1

46 2 3
                                    

Soğuk bir Ankara sabahına uyanmıştık. Camımı açtım ve ciğerlerimi oksijenle doldurdum, sanki oksijene hasretmişcesine.
Alarmım çalmadan kalkmıştım, açıkcası uykum vardı ve uyumak istemiyordum. Annemin hadi Serena demesiyle bi anlık sıçradım. Dolabımı açıp havada uçuşan toz taneciklerine baktım. Dolaptan bir kazak ve pantolon aldıktan sonra hızlıca giyindim. Banyoya saçlarımı yapmaya gittiğimde fark ettim ki tüm ev ahalisi benden erken kalkmıştı. Hızlıca elimi yüzümü yıkadım, dişlerimi fırçaladım. Saçım düz olduğu için hiç sıkıntı çekmeden güzel bir at kuyruğu yaptım ve sıkıca topladım. Evde kimse kahvaltı yapmazdı çünkü kimsenin zamanı olmazdı. Genelde annem çalıştığı için kendime ve kardeşime ben yemek yapmak zorunda kalıyordum. Ketıldaki su kaynayınca, termosa biraz kahve koyup üstüne suyu ekledim. Botlarımı hızlıca giydim. Üzerime benden azıcık büyük olan montumu geçirdim ve evden çıktım. Bugün araba yerine yürümeyi seçtim. Gene hava sert bir şekilde soğuktu.

Ankara ayazıyla meşhurdur. Aslında şehir olacaksan Ankara olacaksın. Çünkü Ankara'da bahar diye bir mevsim yoktur. Şöyle ki ilkbaharın ortalarına kadar üzerinize kazak, mont türü şeyler giyersiniz. Öbür türlü totonuz donar. Bahar sonlarına doğru açılıp saçılırız genelde. Ama işte o da çok değil. Her şeyi yavaş yavaş alıştırarak olur Ankara'nın. Son baharı daha da güzeldir. Kuğulu park, Güven park çok güzel olur sararmış yaprakların arasında. Denizi olmasa da güzel olmayı başarmış bir şehir Ankara.
Kışı çok yamandır Ankara'nın. Sert soğuk olur Ankara kışın. Bu havaya alışmak için bir kaç yıl yaşamanız gerekir Ankara'da. Zira zatüre, soğuk algınlığı, pinomoni gibi çeşitli hastalıklara yol açabilir. İyi korumanız gerekir kendinizi. Burası güzel bir şehir. Denizi yok, evet ama bizim de yaşamak için suya ihtiyacımız yok. "Allah'ın çölü işte, övüp durma!" der gibisiniz. O çöl benim bütün çocukluğum, gençliğim ve de geleceğim olacak. Buradan ayrılma fikri bile artık çekilmez bir sancı gibi can yakıyor.

***

Öğle arası yemek için sevgili kankam Doğa'yı bulmaya çalışıyordum. Açıkcası önüme bakmadan yürüyordum. Ve bir şeye çarptım. Sert ama yumuşak bir şeye. O şey;
Mert Yılmaz!
Okulun asi, zengin, yakışıklı çocuğu. Benim ilk duygularımın katili!
"Önüme bakmıyordum. Kusura bakma."
diyip yoluma devam etmeyi umuyordum ki
"İşte. Serena bu işe uygun. Hey Serena sana birşey sormam gerekiyor."
Bana ne sorabilirsin ki Mert Yılmaz, sen bana ne sorabilirsin?
"Ayris'i biliyorsun. Eski kız arkadaşım. Duymuşsundur, beni aldattı."
Ayris Mert'i aldatmış mıydı?
"Ama çok iyi bir ilişkiniz vardı. Niye böyle birşey yapsın ki?"
"Sen orasını bilmesende olur. Sana red edemeyeceğin bir teklifim var." Dediğinde açıkcası korkmuştum.
"Serena benimle numaradan çıkar mısın? Evet bak ani oldu biliyorum ama şuan Ayris'i sadece sen kıskandırabilirsin. Bana yardım edersen çok sevinirim. Açıkcası çok eğlenebiliriz. Hem belki bu sayede çok daha yakın arkadaş olabiliriz. Ne dersin? Bu işe var mısın Serena?"
Donuk bir şekilde ona bakıyorken. Birden beni kendine çekti ve yanaklarımdan birine masum bir öpücük kondurdu. Ne olduğunu anlamam çok zaman almadı. Ayris sınıfından çıkmış koridorda yürüyordu. Göz göze geldik ve başlamamış bir savaşın zaferini kazanmış gibi sırtmaya başladı. Ve o sahte sarı saçlarını savurarak arkasını döndü.
Sevgili Ayris Özkul, başlatmaman gereken bir savaşın küllerini yaktın. Evet, sanırım Mert'in teklifini kabul edecektim.

ÖLÜM OYUNUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin