Cemre'ye endişe dolu baktım.
-Ben: Annem karakola gitmez değil mi?
-Güney: Eylül saçmalama tabiki de gidecek, annem bu. Adam Türkiye'ye kadar seni takip etmiş. Bak bekliyorum hâlâ. İyi ben söylemeye gidiyorum.
Güney gitmişti. Cemre'yle tek kalmıştık. Olacakları bekliyorduk. Aradan beş dakika falan geçti. Alt kattan annemin "Ne diyorsun sen Güney" diye bağırma sesi geliyordu. Babamla annemin merdivenlerden çıkış sesini duyabiliyordum ve kapı açıldı. Annemle babam endişe dolu bana bakıyorlardı. Yanlarında Serkan ve Güney de vardı.
Babam: Bunu bize nasıl söylemezsin? Ya sana bir şey yapsaydı?
Annem: Kızım sen bizi delirtecek mısın yavrum?
Ben: Ya bana ne kızıyorsunuz benim suçum ne?
Güney: Ne demek suçun ne? Böyle bir şeyi bizden nasıl saklarsın?
Annem: Yürü karakola gidiyoruz. İfade vereceksin o pisliği tutuklattırıcam.
Eylül: Öff iyi tamam!
Evden çıktık. Altı kişi arabaya bindik. Gerçi araba büyüktü. Arabada Cemre ile mesajlaştık. Mesajda bunlar yazılıydı:
Ben: Güney dinlemese şaşardım zaten. Her şey onun altından çıkmıyor mu?
Cemre: Aynen ya. Çok gıcık.
Ben: Ve tipsiz.
Cemre: Aslında o kadar da tipsiz değil, yakışıklı bile.
Ben: Ooo anlayalım.
Cemre: Saçmalama benim Gökhan'ım var bir kere.
Ben: Bu arada sen beni ne zaman şu kalbinin sahibiyle tanıştıracaksın?
Cemre: Bilmem haftaya tanıştırırım belki.
Ben: Yarın olmaz mı?
Cemre: Şu bir haftayı sana ayıracam.
Ben: Olur kankacığım.
Araba durdu. Karakola gelmiştik. İndik aşağıya şikâyet dilekçesini verdik. Robot resmini de çizdirdik. Nihâyet işimiz bitmişti. Eve geldik. Cemre'yle hemen odaya çıktık.
Ben: Şu Serkan da ne yüzsüzmüş hâlâ gitmedi. Güney'le artık ne yapıyorlarsa?
Cemre: Dedikodu yapıyorlardır.
Ben: Demek Güney çekirdek almak için sürekli mutfağa gidiyordu.
Uzun süre bakıştık ve müthiş bir kahkaha attık. Yemeğe çağrıldık. Merdivenlerden hızlıca aşağıya indik. Yemekte Cemre'nin de benim de en sevdiğimiz yemek makarna ve pirzola vardı. Afiyetle yemek yiyorduk. Beni rahatsız eden tek şey Serkan'ın bakışlarıydı. Çocuk karşıma oturmuş beni izliyordu. Cemre'yi dürttüm ve başımla Serkan'ı gösterdim. Cemre de anlamamış gibi baktı daha sonra "Hee..." diyerek anladığını belirtti. Akşam yemeğimiz biter bitmez yukarı, odamıza çıktık.
Ben: Ya gıcık oldum sürekli beni izliyor.
Cemre: Eylül yoksa bu Serkan sana yürüyor olmasın? Valla ben olsam çıkardım çocukla sonuçta çocuk yakışıklı.
Ben: Ay Cemre saçmalama ya.
Cemre: Ben şimdiden sana söyleyeyim dedim.
Ben: Aslında yakışıklı çocuk, böyle masmavi gözleri var, sapsarı ç, güneş gibi saçları var.
Cemre muzip muzip gülüyordu
Ben: Ama gıcık!
Cemre: Hıhı. Kesin öyledir.
Ben: Of seninle mi uğraşacam?
Cemre: Uyu o zaman.
Ben: Uykum yok ki.
Cemre: Doğru ya Amerika'da saatler farklı. O zaman sabahlayalım.
Eylül: Tamam.
İki saat kadar sohbet ettik. Cemre uyuyakaldı. Ben doğal olarak uyuyamıyordum. Sabaha kadar Serkan'ı düşünüyordum. Güney'in instagram'da takip ettiği kişilere girdim. Çocuğun soyadını bilmediğim için sadece "Serkan" yazdım. Allah'ım ne kadar da fazla Serkan'ı takip ediyormuş. Hepsinin profiline baktım ve sonunda aradığım Serkan'ı buldum. Soyadı "Özgün"müş. Ne kadar da güzel bir soyadı benim ismime de çok yakışıyor. "Eylül Özgün" Acaba biz olabilir miyiz? Yok ya. İmkânı yok. Neyse kapatayım konuyu. Neyse ben dünya yakışıklısı Cameron Dallas'ı düşüneyim. Olmuyor, olmuyor! Bu karmaşık düşüncelerle sabah oldu. Cemre'yi uyandırdım.
Cemre: Saat daha altı!
Eylül: Cemre bana bir şeyler oluyor.
Cemre: Ne oluyor? Korkutma beni.
Eylül: Ben galiba Serkan'a aşık oluyorum.