğim an ya bir şeyler içmek için kendimi bara atardım ya da bir kaç arkadaş arayıp buluşma talep eder bahanem de "bir kahve içelim mi?" olurdu genelde. evet yine böyle bir gün ve ben telefonumu cebimden çıkardım isimlerde göz gezdirirken uzun zamandır görüşmediğim hatta hayatıma soktuğum ama asla tanımadığım insanlar ve iş yoğunluğumun da etkisiyle bir türlü aramaya fırsat bulamadığım neredeyse unutmaya yüz tutmuş beni en çok anladığını düşündüğüm arkadaşlarımdan emre nin isminin üstüne geldim ve biraz eski model olan dokunmatik cep telefonumun üstüne bir başparmak hareketiyle dokundum ve nasıl tepki göreceğim konusunda hiç bir fikrim olmadığını düşünürken telefon
-alo, sesiyle açıldı
üste çıkma ya da suçunu bastırma iç güdüsüyle önce ben davrandım
-ooo hayırsız aramasak unutulup arkadaşlık çöplüğüne atılacağız.
-unutulmak mı? seni mi? eğer telefonunun geçmişine bakarsan aramalarıma sıklıkla karşılaşabilirsin, ya whatsapp tan yazıp senin okuyup geri dönmeyişlerine ne demeli?