İğrenç insanların olduğu bu dünya da artık yaşamak istemiyorum. Kızımın yaşadıkları...Kendini bilmez, adam diye nitelendirdiğimiz, hayvan diyerek aşağılayamayacağımız insanlar... Kızım için güçlü durmak zorundaydım. Aradan iki gün geçmişti ama o şoku ne kızım ne de ben atlatamamıştık. Atlatamazdık da zaten...
2 gün önce...
-Saat kaç oldu, hâlâ gelmedi. Telefona da cevap vermiyor. Korkuyorum Halil.
-Ne olacak Ayşegül. Gelir birazdan meraklanma sen.
Saniyeler, dakikaları... Dakikalar, saatleri kovaladı. Gözde hâlâ yoktu.
-Ben polise gidiyorum, kızımın başına kesin bir şey geldi.
-Ben de endişelenmeye başladım. Hadi hazırlan. Hemen çıkalım.
Kapıyı açtığımda Gözde'yi kapıda gördük. Gözde perişan bir haldeydi. Ayakta durmaya gücü kalmamıştı. Gözlerindeki yaşlar kurumuştu... Korkuyla bana sarıldı ve kucağımda bayıldı. Çok korkuyordum.
'Gözde, kızım! İyi misin?' diye sordum hıçkırıklarımın arasından. Ama Gözde cevap vermiyordu. Halil, vakit kaybetmeden arabayı çalıştırdı. Gözde'yi hastaneye götürdük.
Maalesef her şey burada ortaya çıktı. Doktorun söylediklerini duyunca, dünya ayaklarımın altından kayıp gidiyormuş gibi hissettim. Ama güçlü durmak zorundaydım, kızım için... Kızım orada baygın yatıyordu. Nasıl olmuştu bu? Yine her zamanki gibi yemek yemek için onu bekliyorduk. O da eve mutlu bir şekilde dönecekti. Sonra beni ve babasını öpüp, ellerini yıkayacaktı ve yemek masasına gelecekti. Ama bugün böyle olmamıştı. Vahşi hisselere sahip insanlar karşısına çıkmıştı. Benim narin, hayata umutlarla bakan kızımın karşısına...
Gözde, 2 gün hastanede müşahede altında kaldı. Artık yüzü hiç gülmüyordu. Sürekli ağlıyordu. Ona nasıl davranacağımı bilmiyorum.
Kızım 2 gün hiç konuşmadı. Olayı anlatmak dışında ağzını açmadı. Hâlâ da konuşmuyordu. Sessizce yatağına girdi ve uykuya daldı. Kızım için ne yapabilirim diye düşünüyordum fakat kafam o kadar dağınıktı ki... Böyle bir olay nasıl aşılabilirdi, bu iz nasıl unutulabilirdi, yarası nasıl kapatılırdı?
Gözdem, canım kızım... Düşündükçe ağlıyordum. Güçlü durabilmek ne kadar da zormuş... Biriyle konuşmaya ihtiyacım vardı. Ama kimseyle konuşamazdım. Hem konuşsaydım da ne diyecektim ki... Ben de aldım elime kalemi, başladım günlüğüme yazmaya...19.02.16
"Merhaba tek dostum,
Biriyle konuşmaya ihtiyacım vardı. Bende geldim, sana yazmaya başladım. 2 gün önce öyle şeyler yaşadık ki, tahmin bile edemezsin.
Hatta yaşadık değil. O yaşadı. Kızım, Gözdem...
Okuldan çıkmıştı. Yemek için onu bekliyorduk. Ama o gelmedi... Yani, geç geldi ve eskisi gibi neşeyle gelmedi. Geldiğinde perişan bir haldeydi. Bana sarıldı ve bayıldı. Hastaneye götürdük. Tüm her şeyi orada öğrendik. Kızım tek başına kalmış, güçsüz düşmüş. Kendini düşünen bir vicdansız, onu sıkıştırmış. Önce cinsel arzuları için ona yaklaşmaya başlamış, kızım ona karşı koyunca ona daha fazla zarar vermek istemiş. Ağzı, yüzü kan içindeydi. Bacakları ve kolları morarmış, ezilmişti. Adam diye nitelendirdiğimiz o mahlûk amacına ulaşmış, kızıma atlatamayacağı şeyler yaşatmıştı. Ömür boyu izi hiç gitmeyecekti. Her zaman kızıma acı verecekti.
Doktorun söylediklerini duyunca başımdan aşağı kaynar sular boşaltılmıştı sanki. Biz bunu nasıl atlatacağız bilmiyorum.
Halil'e gelirsek... Bu olay beni yıprattığı gibi onu da yıprattı. Gözde'den utanıyor, onun yüzüne bakamıyor. Kendini suçluyor, onu koruyamadığı için kendini suçlu buluyor. O adamı arıyor. Her erkeğe artık şüpheyle bakıyor. Kızımıza bunu yaşatan, herhangi biri olabilirdi, önümüzden geçen herhangi biri...
İşte, olanlar bunlar... Gözde beni çok endişelendiriyor. Nasıl güçlü kalacağım bilmiyorum ama kızım için bunu yapabilmek zorundayım..."
Yine gözyaşlarımı tutamamıştım. Kendimi sakinleştirip, günlüğümü kaldırdım dolabıma. Yemek yapmak için mutfağa girdim. Buzdolabını açtım. Öylece bakakalmışım. Halil'in eve girip, kapıyı örtmesiyle çıkan sesle irkildim. Ne kadardır böyle duruyordum ki? Zamanın nasıl geçtiği anlaşılmıyor dalgınlıktan. Buzdolabının kapağını kapattım.
-Hoş geldin hayatım.
Sesim titrese de güçlü olduğumu göstermek zorundaydım. Onunda güçlü olması gerekliydi... Duygularımı ona yansıtmamalıydım. Ailem için bunu yapmak zorundaydım.
-Gözde nerede?
-Odasında. Uyuyor.
Sessizce odasının kapısını açtı. Kapıdan Gözde'ye baktı. Gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Dayanamadım. Onları öyle görmeye dayanamadım. Yanına gittim, elimi omzuna koydum.
-Geçecek, geçecek... İnan bana bunu atlatabileceğiz.
Bu dediğime kendim bile inanmamıştım. Halil'in gözyaşlarını sildim, o da benimkileri sildi. Kapıyı kapattık ve içeri geçtik.
-Aç mısın?
-Hayır. Gözde yemek yedi mi?
-Bugün de yemedi. Onun için çok endişeleniyorum Halil. Ona bir şey olmasından çok korkuyorum.
-Endişelenme. Benim kızım güçlüdür. Atlatacak ve düzelecek. Yine eskisi gibi gülerken gözlerinin içi parlayacak. Işık saçan o gözleriyle bakacak bize...
-2 gündür uyku uyumuyorsun, Halil. Yatalım mı? Dinlenmen gerek. Gözde için...
-Peki.
İkimizde yattık ama uyuyamıyorduk. Dön dön dön... Sonunda uyuyakalmıştık. Sabah uyandığımızda saat sekizi geçiyordu. İkimizde kalkar kalkmaz Gözde'nin yanına gittik. O uyanmış, boş boş karşıya bakıyordu. İçeri girdiğimizde kafasını bile çevirmedi.
-Günaydın, kızım.
Gülümseyerek ona baktım. Ama o bana bakmıyordu. Tepki vermiyordu. Gözlerim doldu. Ağlamamak için sıktım kendimi. Şimdi zamanı değildi.
-Günaydın, Gözdeciğim. Bugün daha iyi misin?
Babasının sorusuna karşı kafasını hafifçe olumlu anlamda salladı. Sonra kafasını bize doğru çevirdi ve kederli gözlerle babasına baktı. Her zaman babasıyla arasındaki sevgiyi kıskanmışımdır ama bu sefer kıskanmamış, mutlu olmuştum.
Halil'in telefonu çalmaya başladı. Zaten 2 gündür susmuyordu ya... Biz kendimizi mi toparlamaya çalışalım yoksa millete laf mı anlatalım, bilmiyorum! Kötü haber tez yayılırmış diye boşuna demiyorlar. Ne ara duyuldu, kim yaydı bilmiyorum ama bu insanlar çok düşüncesizler! Halil'in 'Sizi dinliyorum komiserim.' dediğini duyunca az önceki düşüncelerimi unuttum bile. Kapıyı kapattım ve Halil'in yanına gittim.
"Kimliğini mi tespit ettiniz?"
"Evet, Halil Bey." dedi komiser. "Kamera görüntüsünden tespit ettik. Ama evde yoktu. Telefonu da kapalı. Olaydan sonra kaçıp, saklandığını düşünüyoruz. Temennimiz yakın zamanda bulunmasından yana. Bilginiz olsun istedik."
"Teşekkürler. Peki, adı neymiş söyler misiniz lütfen?"
"Murat Kılıç."
"Teşekkür ederim."
"Rica ederim. İyi günler."
"Size de."
-Ne olmuş Halil?
-Kimliği belirlenmiş ama kaçmış şerefsiz!
-Adı... Murat Kılıç mıymış?
-Evet.
Sevinsem mi, üzülsem mi bilemedim. Nereye kaçmıştı? Nasıl kaçmıştı? Kim bilir başka hangi canı yakacak, başka hangi aileyi yıkacak...
Kahvaltıyı hazırladım.
"Kuzum, kahvaltı hazır. Hadi iki lokma bir şeyler ye."
Hâlâ tepki vermiyordu.
"Gözde'm, üzme bizi yavrum. Bak baban çok üzülüyor. Onun üzülmesine dayanamazsın ki sen."
Bana baktı ve yavaşça ayağa kalktı. Masaya oturduk. Halil, Gözde için; Gözde, Halil için yemek yiyordu. Ben de onlar için yiyordum. Sonunda ikisinin de boğazından bir şeyler geçmişti. Bu beni ufacıkta olsa mutlu etmişti. Halil Gözde'yi böyle görünce birazda olsa kendine gelmişti. Kıyafetlerini giyip, işe gitti. Biraz zor ikna etmiştim ama sonunda kabullenmişti. Gitmeseydi iyice dağıtacaktı. Çünkü boş kaldıkça düşünüyordu, düşündükçe mahvoluyordu... Babası gidince Gözde'de odasına geçti. Bende masayı topladım. Gözde'ye bakmaya gittiğimde yatağına uzanmıştı. Belki uyur diye kapısını kapattım. Bende mutfağa gittim ve bulaşıkları makineye yerleştirdim.
İşimi bitirdiğimde çok yorgun hissediyordum. Koltuğa uzandım. Halil, 15 dakikada bir arayıp, Gözde'yi soruyordu. Bu daha da yorucuydu. Her seferinde uyuyor demekten bıkkınlık gelmişti artık. Neyse ki daha aramayacağını söyledi, o zaman rahatladım.
Laptopu aldım ve başladım araştırmaya: Türkiye'nin en iyi psikologları.
Prof. Dr. Özcan Köknel, Doç. Dr. Oğuz Karamustafalıoğlu, Prof. Dr. Erdal Işık, Prof. Dr. Aysel Ekşi, Prof. Dr. Engin Eker...
Bunların çoğu erkekti. Kızımın erkeklerle rahat konuşabileceğine emin değildim. O yüzden kadın doktor seçmeye karar verdim. Aysel Ekşi ile ilgili biraz araştırma yaptım. Gerçekten onunla ilgili olumlu yorumlar vardı. Numarasını aldım ve aradım.
"Merhaba, Aysel Hanımla mı görüşüyorum?"
"Merhaba, ben sekreteriyim. Kiminle görüşüyorum acaba?"
"Ben Ayşegül Demir. Kızım için randevu almak istiyordum."
"Anlıyorum. Hangi gün istersiniz?"
"Yarın için olabilir mi acaba?"
"Bir saniye bekleteceğim... Evet, yarın için boş saatimiz var. Yarın 14.00 uygun mudur?"
"Evet uygundur."
"Kaydınızı açıyorum. Kızınızın adı, soyadı nedir?"
"Gözde Demir."
"Tamamdır. 21.02.2016 tarihine, saat 14.00'a kaydınız oluşturulmuştur."
"Teşekkür ederim. İyi günler."
"İyi günler."
Her şey yoluna girecekti. Kızım yine eskisi gibi gülümseyebilecek, hayata umut dolu bir şekilde bakmaya devam edebilecekti. Belki zor olacaktı ama bu olmak zorundaydı...
Akşam için kızımın en sevdiği yemekleri hazırlayacaktım. Mercimek çorbasıyla başladım akşam yemeğini hazırlamaya... O ocakta pişerken şehriyeli pilav yaptım. Biraz etrafı toparladıktan sonra nohut yemeğini yapmaya başladım. Nohudun yapımı da bitmişti. Halil'in gelmesine az kalmıştı. Onu aradım ve ayran almasını rica ettim. Gelirken alacağını söyledi. Bende masayı kurdum. Halil'in gelmesine yakın salatayı yaptım. Elinde ayran ve tatlı poşetiyle mutfağa girdi. Gözlerimi tatlıya dikince, 'Kızım için...' dedi ve gülümsedi.
Gözde'nin yanına gittik, uyuyordu. Onu öperek uyandırdık. Tebessüm ettiğini hissettim. Sanki mutlu olmuş gibiydi ama acısı ağır basıyordu. Yemek yiyeceğimizi, onun en sevdiği yemekleri yaptığımı söyledim. Gözleri parlıyordu, bana teşekkür etmek istiyormuş gibi...
'Önemli değil, afiyet olsun kızıma.' dedim kısık sesle.
Sofraya oturduk. Gözde sırf bizim için hepsinden azar azar yedi ve odasına çekildi. Onun ruh halini bilemiyordum ama tahmin edebiliyordum. Bu yaşadıklarını belki aylar, belki yıllar sonra atlatacaktı ya da belki de hiç atlatamayacaktı...
Halil'in morali yine bozulmuştu. Gözde gidince Halil de odasına çekildi. Bende masayı toparlayıp, bulaşıkları yerleştirdim. Oturma odasını düzelttim ve çamaşırları astım. Sürekli düşünmek çok yoruyordu. O yüzden boş kalmamalıydım. Şimdi de tozları aldım. Evi süpürdüğümde yorgunluktan bayılmak üzereydim. Gözde'ye baktım, çoktan uyumuştu. Sonra Halil'in yanına gittim. Arkasını dönmüş, yatmıştı. Uyumuyordu... Sessizce ağlıyordu. Gözde'nin fotoğrafına bakıp ağlıyordu. Bende yorgunluğun etkisiyle kafamı yastığa koyar koymaz uyumuşum.
Sabah Halil'in uyandırmasıyla uyanmıştım. Bugün biraz daha iyi görünüyordu Halil. Kalkmış kitabını okumuş, telefonundan haberlere bile bakmış. Ben uyanmayınca randevuya geç kalmayalım diye uyandırmış beni.
-Günaydın, canım.
-Günaydın, hayatım.
-Hadi Gözde'yi uyandıralım.
-Tamam.
Gözde'nin kapısına tıklattık ve içeri girdik. Kızım hâlâ uyuyordu.
-Canım kızım uyan artık.
-Günaydın babasının güzeli...
Halil güçlü görünüyordu. Sadece Gözde için...
Gözde yine tepki vermiyordu. Arkasını dönüp bakmadı bile. Onu bize doğru çevirdim.
-Halil!
-Gözdem... Kızım! Neden yaptın bunu?
Odayı bir anda gözyaşları ve keder kapladı. Onu ayıltmaya çalıştık ama kendinde değildi. Nabzı atmıyordu! Tepki alamayınca Halil hemen ambulans çağırdı. Onu ayıltmak için uğraşırken, yatağın altındaki hap kutusunu fark ettik. Hapların çoğunu içmiş. Bu olamazdı... Gözde bizi bırakamazdı. Bunu yapamazdı! Evimize artık sis bulutları çökmüştü.
Halil baygınlık geçirmek üzereyken onu tuttum. "Şimdi olmaz. Kendine gel." Diye fısıldadım ve su getirdim. Suyu içtikten sonra bardağı şifonyerin üzerine koyarken, mektubu fark ettik. Halil başladı okumaya:
" Anneciğim ve babacığım,
Size bunları yaşattığım için çok utanıyorum. Sizi üzdüğüm için beni affedin. Sabah kalktığınızda ben artık hayatta olamayacağım. Bunun için bana çok kızacaksınız biliyorum ama dayanamıyorum. O akşamki olay gözümün önünden gitmiyor. Kalbime bıçak saplandı sanki. O günden sonra nefes alamıyorum. Yaşayan bir ölü gibi hissedeceğime tamamen ölü olmayı yeğlerim. Bu iz hayatım boyunca benimle olacaktı. Ben bu yükle yaşayamazdım. Yaşasam da mutlu olamam zaten.
Sizi üzgün görmeye dayanamıyorum. Ölüm benim ilacım olacak. Ben şimdi mutlu olacağım. Böyle düşünün ve sizde mutlu olun.
Babacığım... Benim için yaptığın her şey için teşekkür ediyorum. Eğer bana bunu yaşatan cani bulunursa lütfen ona zarar verme. Onu adalete bırak. O adama zarar gelirse seni götürürler, annem yalnız kalır. Onu yalnız bırakma lütfen.
Anneciğim... Yemeklerini her zaman anımsayacağım. Lütfen beni sürekli düşünerek hayatınızı mahvetmeyin. Mutlu olabilmek için elinizden geleni yapın.
Ben mutlu olabilmek için ölüyorum. İyileşebilmemin tek yolu buydu...
Sizi seviyorum. Kızınız Gözde Demir..."
"Hayır, tek yolu bu değildi!" diye haykırdım. Gözyaşlarım durmak bilmiyordu. İçimden kalbimi söküp götürüyorlardı... Canım çok yanıyordu. Hayatımın en önemli, en nadide parçası artık yoktu. O artık melek olmuştu...
Canı yanmış, bağrı delinmiş bir halde, Gözde'yi ambulansa götürdük. Bizde arabaya bindik. Telefonumun defalarca çalması üzerine, sonunda yanıt verebilmiştim.
-Alo!
-İyi günler. Ben Psikolog Aysel Ekşi'nin sekreteriyim. Bugün randevunuz vardı, onu hatırlatmak için aradım.
-Randevuyu iptal etmek istiyorum.
-İsterseniz başka bir güne erteleyelim?
-Hayır, istemiyorum.
-Pazartesi için boş saatlerimiz var. Sizin için 13.00 uygunsa...
-Sizin boş saatleriniz olabilir ama benim kızım yok! İyileşmek için farklı bir yol seçmiş!