26 Mayıs 2005
Küçücükmüş ellerim o zamanlar, şimdi kendime bakınca anladım. Ne kadar değiştiğimi, büyüdüğümü, olgunlaştığımı... İnsan geçmişe dönüp bakmayınca anlamıyor ne halde olduğunu, ne kadar ilerleme gösterdiğini.
Eski dans videolarımı açıp izliyordum o gün ben de. Videoda 4 yaşındaydım annemin söylediğine göre. Yine Ayhan Hoca vardı yanımda, kollarımı daha yavaş, zarif bir şekilde havaya kaldırmam gerektiğini söylese de çocuktum sonuçta, bir anlam veremiyordum lirik dansın yavaşlığına, zerafetine. Videoyu izlerken deli gibi gülüyordum ve biraz da utanç duyuyordum kendimden.
Video bittiğinde kafamı camdan uzattım ve annemin arabaya doğru geldiğini gördüm. Bugün beni okula her zamankinin aksine annem bırakacaktı. Kapıdan çıkarken aşırı sabırsız oluşuma yenik düşüp koşarak arabaya binmiştim. Annem de arkadan bana dikkatli koşmamı söyleyerek koşturmaya başlamıştı. Elimde annemin telefonuyla eski dans videolarımı izleyip annemi beklemiştim o soğuk, karanlık araba garajında. Niyahet kapının açılma sesiyle kendime gelmiş ve annemin yanağına öpücük kondurmuştum.
''Anne, bugün neden abimle gitmiyorum?''
''Çünkü abin biraz hasta hayatım. Kendisi de okula gitmeyecek. O yüzden bugün görev bende.''
Beraber gülmeye başlamıştık. Hayatımın en masum ve güzel günlerini geçirdiğimi düşündüğüm o zamanlarda oldukça mutluydum.
Kısa bir araba yolculuğundan sonra anneme el sallayıp arabadan indim. Minicik ellerimle kapıyı kapatıp okul binasına doğru koştum. Okul binasından gelen zil sesi nasıl oluyor da her gün aynı saatte çalıyor, herkes duyunca olduğu yerden harekete geçiyor diye merak ederdim hep. Hiç de dinmemişti merakım.
Okula hep abim Kılıç'la gelirdik, onunla dönerdik. O olmayınca okul da boş gelmişti bana. Arkadaşlarım vardı tabii ama beni en çok eğlendiren, güldüren oydu. Hem diğerleri gibi bana küsmüyor, darılmıyordu da. Bana sadece sevgisini aşılıyor, dünyanın en harika abisi görevini üstleniyordu. Bu kadar mükemmel bir insan olabilir mi diye düşünürdüm hep içimden. Hem çalışkan, hem çok iyi bir arkadaş, iyi bir evlat ve benim için de iyi bir abi. Doğum günlerimi kaçırmaz, sürekli harçlığından biriktirip mutlu olacağımı bildiği hediyeler alırdı. O kadar çok seviyordum ki tüm hayatım onunla geçecek sanırdım hep. Doğum günüme birkaç ay kaldığında ona bir not yazar istediğim hediyeyi söylerdim. Bugün o notu yazmayı planlıyordum. Doğum günüme daha var ama para biriktirmesi lazım, öyle değil mi?
Eve gider gitmez ilk iş masasına koştum. Küçük bir kağıda kocaman bir peluş ayı istediğimi yazdım. Sonuna da onu çok sevdiğimi, alamasa bile üzülmemesini istediğimi açıkladım. Kağıdı defterin arasına koyup aşağı indim. Ne kadar heyecanlıydım bilemezsiniz. O gün tek derdim ayının ne renk olacağını tahmin etmekti. Pembe olsa iyi olurdu diye düşünmeden edememiştim.
Akşam yemeği için pizza söylemişti annem. Koltukta yorgunluktan uyuya kalmış babamın yanına gidip yavaşça yanına kıvrıldım ve ona sarıldım. Bebekliğimden beri babamla aramızda çok özel bir bağ vardı. Çoğu baba kız arasındaki o bağdan söz etmiyorum. Bizimkisi bambaşkaydı. Saçları bir erkeğe göre uzundu babamın. Bir kısmı beyazlamış olsa da çok güzel saçları vardı. Oynamaya bayılırdım ben de. Haftasonları ilk işim tarağımı, tokalarımı alıp babamın yanına koşmak olurdu. Dipleri beyazlamış o yumuşak saçlarına özenle dokunur, elimden gelenin en iyisini yapar, ona en düzgün örüğü yapardım. Renkli tokalarımı hiç beğenmese de ses çıkarmaz, mutlu olmam için çok çabalardı. Benim babam, hayatımın erkeğiydi. Hiçbir zaman evlenmeyeceğimi, babamla yaşayacağımı söylerdim insanlara. O da beni çok seviyordu. Bir babanın kızına olan sevgisinden kat kat daha fazlaydı sevgisi belki de. Bazen annemi kıskanırdım, her gece babamın yanında uyuyor, onunla işe gidiyor, onu öpüyor, her dakikasını onun yanında geçiriyor diye.
Yedinci yaş günüme iki aydan az bir zaman kalmış olması aklımdan gitmiyordu bir türlü. Tabi minik ve hırçın bir çocuk ne yaparsa onu yapmıştım ben de. Babamın kollarından kendimi huysuzca çektim ve salonun ortasına geçtim. Suratımı en berbat şekilde asıp ellerimi belime yerleştirdim.
"Benim doğum günüme bu kadar az zaman kalmışken siz bana hediye almak yerine akşam yemeğinde ne yiyeceğinizi düşünmeye devam edin sevgili ailem. Bir gün bu evden gideceğim!"
Söylediğim şeyin saçmalığını yıllar sonra fark edebildim tabii ki. Çünkü sadece yedi yaşına girmek üzere olan minik bir çocuktum.
Aileme olan sinirimi tümüyle aktardıktan sonra aynı bahçeyi paylaştığımız komşumuzun çocuklarına gitme kararı almıştım. Bizim evimiz iki katlıydı o zamanlar ve çok güzel yemyeşil bir bahçesi vardı. Bizim evin bir benzeri de hemen yanındaydı. O da en yakın arkadaşlarıma aitti. Canım sıkılınca onlara gider, ailemle olan sorunlarımı onlara anlatmaktan çekinmezdim. Onlar taşınalı henüz bir sene olmuştu ve ikisi de abimin sınıfındaydılar, yani benden iki yaş büyük. Anne ve babalarını çok görmezdim çünkü benimkiler gibi onlar da çalışıyordu. Ama çocukları dünyanın en iyi insanlarıydı o zamanlar benim için. Biri kız biri erkekti ve annemin söylediğine göre erkek olan evlatlıktı. Adı Mirza idi ve mavi gözleri, açık sarı saçları vardı. Uzun dümdüz saçları alnına düştüğünde çok sevimli oluyordu. Küçükken aşık olmak nedir bilmezdik ama galiba ilk defa aileden olmayan bir erkekle bu kadar yakın ve samimi olmuştum o zamanlar. Galiba o benim için farklıydı. Kız kardeşi İris de onun kadar güzel ve etkileyici özelliklere sahipti. İkisini de çok severdim. İşte bu yüzden o gün de derdimi anlatmak istediğim insanlar sadece onlardı. Küçücük ellerimle kapıyı çarpıp komşumuzun zilini çaldım. Her zamanki gibi bakıcıları açmıştı ve beni gülümseyerek içeri davet etti. Bakıcıyla tek kelime etmeden odalarına çıktım ve onlar oyun odasındayken yanlarına koşup ikisinin arasında bir yere oturdum. İkisine birden sarılıp onlara üzüntümün nedenini anlattım. O kadar masum, o kadar güzeldi ki her şey. Hiç bir karşılık beklemiyorduk birbirimizi teselli etmek, mutlu etmek için. İki dakika sonra bakıcının hepimize birer tane verdiği o çilekli gofret bile yüzümüzü güldürmeye yetmişti.
Saatler sonra eve döndüğümde abim hala odasında, kimseyle konuşmuyor haldeydi. Yanına gidip konuşmaya çalışsam da beni duymazdan geliyor, sert bir ifadeyle yorgun olduğunu söylüyordu. Halbuki tüm gün yaptığı o kokuşmuş yatağında öylece yatmak ve baharatlı cips yemekti. Ben de üstüne gitmemeye karar vermiş ve yavaş yavaş odamın yolunu tutmuştum. Annem ve babama olan öfkemden yanlarına bile gitmeden uykuya geçmiştim. Uyumadan hemen önce düşündüğüm tek şey doğum günümün nerede, nasıl, kimlerle olacağıydı. Tek bir isteğim vardı, o da özel ve farklı olmasıydı. Ve ertesi sabah, ne kırıklıklarım geçmişti ne de acılarım. Minicik ellerim olsa da kocaman bir kalbim vardı benim içimde, istemeden de olsa kırmışlardı işte.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gece
Teen FictionO, daha okuma yazmayı öğrenmeden güçlüklerle baş etmeyi öğrendi. Ona daha hiçbir şey öğretilmemişken, insanların en karanlık tarafları gösterildi. O, daha insanlara konuşmayı öğrenmeden, şiddet görmeyi öğrendi. Elleri minicik bir kız çocuğu hayal ed...