Dükkanın kapısı açıldığında sadece ufak bir zil sesi yankılanıyordu. Dükkan tamamen kahve ve papatya gibi kokuyordu. Dışarıdaki yağmur kokusu ile birleşince ise insan huzur buluyordu.
Yeşil gözlü çocuk kitapların bulunduğu bölüme gitti ve rafları teker teker incelemeye başladı. O rafları inceliyor mavi gözlü çocuk ise onu izliyordu. Onun mükemmel yüz hatlarını kapşonunun oluşturduğu gölgeden ayırıyor ve ezberlemeye çalışıyordu. Yüzünü, sırtını, bacaklarını her bir ayrıntısını tamamen ezberlemek istermişçesine inceliyordu. Hepsini en ince detayına kadar not alıyor ve beyninde bir resmini çiziyor gibiydi.
Kasanın başına başkasını geçirdi ve siyahlara bürünmüş çocuğun yanına gitti.
"Yardımcı olabilir miyim?" çocuk başını kaldırdı ve direk olarak okyanus mavisi gözlerine baktı.
"Uhm, bu kitabın ikincisi var mı?" Elinde tuttuğu kitabı görevliye uzattı. Louis kitabı kenara bıraktı ve karşıda duran kitaplığa ilerledi. Kısa boyundan dolayı parmak ucuna kalkarak çocuğun aradığı kitabı aldı. Sağ tarafına döndüğünde kocaman bir gülümseme ile onu izleyen birini görmeyi beklemiyordu. Utanarak başını öne eğdi.
"İşte burada," kitabı ona uzattı.
"Uh, haftaya Cumartesi dükkanın hemen yanında açık hava sineması var. Kitabın filmini gösterecekler gelmek isteyebilirsin belki." başını kitaptan kaldırıp Louis'ye baktı.
"Olabilir." dedi ve başını öne eğdi ve kasaya doğru yürümeye başladı.
Louis gözlüğünü ve saçlarını düzeltip plakların bulunduğu bölüme gitti. Derin bir nefes alıp verdi. Daha adını bile bilmediği bir çocuktan bu şekilde hoşlanması normal miydi?
***
Louis dükkanı temizlemeyi bitirdi ve kasanın yanından anahtarları aldı. Dükkandan çıkıp kapıyı kilitledi ve anahtarı cebine attı. Çok hafif bir yağmur yağıyordu. Fakat hava soğuk değildi ve yağmur oldukça hoş hissettiriyordu.
Otobüs durağına uğradı ve gelecek otobüsü beklemeye başladı. Karşıda siyahlar içindeki grubu gördüğünde gözleri ile yeşil gözlü çocuğu arıyordu. Sağ tarafta kolunu yanındaki sarışın dövmeli çocuğun omzuna koymuş duruyor ve parmaklarının arasındaki sigarayı içiyordu. Saçları çok güzeldi. Uzun ve kıvırcıklardı. Ayrıca çok yumuşak ve düzgün duruyorlardı. Düzgün bir burnu ve zümrüt yeşili gözleri vardı. Dudakları ince ve pembeydi. Ayrıca oldukça seksi duruyordu. Sarışın çocuk bir şeyler dediğinde kahkaha atmaya başladı.
LOUIS
Sigarasını söndürdü ve yere attı. Bakışları beni bulduğunda sırıttı ve dudaklarını ısırdı.
Tanrım, şunu yapma. Lütfen.
Kolunu sarışın çocuktan çekti ve bakışlarını benden alarak binadan içeri girdi.
Ah, onu tanımayı gerçekten çok istiyordum. Her gün barlarda takılıp binlerce kızla yatan bir tipi biri vardı ki hareketlerinin farklı olduğu da söylenemezdi.
'Lütfen sinemaya gel' içimden kaç kez bunu dediğimi bilmiyordum ama tek isteğim buydu. Sadece ismini öğrensem de olurdu.
Otobüs tam önümde durduğunda kartı şoföre göstererek bindim. Kulaklığımı taktım ve 'karıştır' yerine basarak çıkan müzikleri dinlemeye başladım.
Evin kapısını kapattım ve anahtarlarımı girişe koydum. Evde kimsenin olmadığını kontrol edip odama geçtim. Çantayı kenara koyup dolabımdan pijamalarımı çıkardım. Üstümdekilerden kurtulup pijamaları giydim. Defterimle kalemimi de alıp yatağa geçtim. Defterde bir sonraki boş sayfayı çevirdim. Onun resmini çizecektim. İlk çizdiğim pek güzel olmamıştı. Onu tam görememiştim fakat bugün dolaylı yoldan çıkma teklifi bile etmiştim.
Saçlarını ve yüz çizgisini çizmiştim ama yüzünü nasıl çizeceğimi bilmiyordum. O mükemmeldi. Ben değildim ve mükemmel de çizemiyordum. Yüzünü boş bıraktım ve boynundan çizmeye devam ettim.
Yüzü hep aklımdaydı. Resimlere baktığımda istediğim zaman o yüzü oraya kendim yerleştirebilirdim.
***
Sinemanın hazırlanmasına yardım ediyordum. Gözlerim bir yandan girişte içeri girmeyi bekleyen kişilere bakıyordu. Her zaman giydiği düz siyah kapşonlusu ve dizleri yırtık siyah kotu ile gelmesini ve herkese göstermediği gülümsemesini görmek istiyordum. Gülümsemesi sadece bana özelmiş gibi hissediyordum. Dükkanda sevdiği şeylerin içindeydi, mutlu olabilirdi. Kitaplar, müzik onun tek kaçış noktasıydı belki de. Neden hala o şekilde takıldığını da anlamıyordum. İçkiler ve sigaralar ile kendine zarar veriyordu. Bunları kendine yaptıracak ne tür zorluklar geçirebileceğini düşündüm. Bilmiyordum ama öğrenmek istiyordum. Bana her şeyi anlatabilmesini ve güvenmesini istiyordum.
Hava bulutluydu fakat soğuk değildi. Sinema için ideal bir havaydı. Şezlonglar ve projeksiyon hazır olduğunda Aiden girişi açtı ve insanların girmesini sağladı. En arkadaki şezlonglardan birine oturdum ve onu bekledim.
Sinemanın başlamasına neredeyse 5 dakika kalmıştı. Hala gelmemişti. Kendimi aptal gibi hissediyordum. Onun için aptal olmuştum.
Hırkamın önünü kapattım ve kafamı başlayan filme çevirdim.
***
Önümden biri geçince doğruldum. Kapşonunu çıkardı ve bana döndü.
"Çok bir şey kaçırdım mı?" Gelmişti. Şaşkınlığımı belli etmemeye çalışarak konuştum. "Hayır," sesim fısıldayarak çıkmıştı. "Güzel." dedi ve önüne dönüp filmi izlemeye başladı.
Belki de tüm film boyunca onu izlemiştim. Kapşonunu çıkarmıştı. Saçları o kadar güzel duruyordu ki. Kıvırcık tutamların bir kısmı yüzüne gelmişti. Arada dudaklarını yalıyor ve pembe rengin daha çok ortaya çıkmasını sağlıyordu. 1 hafta önce zümrüt yeşili gözüken gözleri şuan daha koyu bir yeşile bürünmüştü. Gülünce ortaya çıkan gamzelerine baktım. Hep gülmesini isterdim. Çok güzel gülüyordu.
Onu yan profilinden hiç bu kadar yakın ve uzun izlememiştim. Sanat eseri gibi duruyordu. Dünyada yaklaşık 7 milyar insan vardı ve o tamamen eşsizdi. Birinin bu kadar mükemmel olması gerçekçi gelmiyordu. İnsanlar sanat eserlerini izlemek için müzelere giderdi ben ise her cumartesi onu görmek için fazladan işte kalıyordum.
***
Gülümsemeden duramıyordum. Hangisine daha çok sevinmeliyim bilmiyordum; artık sadece cumartesi günleri gelmemesine mi, onu uyurken izleyebilme fırsatını yakalayabildiğime mi?
Kulaklıkları kulağında takılıydı. Dükkanın kafe bölümünde en köşedeki koltuklarda duruyordu. Gözleri kapalıydı ve uyuya kalmıştı. Saçları yüzünü kapatmıştı. Dövmeleri onu asi gösterse de yüzü tüm masumluğunu öne çıkarıyordu.
Dükkanı kapatmam gerektiğinden onu uyandırmak için yanına gittim.
"Hey," omzuna dokundum. Gözlerini yavaşça açtı ve kulaklıklarını çıkardı.
"Uh, dükkanı kapatmam lazım uykunu bölmek istemezdim." dedim ve başımdaki bereyi düzelttim.
Kulaklığını ve telefonunu cebine koyup ayağa kalktı.
''Saat kaç?'' uykulu olduğu sesinden belli oluyordu. Kolumdaki saate baktım. ''Sekiz buçuğu geçiyor.'' Gözlerini ovuşturdu. "Burada başka bir çıkış kapısı var mı?" saçlarını karıştırarak sordu. Normalde çalışanların kullandığı kapıyı gösterdim. Kapıya ilerlerken yanına gittim. Bunu yapmak zorundaydım ve yapmazsam pişman olacak ve bir daha yapacak cesareti bulamayacaktım.
"Ben Louis," dedim sonunda adını öğrenebilmek umuduyla.
"Harry." dedi ve kapşonunu geri takıp koşarak diğer kapıdan çıktı.
Sonunda ismini öğrenebilmiştim. Tanrım, ismi bile fazlasıyla güzeldi.
Oh, bir de şu var, bana gülümsemişti.
>>>
vote ve yorum yaparsanız sevinirim
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Book Shop | Larry
FanfictionHer cumartesi dükkana gelen Harry ve onun için fazladan işte kalan Louis