1

33 1 3
                                    

29 Mayıs 2016
Cumartesi

Her sabah uyandığımda ellerimin bu denli kızarmış ve tırnak iziyle dolu olmasının sebebine yoğun ilgi duyan annem yine yatağımın dibine oturmuş meslek tecrübelerini anlatıyordu. Bir yandan sınav kaygım hakkında öğüt verirken, bir yandan da ellerimin sınavla ilgili olmadığı yönündeki düşüncelerini dile getiriyordu. Ama bu bende bir tür alışkanlık gibiydi. Gece yatarken ellerimi yumruk şeklinde sıkar ve elimde iz bırakırdım. Neden oluyor bilmiyordum.
Üzerime pembe sabahlığımı geçirip yataktan sürünürcesine kalkarken annemin vücudumu inceleyen bakışlarını görebiliyordum.

"İyice kilo verdin, farkındasın değil mi Gece?" diyordu iyice incelmiş bacaklarıma bakarken.

"Anne, bu tarz değişiklerin normal olduğunu kaç kez söyleyeceğim? Ayhan hoca dans provalarının sıklığıyla ilgili olabileceğini söylemişti. Bu kadar umursama."

Cevap vermesini bekleyemeden banyoya adım attım ve üzerimdeki yarı şeffaf sabahlıkla saten geceliğimi yere bıraktım. Sıcak suyun jakuziye akarken havaya verdiği buharları izlerken bir yandan da saçımı açmakla uğraşıyordum. Soyulmuş ojelerimin tırnaklarımı bakımsız göstermesini umursamıyordum, tıpkı ellerimdeki yaraların bana bakan gözlere ne düşündürdüğünü umursamadığım gibi. Aslında genel olarak umursamaz bir insandım. Kendim için yaşıyor, kendim için çabalayıp, kendi hedef ve isteklerim doğrultusunda hareket ediyordum. Genç bir kız ve geleceğin kadını olarak kendi ayaklarım üstünde durmayı böyle öğrenecektim. Düşüp kalkarak, doğruyu yanlışı görerek, birilerinin elime mercek tutup doğruyu göstermelerine gerek duymadan büyümeliydim. Üstelik günümüz şartlarında, güçlü bir kadın olmak, kendi bedenimin, düşüncelerimin koruyucusu, kendi akıl danışmanım olmak zorundaydım. Bunu bana insanlar öğretmedi, ya da toplum. Bunu ben söylüyorum, ben istiyorum. Güçlü bir birey olmayı, ülkemi iyi yerlere taşımayı, geri kalmışlığı, cehaleti, yobazlığı söküp atmak istiyorum. Yıkanmış beyinleri, mitoz bölünen düşünceleri, birbirinin kopyası olan her şeyi yok etmek istiyorum. Ben, yaşamak istediğim yere gitmek değil, yaşadığım yeri yaşanılacak yapmak istiyorum.

Banyodan çıkıp üzerime siyah dantelli bir sütyen ve kot şort geçirdim. Aşağı inip anneme kahvaltı hazırlamasına yardım edeceğimi söylemiştim ama üzerinde çalıştığım bir kısa filmin senaryosu için çalışmam gerekiyordu. Yarışmanın bitmesine çok vardı ama daha senaryo bile hazır değilken çekim aşamasının bitmesi uzun zaman alır diye düşünüyordum. Bu yüzden banyodan çıktığımı belli etmeden odama kaçtım. Resmen yılların psikiyatristine meydan okuyordum, çünkü muhtemelen yapacağım şeyi birkaç dakika önceden tahmin etmişti ve odama gelmek için doğru zamanı bekliyordu. Ya da sadece yalnız kalmak istediğimi anlayıp rahatsız etmiyordu. Çünkü odama gireceğini düşünüp yaklaşık iki buçuk dakika bekledim. Gelmedi. Çekmeceden bir ton kağıt alıp yatağıma oturdum. Kısa filmimin konusunu belirlemiştim ama senaryosu henüz net değildi. Tükenmez kalemimi tüketene kadar yazmakta, çizmekte, denemekte kararlıydım. Kafama koyduğum şeyi yapmadığımda, beynime ihanet ediyormuş gibi hissediyordum. Çünkü bir ömür benim için çalışan beynim, bir kaç kere benden bir şey istese, "Hadi Gece, bunu yapmak zorundasın." dese çok mu? Değil.

Kahvaltıdan sonra annemle yaptığımız alışveriş planını dans provam için iptal etmek zorunda kalmıştım.

"Hocam, bugün önemli bir işim vardı. Zaten her şey hazır. Son provaya gerek duymuyorum ben. Gelmeme gerek yok." diye sinirlenmiştim, son dakikalarda dans provası olduğunu söyleyen Ayhan hocama.

"Bir saat içinde buradasın, bahane istemiyorum. Herkes gelmişken, gösterinin baş rolünün gelmiyor olması saçmalık olur. İşim var Gece, kapatıyorum. Provayı unutma." Beni dinlemeden kapatınca daha da sinirlenmiştim. İnsanların emir vermesi hiç hoşuma gitmezdi. Dans hocam da bunu en iyi bilen insanlardan biriydi. Ve sinirlenmesi, konuşma şeklinin böyle olmasını gerektirmezdi diye düşünüyorum. Sinirle telefonu yatağın üzerine atıp giyinme odama ilerledim. Üzerime beyaz bol bir tişört geçirip tüm çekmeceleri siyah güneş gözlüklerimi bulmak için alt üst ettim. Çantam ve kıyafetlerim hazır olduğunda annemin bakışlarıyla karşılaştım.
"Daha erken değil mi? Biraz bekle, hazırlanayım ben de. Rahat ayakkabı giymem lazım." Anneme söylemeyi unuttuğumu hatırlayıp direkt konuya girdim.
"Anne, provaya gidiyorum ben. Gelemeyeceğim seninle." Hafif bir hayal kırıklığı seziyordum ama elimde olmadığının farkındaydı. Bu yüzden hiçbir şey söylemedi.
" Çok direttim ama dinlemedi. Anne, benim yerime babama sen hediye baksan olmaz mı? Çünkü yarın çıkmaya vaktim olmaz, biliyorsun." Babamın doğum günü için alacağımız şeyler, tüm o sürpriz hazırlıklar suya düşmüş gibi hissediyordum. Sanki annem, ben olmadan halledemeyecekmiş gibi geliyordu. Bu biraz egoistçe bir yaklaşım olabilir ama durum buydu.
Aslında planımız babamın doğum günü için İstanbul'a gitmekti. Oradaki evinde küçük bir kutlama yapmak ve unutmadığımızı göstermekti.
Biz dört yıl öncesine kadar İzmir'de yaşayan dört kişilik bir aileydik. Sonra Kılıç, üniversite için Istanbul'a gidince bu şekilde ikiye bölündük.
"Abin burada olsaydı keşke, beraber giderdik." dedi annem bir yandan üzerini değiştirirken.
"Birine ihtiyacın yok. Sen halledersin." Keyfini yerine getirmeye çalışıyordum. Çünkü bizim için önemli olan bir şeyi iptal etmiştik.

Evden çıkar çıkmaz üzerime dikilen bakışları hissedebiliyordum. Dönüp hepsine ne için baktıklarını sorasım vardı ki, nedenini biliyordum. Kısa şortumun altından görünen uzun bacaklarım onların iğrenç bakışlarıyla eriyormuş gibiydi. İşte bahsettiğim olay da tam olarak buydu. Burayı yaşanılabilir kılmayan şey, insanlardı. Onların kirli düşünceleri, yobaz ve bağnaz karakterleri burayı daha da çirkinleştiriyordu gözümde. Ama umursamak istemiyordum. Gözlerimi sımsıkı kapatıp, etrafı karanlığa bürümek istiyordum. Kocaman bir kara deliğin tam önüme düşmesiyle tüm insanlığın içinde kaybolmasını istiyorum. Her şeyi yeniden başlatmak, yeniden düzenlemek, insanlara düşünme ve sorgulama yetisi vermek istiyorum. Çünkü sorgulamamız, araştırmamız gereken tonlarca şey varken, önümüze konulan her şeye körü körüne bağlanmamız, insanoğlunun en büyük hatası gibi geliyor.

Adımlarımı hızlandırırken bir yandan da Mirza'yı arıyordum. Birkaç dakika geç kalacağımı Ayhan Hoca'ya söylemesi gerekiyordu. Çünkü ona olan sinirimden kendisiyle konuşabileceğimi zannetmiyordum.

''Nerede kaldın?''

''Yoldayım, geliyorum. Biraz geç haberim oldu provadan.''

''Acele et.''

''Hocaya çok trafik olduğunu falan söyle. Öpüyorum.''

''Tamam. Ben de.''

Ayhan hoca, gördüğüm en disiplinli öğretmenlerden biriydi. Asla ders saatlerini aksatmaz, geç kalmaz, geç kalmamıza da izin vermezdi. Muhtemelen gidince güzel bir azar yiyecektim. Yol boyunca bunu düşünmek yerine Amy Winehouse'un sesinin kulaklarımda yankılanması tercihimdi. Çantamdan çıkardığım kulaklığımı çözmeye zaman ayırmadan direkt kulağıma geçirdim ve insanlardan kendimi soyutlamak için gözlerimi kapadım.

GeceHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin