Londra'ya döndüğümde kendimi daha iyi hissediyordum. Zaten evde olmak hiçbir zaman düşündüğüm gibi hissettirmezdi, o yüzden bunu artık tek yapma sebebim annemdi. Kendi kararlarımı vermemi kaldıramayan ve evden ayrıldığım günden beri beni fazlalık olarak gören babam ise ben geldiğimde eve bile uğramazdı.
Duştan çıktığımda çalan telefonu duyduğumda havluma dolanarak odama yürümeye çalıştım. Yatak kenarına çarptığım ayağıma küfrederken ise arama sonlanmıştı. Acı katlanılmaz değilse de kendimi bu acıya teslim etmiş ve yatağa atmıştım. Komodine uzanıp telefonu aldığımda ekrandaki on üç cevapsız çağrı bana gülümsüyordu. Gözlerimi devirerek onu geri aradığımda beni nefes nefese bir halde cevapladı.
"Hey! Neredesin? Yani deminden beri? Çünkü kaç kere aradığımı bilmiyorum. Ayrıca Londra'dasın değil mi? Geldin yani?"
"Sorduğun için teşekkür ederim, Ashton ben de iyiyim. Yani iyi sayılırım çünkü telefonuna koşarken ayak serçe parmağım ve yatağımın kenarı öpüştü ve-"
"Evde misin?"
"Tanrım! Evet, bu hafta sonu döneceğimi söylemiş-"
"Biriyle buluşmam gerek, o yüzden telefonumu almaya geliyorum."
Kaşlarım çatılırken yerimde doğruldum.
Ashton ile son zamanlarda konuşmaya devam etsek de biraz daha kendimi çektiğimi itiraf etmeliydim.
O, insana renk veriyordu. Kendi enerjisini onunla yüz yüze olmadan bile bana geçirebiliyor, iyi hissetmemi sağlıyordu. Onunla bir şeyler yaşamayı istesem de... Onun böyle biri olmadığını anlamam uzun sürmemişti. Çünkü birbirimize benziyorduk. Birine bağlanabilecek kadar romantik değildi. Sanki ruhu her yere dağılabiliyordu ve yaşayabilmesi için özgür olması gerekiyordu.
Onunla her konuşmamdan sonra üzerimden atamadığım mutluluğun etkisinin de bundan kaynaklandığını biliyordum, sanki ruhunun bir parçasını bana dokunduruyordu. Ona kapılmamam elimde değildi, onu keşfetmeyi sevmiştim.
Şu anki davranışlarını ise tam olarak anlayamamıştım.
"Saçmalama, numarasını istemen yeterli. Benden ulaşabilirsin..."
"Kaçıncı katta oturuyorsun?"
Beni dinlemiyordu bile. Sorusunu algıladığımda istemsizce havluma sarıldım. Kendi kendime gözlerimi devirdiğimde Ashton cevap bekler bir ses çıkardı. Yine de tepki göstermeden duramamıştım. "Yok artık. Buraya gelmedin herhalde."
"Navigasyon sadece apartmanını bulmamı sağladı. Kaçıncı katta oturduğunu söyler misin artık?"
Katı söylediğimde suratıma kapattı ve ben bir süre boyunca hareketsiz durdum. Kafam karışmıştı, onun bu kadar acelesi olmasını anlamamıştım. Ayrıca biz daha önce görüşmemiştik bile, yani en azından kasıtlı olarak, ama şimdi her kiminle buluşacaksa telefonu neden önemliydi?
Düşüncelerim kapının çalınmasıyla bölündüğünde gözlerim şokla açılmış ve onun şu an kapıda olduğunu algılamaya çalışan hücrem kafayı yemişti.
Havluylaydım! Bir şeyleri algılamayı atladığım kesindi en azından.
Kapıya doğru geldiğimi seslenip altıma bir eşofman geçirdim ve yürümeye çalışırken tişörtümü giydim. Kafamdaki havluyu bir hamlede çıkardığımda taranmamış saçlarım omuzlarımdan dökülerek hemen ıslaklıklarını hissettirmişlerdi.
"Heey!"
Yeniden çalınan kapıya gözlerimi devirip havluyu koyacak yer bulamadığımdan koltuklara doğru attım ve dönüp kapıyı açtım. Hızlı hareketlerimden dolayı aldığım derin nefesler kendilerini tamamen koy verdiğinde bir küfür mırıldandım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ash'es [Irwin]
Historia CortaEkranı kaplayan duvar kağıdıyla göz göze geldiğimde ise sırıttım. "Selam Mikelenjelo. Seni diğer ninja kankalarından kim ayırdı?"