2. Bölüm "YOLCU"

88 5 0
                                    

Arabanın camına kafamı yasladığımda Melih Bey'in gurur duyduğu Opel Mokka'sına geçmesini bekliyorduk. Bu araba annemindi ve şimdi ise üvey babama kalmıştı. Anneme bunun için kızmıyordum. Annem aşıktı. Tek suçu buydu.

Araba çalıştığında 18 yıl yaşadığım apartmana son defa baktım. İçime buraya bir daha gelmeyeceğime dair bir his doğuyordu. Telefonumda "Life is A Highway" şarkısı çalarken derin bir uykuya dalmam gerektiğini düşündüm. Uyumakla uyumamak arasında gidip gelirken telefonum şarjının bitmek üzere olduğu konusunda beni uyardı, bildirimin çıkmasıyla müzik çalmayı durdurdu. Müziğin durmasıyla üvey annemin ve üvey babamın hakkımda konuştuğunu fark ettim. Hemen gözlerimi kapattım ve uyuyormuş gibi yapıp onları dinlemeye başladım.

"Bir de özel üniversiteye gönderelim yılda 30 milyar paramız gitsin, öyle mi Leyla?"

"O kadar paramızın olmadığını biliyorum ama bu çocuğun eğitim hayatı ne olacak?"

"Sence bu gerzeğin okumaya niyeti var mı? Verelim sanayiye ne bok yerse yesin." Üvey annemin sustuğunu fark edince oturduğum koltuğa daha fazla sindim.

Benim acilen bu evden uzaklaşmam gerekliydi.

••••••••••••••••••

"Kalk hadi, geldik." Üvey babamın belime yaptığı hafif baskıyla sıçradım. Araba çoktan durmuş, hava da kararmak üzereydi. Melih Bey bana her zamanki iğrenirmiş gibi tavrıyla bakıyor, bende ona kaşlarımı çatarak bakıyordum.

"Valizleri taşımamıza yardım et."

Dünyanın en ağır valizleri taşımadan önce bagajı kapattım ve yansımamı fark ettim.

Sarı saçlarım dağılmış, yüzümün sol tarafı kızarmış ve biraz iz oluşmuştu. Sinirle yüzümdeki izleri silmeye çalıştım ve saçlarımı düzelttim.

Evlerimizin arası otuz metre bile olmayan karşı komşumuz elinde kırmızı bir tabakla koşarcasına geldi.

"Hoş geldiniz! Daha yeni geldiniz galiba ama olsun. Bunu size getirdim." Bir tabak dolusu mangalda pişmiş tavuğu üvey anneme uzattı.

"Ah, ne gerek vardı canım çok sağ ol." Komşumuz, tabak getirme bahanesiyle kendini bahçe kapısından içeri attı ve bahçedeki sandalyelerden birine oturdu. Üvey annem de onun yanına oturduğunda bu sohbetin en az dört saat süreceği daha başlamadan belli oluyordu. Komşumuzun eşi de geldiğinde hep beraber masaya oturdular.

Valizleri kapının önüne kadar taşıdıktan sonra suratıma sahte bir gülümseme yerleştirip komşularımıza selam verdim ve Melih Bey'in yanına doğru eğildim.

"Sahile gidebilir miyim? Uzun zaman oldu." Melih Bey bana dönüp samimi bir tavırla gülümsedi. Onun gözlerindeki soğukluğu ve yalancılığı sadece ben görebiliyordum. İnsanları ayakta uyutmayı her zaman başarabiliyordu.

"Tabii ki de oğlum." dedi gülümsemeye devam ederek. Komşularımıza iyi bir üvey baba izlenimi vermeye çalışıyordu.

Sahtekar.

Annemi de böyle kandırmıştı, eminim. Halbuki annem onun bu iki yüzlülüğünü fark edecek kadar zeki bir kadındı. Ama adamın bir çeşit yeteneğiydi bu.

Bir an önce iyi bir üniversiteye kapağı atıp bu evden kurtulmalıydım. Muhtemelen şehir dışını kazanıp kendi yoluma bakacaktım ama ne yapacağım konusunda en ufak bir fikrim yoktu. İngiltere gerçekleşmeyeceğini bildiğim tek umudumdu.

Yaklaşık beş yüz metre sonra sahil kenarına vardığımda müzik sesleri kulaklarımı acıtmaya başlamıştı. İster istemez yüzümü buruşturdum. Yürümeye devam ederek denize yaklaştım ve kumların arasına kendimi attım. Tuzlu su ayaklarımı ıslatıyor, batmak üzere olan Güneş, gözlerimi alıyordu.

Kumların üzerinde doğruldum ve denizi izlemeye başladım. Anne ve babamı çok özlüyordum. Annemle hayal kurmayı, babamla yeni yerler keşfetmeyi... Tek başıma atlatmak zor geliyordu. Ne bir kardeşim vardı. Ne amca, ne teyze, ne hala ne de dayı... Tamamen yalnızdım. Korkunç bir hayat yaşıyordum. Korkunç bir geleceğimin olmasından korkuyordum. Ben de her genç insan gibi hayaller kurmayı seviyordum ama gerçekleşmeyeceğini bilerek hayal kurmaya devam etmek... Gerçekten acıtıyordu.

Avucumun içine kumları alıp rüzgara karşı bıraktım ve denizin tersi yönünde ellerimden kayıp uçmalarını seyrettim. Kum taneleri, ruhumun kırıntılarını andırıyordu bana. Ama benim ruhum bu kumdan daha koyu bir renkti. Rengi umrumda değildi. Umrumda olan tek şey, ben de rüzgar estikçe kaybolup gidiyordum.

Adnan Menderes Havalimanı, İzmir

Havanın fazlasıyla sıcak olmasıyla beraber havalimanına gelen insan sayısı da artıyordu. Kimisi yakınlardaki tatil bölgelerine gitmek için uzaklardan geliyor, kimileri ise bu şehri bir süreliğine terk ediyordu. Gelen yolculardan çoğunun uzaklardan geldiği belliydi. Valizlerini bekleyen yolcular, geç kaldıkları için homurdanıyorlardı.

Sadece bir yolcu, gelen yolcu kapısından elleri boş ayrılıyordu. Ne bir valizi vardı, ne de bir sırt çantası... Havalar hala sıcak iken insanlar bakışlarını baştan aşağı siyah giyinmiş genç kızın üzerinde gezdiriyorlardı. Uzun siyah bir pantolon, omuzlarını açıkta bırakan, uzun kollu bir bluz ve siyah güneş gözlükleri ile havalı görünen genç kız, uzun koyu kahverengi saçlarını sıkı bir at kuyruğu yapmıştı. Açıkta kalan cildini gören insanlar, onun cildinin nasıl bu kadar pürüzsüz ve parlak olduğunu merak ediyorlardı. Bu yüzden yanından geçip giden insanlar, genç kıza dönüp bir daha bakmayı ihmal etmiyorlardı.

Genç kız otopark kısmına geldiğinde gözüne ilk kestirdiği siyah renkteki Volkswagen Tiguan'a ilerledi. Arabanın anahtarsız çalıştığını bildiği için bu arabayı seçmişti. Şimdi ise nereye gitmesi gerektiğini biliyordu. Ve de kimi bulması gerektiğini... Yaklaşık 90 kilometre yol gidecekti ama en fazla 1 saate istediği yere varacağına emindi. Soğukkanlı bir ifadeyle arabayı çalıştırdı ve havalimanından ayrıldı. Onu polis çevirdiğinde göstereceği bir ehliyeti hatta kimliği bile yoktu ama bu, onun umrunda bile değildi. Daha önemli işleri vardı. Anayola çıktığında arabaları sollayarak ilerledi. Gün batmak üzereydi. Muhtemelen oraya vardığında hava kararmış olacaktı ama bunu da önemsemiyordu.

Navigasyona ihtiyacı yoktu. Yolunu biliyordu. Gözleri trafiğin akışını takip ediyor, arabayı sanki bir profesyonelmiş gibi kullanıyordu. Ona korna çalan insanlara anlam vermiyordu. Dikkati dağılmıyordu. Korkmuyordu. Her şey hesapladığı gibi ilerliyordu. 1 saatin sonunda beklediği tabela gözüne çarpmıştı.

"Kuşadası'na Hoş Geldiniz!"

YAPAY ZEKA: LENKA PROJESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin