İthaf goes to: bekleyenkiz
Harry taştan basamaklara yönelirken tık-tık sesleri müdürün eski ofisini dolduruyordu. Sonunda basamaklardan birine çöktü. Yüzü solgun ve zayıftı, onu aslında olduğundan daha yaşlı gösteriyordu. Gözlerini sıkıca kapadı ve yavaşça uğuldayan kelimelerin gitmesi için yalvarmaya başladı.
Çocuk ölmeli.
Voldemort'un kendisi bunu yapmalı.
Bu şart.Ölmek zorundaydı...
Bundan daha iyi bir zaman olabilir miydi? Daha önce hiç çabuk ölmeyi dilememişti. Ama çaresizdi. Birçok insan ondan nefret ediyordu şimdi. Akrabalarını kaybetmişlerdi, arkadaşlarını, ailelerini, hatta çocuklarını... Hepsi sadece O, lanet olası bir ünlü olduğu içindi.
Peki ne işe yarıyordu? Hepsi en sonunda ölecekti.
Harry ise...Sonu beklediğinden daha çabuk geliyordu...
Etrafına baktı. Duvarlar boştu, portreler neler olduğunu daha iyi görebilmek için şatonun çeşitli yerlerine gitmişlerdi.
Bir zamanlar içinde Sanpe'in anıları bulunan küçük şişe, çok sıkı tutulmaktan kırılmıştı.
Başka hiç kimsenin zarar görmesini istemediğinden, bir tarafı kendini Ölüm yoluna atmak için hevesli olsa da, küçük bencil bir tarafı da kalmak istiyordu. Burda, dünyada ait olduğu yerde...
Bir geleceği olabilirdi. Bir aile bile kurabilirdi. Tabii eğer Ginny hala onu istiyorsa. Döndüğünde gözündeki sızıyı görmüştü, acıyı...
Ara sıra onu, kendisine özlem dolu bakarken yakalıyordu, ancak o daha göz bile kırpamadan yerini ihanete uğramış birinin öfkeli bakışı alıyordu.
Kapının diğer tarafından boğuk bir hıçkırık gelince, Harry ayağa kalktı. Bir süre düşündükten sonra kapıya doğru yürüdü. Tokmağı tamamen kavradığı sırada kafasına binlerce ses ile doldu.
Her bir ses ona bağırıyor, olanların onun suçu olduğunu söylüyordu. Onun yüzünden öldükleri fikrini öne sürüyorlardı. Bir bebekken ölmeliydi. Belki bunların hiçbiri yaşanmazdı.
Ailesi ona bağırıyordu, annesinin saçları uçuşuyordu, babası sadece dik dik bakıyordu. Yanlarında Sirius vardı, kolları göğsünde bağlıydı ve sanki az önce Azkaban'dan kaçmış gibi görünüyordu. Remus ve Tonks da çok yakınlarındaydı. Harry, Tonks'un hıçkırıklarını duyabiliyordu.
Oğlunu bir daha tutamayacak olması onun suçuydu. Daha bir aylık Teddy'nin kimsesiz olması onun suçuydu. Remus baktı... baktı. Bağırmadı, bunu yerine kırgın kırgın baktı. Bu, bağırılmaktan daha kötü hissettirdi. Sayıları durmadan arttı. Yüzlerce insan vardı. Sesleri çoğalırken, Harry kendini kapıya yasladı.
"Üzgünüm!" Göz yaşları neredeyse süzülecekken fısıldadı. "Çok üzgünüm!"
Bağırışlar devam etti, gürültülü ve daha yüksek sesle. Nerdeyse dayanılmazdı-
"Harry?" tanıdık bir ses onu yalvarmalarından kopardı.
Sesler kayboldu. Sadece tek bir ses kapının arkasından geliyordu ve tam olarak kime ait olduğunu biliyordu. O gidene kadar görmezden mi gelemeliydi? Bu, her ikisi için de daha iyi olurdu...
"Harry, orda mısın?" Sesindeki acı, korkuyla eğilmesine neden oldu. Sesi, onun yüzünden acı doluydu...
Yavaşça kapıyı açtı.
Ginny'nin yüzü onu görünce rahatladı. Kendini çocuğun üstüne attı ve kollarını boynuna doladı. "Ormana gitmişsindir sanmıştım!"
Harry, o zamana kadar onun ağladığını farketmemişti. Hiçbir şey söylemedi, onun yerine kızı iyice sardı. Ginny, çocuğun yüzünü görebilecek kadar geri çekildi. "Ormana gidiyorsun, değil mi?" Bu bir soru değildi. İkisi de bunu biliyordu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
|| It's Almost Time || Hinny One-Shoot
FanficHarry Potter ölüme giderken çikolata gözlere veda etseydi ne olurdu? P.S: Çeviridir