"Marinette! Ön tarafta yardım lazım." Fırın eldivenlerini kenara atıp garson önlüğünü hızlıca giydim ve eş zamanlı olarak kasa bölümüne geçtim. "Birini fırının başına yolla kurabiyeler pişmek üzere." Elisha küçük bir el işaretiyle Nathaniel'i küçük pastahanemizin mutfak kısmına yolladı. Kasadaki müşteriye gülümsedim, siparişi not alarak arka tarafa seslendim ve kağıdı diğerlerinin yanına koydum. "Ön tarafa üç kuruvasan." Saat akşam yediye gelmek üzereydi, fırınımızın en yoğun olduğu zamandı ve yarım saat sonra kepenkleri kapatacaktık.
Nihayet son müşteriyi de uğurlayıp ön kapıyı kilitledim ve diğerlerinin yanına mutfağa geçtim. Sevimli küçük masamızın etrafında dizilmişlerdi; Elisha, Nathaniel ve Isabel. Minik ailem. Bana açtıkları yere oturdum, arta kalan taze fırın ürünlerini bir güzel mideye indirip kendi halimizde ufak çaplı bir ziyafet çekecektik. Dışarıda fırtınadan hallice yağmur yağıyordu ve gök gürüldüyordu. Odanın içinde yanan loş ışık dükkanın dışından görünüyor olacak ki dükkanın camına iki kez sertçe tıklandı. Dördümüz de birbirimize baktıktan sonra Nathaniel ayağa kalkıp dükkanın ön tarafına geçti, aramızdaki tek erkek ve en yapılı olanımız oydu, ayrıca benim de ev arkadaşımdı. Yerimizden kalkmayıp dönmesini bekledik.
Kapıdaki anahtarın çevrilme sesini açılan kapıyla çalan küçük zil sesi takip etti ve ağır bot sesleri dükkanın içinde yankılandı. Tanıdık bir ses konuşmaya başladı. "Yağmur birden bastırınca hazırlıksız yakalandım, tam da buradan geçiyordum ve içeride ışığı gördüm. Eğer sakıncası yoksa biraz burada durup sıcak bir şeyler yemek istiyorum. Söz çok oyalanmam."
Hemen tanımıştım sesin sahibini, gerçi imkansızdı hatırlamamam tınısına kadar ezberlemişken. İster istemez yutkunarak ayağa kalktım. "Bu akşam pek iştahım yok, yatmaya gidiyorum size afiyet olsun." Diyerek arkamı döndüm. Arka kapıdan yukarıdaki küçük daireme çıkmayı planlıyordum ki Nathaniel'in sesi kulaklarımda çınladı.
"Marinette kasaya bakabilir misin?" İkinci kez yutkundum, eski model kasamızın dilinden bir tek anlayan bendim. Diğerleri ne kadar denerlerse denesinler çalıştırmayı başaramamışlardı. Gözlerini üstümde hissedince ayaklarımı çalıştırmam gerektiğini anladım. Şüphe çekmeme gerek yoktu. Zira onlarla geçirdiğim 5 yılda Adrien ismini ağzıma hiç almamıştım.
Aheste adımlarla içeriye gittim ve başımı yavaşça kaldırdım, kasanın önünde Nathaniel ile konuşuyordu. Aynen anlattığı gibi sırılsıklam ıslanmış ve sarı saçlarının ön kısmı alnına yapılmıştı. Saçlarını en az beline kadar uzatıp ensesinde bağlamıştı, eski güçlü bedeni daha da kuvvetlenmişti sanki. Adımlarımı daha da yavaşlattım, âdeta ayaklarımı yerde sürüyordum.
Kasanın arkasına geçtiğimde boğazımı temizledim ve ellerimi tezgaha koydum. Yüzündeki gülümseme dondu ve önce yeşil gözlerini sonra da tamamen vücudunu bana doğru çevirdi. Koşarak kaçma isteğim körüklenmişti.
Yaklaşık olarak beş dakika, bana bir yıl gibi gelse dahi, boş boş birbirimize baktık. Cevap alamayınca ilk gözlerini çekip Nathaniel'e dönen bendim. "Elisha'ya filtre kahve ve yanına da Galette hazırlamasını söyler misin, şu an elimizde ancak bunlar var." Kafa sallayıp mutfağa geçti. Kollarımı bağladım ve öylece dikildim. Sırtımı ağırlığımı vermeden arkamdaki duvara yasladım. Nihayet dudaklarını araladı.
"Bunca zaman seni aradım ve şimdi şans eseri yağmurdan kaçarken buldum." Bir adım yaklaştı. "En ummadığım anda." Bir adım daha. "Birden bire." Tam tezgahın dibinde durdu, uzansa yüzüme dokunabilecek mesafedeydi. İlk defa onu yakından inceleme fırsatı buldum. Yüz hatları tamamen oturmuştu, hatırladığım gibi değildi değişmişti ama gözleri hâla aynı bakıyordu sanki.