-1-

549K 3.4K 362
                                    

-1995-

"Nicole ısrar etme artık, bunu yapmak zorundayız sen dinlenmelisin ve Emily doktora gitmeli." Yorgun ve tedirgin gözler ile Jordy'e bakıyordum, ona güvenmek istesem de içimden bir ses dikkatli olmam gerektiğini ve bunun altında çok başka şeylerin yattığını söylüyordu. "Hayır! Hiçbir şey için mecbur değiliz, bebeğimi bırakamam bende onunla gideceğim." derken içimde anlayamadığım bir huzursuzluk vardı.

"Nicole sadece değerlerine bakılacak ona hiçbir zarar gelmeyecek söz veriyorum. Doktora gidecek ve geri gelecek, sen yat dinlen ben onun yanındayım hem kimse seni görmemeli biliyorsun bu bebeği kimsenin öğrenmemesi lazım." Haklıydı, her ne kadar içimden bir ses ona güvenmemem gerektiğini söylese de bunu yapmaktan başka çarem yoktu.

"Gideceğiniz doktor güvenilir mi? Medya duymaz değil mi?" Jordy kendinden emin bir tavırla ayağa kalktı.

"Elbette çok fazla, bana güven Nicole kızımızın başına bir şey gelmeyecek ileride çok mutlu olacağız." Duyduklarımın verdiği rahatlık ile bebeğimi onun kucağına verdim, dediği gibi her şey güzel olacaktı ve biz çok mutlu olacaktık.

-2013-

Güzel bir Ağustos sabahının birkaç hafta sonra yerini sonbahara bırakacak olmasını düşünerek gözlerimi açtım, mutluydum, doğum günü yaklaşan hangi insan mutlu olmazdı ki? Zoraki bir şekilde yataktan çıkarak banyoya yöneldim, bugün diğerlerine göre daha yorucu bir gün olacaktı, her şey kusuruz ve güzel olmalıydı.

Su ile adeta oynayarak yüzümü yıkadıktan sonra yeniden odama yöneldim, hazırlanarak çıkmam gerekiyordu. Güzel bir güne gözlerimi açmıştım ve bu güzel günü daha da güzelleştirecek olan biriyle buluşacaktım. Dolabımı açarak karşısına geçtim ve ne giymem gerektiğini düşünmeye başladım, koyu tonda giyinirsem çok iç karartıcı olurdum, pantolon giysem sıcak bir hava için garip kaçardı kesinlikle tıpkı sokaklar gibi yaz ayına uygun cıvıl cıvıl bir şey giymem gerekiyordu. Gözlerim sarımtırak çiçekli elbiseye kayınca gülümseyerek askıdan onu aldım, bir elbise yaz ayının güzelliğini ancak bu kadar iyi ifade edebilirdi. İçime gelen mutluluk ile üzerimi giyindikten sonra aynanın karşısına geçerek kendime bakmaya başladım, uzun bacaklarım ve ince belim ile bu elbiseyi ne kadar iyi taşıdığımı düşünürken kapı çaldı. "Gir."

"Bebeğim kahvaltı hazır hadi salona gel." dediğinde gülümseyerek anneme bakınca içeri biraz daha girerek yanıma geldi.

"Çok güzel olmuşsunuz küçük hanım, nereye gidiyorsunuz acaba?"

"Tatlı bir uğur böceği benimle önemli bir konu konuşacakmış da onun yanına gideceğim." derken annem kaşlarını kaldırarak gülümseyince aynı şekilde bende gülümsedim.

"Artık bu uğur böceği ile tanışmalıyız."

"Bence de." diyerek annemin yanağına öpücük kondurduktan sonra odamdan çıkarak salona yöneldim, bir an önce kahvaltı yapıp gitmem gerekiyordu.

Masaya oturup hızlıca atıştırmaya başladım, acele etmezsem kesinlikle geç kalacaktım. Birkaç şey daha atıştırdıktan sonra masadan kalkarak annemin yanağına öpücük bıraktım.

"Annecim ben çıkıyorum çok geç kalmam." Annem her zaman olduğu gibi içtenlikle gülümsedi.

"Tamam, dikkatli ol bebeğim." derken kapıyı çoktan kapatmıştım. Evden çıktıktan sonra asansöre binmek yerine merdivenlerden inmeyi tercih etmiştim, böylesine mutlu böylesine enerji dolu bir sabahta biraz hareket bana iyi gelecekti.

Yaz sıcağıyla yaklaşan kış soğuğunun arasına yerleşmiş bulutsuz, mükemmel günlerden biriydi. Apartman kapısından çıkarken, gökyüzünün maviliği karşısında donup kaldım. Kafamı kaldırdım ve gökyüzünü ilk defa görüyor gibi, o inanılmaz maviliğe dalıp gittim. Daha önce hiç böyle görmemiştim onu. Eğer iyi anladığım bir şey varsa o da renklerdi, ama daha önce bu tonda bir mavi görmemiştim hiç. Tek kelimeyle inanılmazdı. Bu kadar koyu, bu kadar derin ve bu kadar zengin olmaya hakkı yoktu hiçbir gökyüzünün.

Bugün için, sadece bu mükemmel gün için, cennetle dünya arasındaki pusu incelmiş ve evrenin köşesine her zamankinden daha yakın olduğumu, neredeyse maviliğin içinde kaybolup dünyadan uzaklaşacak kadar yakın durduğumu hissediyordum.

Bunu tekrar yaratabilir miydim? Kafamda renkleri karıştırdım, bir kaçını otomatik olarak eledim. Hayır, beyazı o şekilde karıştıracak olursam çok bebeksi bir mavi elde ederdim. O çeşit bir mavi değildi bu-bu, hayatımda görmüş olduğum en çarpıcı, en 'mavi' maviydi! Kusursuz ve dramatikti. Beni içine çekiyor ve güzelliğiyle büyülüyordu. Her şeyi unutmuş, yüzü yukarı dönük olduğum yerde durdum. Sarhoş olmuş, kendimden geçmiştim.

Sonunda kafamı tekrar aşağıya çevirmeyi akıl ettiğimde gözlerimin kamaştığını hissettim. Güneşe bakmıyor olmama rağmen gökyüzünün tahmin ettiğimden daha parlak olduğunu düşündüm çünkü gözlerim uyum sağlamakta zorlanıyordu. Gözlerimi kırpıştırdım sonrada kıstım, bu eşsiz maviliği bir kenara bırakıp Metroya yürümem gerekiyordu fakat öyle güzel ve çekici bir maviydi ki güzelliği karşısında büyülenmemek elde değildi, gözlerimi gökyüzünden alamıyor ve bir türlü yoluma devam edemiyordum. Nihayet kendime hâkim olup başımı yola çevirdiğimde yürümeye başlamıştım yoksa akşama kadar öylece durup mavinin güzelliğini izleyerek kafamda yeni renkler oluşturabilirdim. Belki de resim çizmenin en güzel yanlarından biride buydu, gördüğün her şeyi resme çevirmek paha biçilemez bir zevkti.

Metronun sıkıcı merdivenlerinden inerken gülümsüyordum, bu güzel hava enerjimi ikiye katlıyor mutlu olmama sebep oluyordu. Metroya tamamen girdiğimde turnikelerden geçerek yürüyen merdivenlerden en aşağı inmeye başladım, bugün burası oldukça kalabalık ve çekilmezdi.

Birkaç dakikalık bekleyişin ardından gelen Metroya koşar adımlarla ilerledim, insanlar adeta savaşa girer gibi koşarak Metroya girip yer kapmaya çalışıyordu. Boş olan bir yere oturduktan sonra çantamdan kulaklığımı çıkartarak sıkıcı gürültüden uzaklaşmak için son ses bir Pablo Alboran şarkısı açtım.

Yaklaşık on yedi dakikalık bir yolculuğun ardından nihayet Metrodan inerek çıkışa yürümeye başlamıştım, basık olduğu kadar havasız ve iç daraltıcıydı. Koşar adımlarla yürüyen merdivenlerle çıktığımda balonun önünde beni bekleyen Uğurcan'a gözüm takılınca gülümsedim, her zaman olduğu gibi beni yine aynı yerde bekliyordu. Gülümseyerek yanına gittikten sonra yanağına bir öpücük bırakınca tepki vermediği için kaşlarımı çatarak anlamsızca ona baktım. "Bir sorun mu var canım?"

Eline uzanmaya çalıştım fakat geri çekilince öylece kalmıştım. "Eylül bak çok uzatmayacağım." Ne demek istediğini anlayamamıştım ki konuşmama izin vermeden devam etti.

"Sen gerçekten harika bir kızsın ama artık olmaz, daha fazla seninle yapamam." deyince biri mideme yumruk atıyor gibi hissetmiştim, bu kesinlikle beklemediğim bir konuşmaydı.

"Ne demek bu?" dediğimde gözlerini devirdi.

"Bu sene istediğim üniversite olmayacak, görmüyor musun çok yıprandık ve benim yüzümden sende kazanamayacaksın." dediğinde gözlerim çoktan yanmaya başlamıştı.

"İyi de bu senin suçun değil ki hem tercihler daha başlamadı bile neden bu kadar çabuk umudunu yitirdin ki? Hem kazanamasak bile yenid..." Konuşmama izin vermeden sözümü yarıda kesti.

"Olmaz, biz birlikteyken bu olmaz, kendim ve ailem için bunu yapmak zorundayım. Bu bizim suçumuz sen bana engel oluyorsun." dediğinde sinirimi daha fazla içimde tutamayarak sesimi yükselttim.

"Ben sana engel mi oluyorum?" Bu kesinlikle bana yaptığı bir haksızlıktı, konuşmasına izin vermeden devam ettim. "Dediklerine inanamıyorum beni nasıl suçlarsın?" Gözyaşlarım hızlanırken kendime bir kez daha kızdım, ben bunu hak etmemiştim.

"Zor günler geçirdiğimi biliyorsun ve bunu bildiğin halde." derken kelimeler boğazımda düğüm olmuştu, derin bir nefes aldıktan sonra yeniden devam ettim. "Değmezsin, senden kesinlikle nefret ediyorum!" Omzundan ittirdikten sonra onu arkamda bırakarak yürümeye başladım, hiçbir şey söylememişti hem ne diyebilirdi ki zaten? Neymiş, hep güvendiğimiz insanlar bizi en derinden yaralarmış. 

EYLÜL (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin