-Demek birbirinizi seviyorsunuz dedim. Sevin tabii. İnsan birine bağlanma gereği duyar. Yalnız yaşayamaz. Yalnızlık Allah'a mahsus. Bana sorarsan ben sevgiye zerre kadar inanmıyorum. Gökkuşağına inanmadığım gibi. Yağmurun iç ferahlatan, toprak kokusunu ciğerlere dolduran damlalarının ardından, tüm evreni avuçlarına doldururcasına ihtişamla doğar. Hemen ardından da "senin için gelmedim" der gibi yok oluverir. İşte, gökkuşağına ne kadar inanıyorsam iki kişi arasındaki bağa da o kadar inanıyorum.
Kafamı kaldırıp Aziz'e baktım. Tuhaf bakışlarla beni süzüyordu. Alnında biriken ter damlacıkları benimle ilgilenmediğinin göstergesiydi sanki. Demir parçasını olanca gücüyle dövüyor, ona yıllardır aradığı ve bir anda karşısına çıkan ezeli düşmanı gibi davranıyordu. Bir aralık elini alnına götürüp seslendi:
-İki çay söyle.
Sigaradan son nefesi çekip yere attım. Ayaklarımla çiğnerken az önce söylediklerimi düşünüyordum. Onları da yerdeki dal parçalarının arasına fırlatmışım gibi hınçla ayağımı savurdum. Kahveye doğru yollandım.
Sokaklar insan kaynıyordu. Nereye gittiklerini bilmediğimiz karınca sürüsü gibi bir oraya bir buraya dönüp duruyorlardı. Sağımdan, solumdan çarpa çarpa geçenlere ters ters baksam da hiçbirinin umurunda değildi. Elbette özür beklemiyordum ama en azından bakışlarımız rastlaşabilirdi. Kafamızı hafifçe eğip, selamlaşarak yolumuza devam edebilirdik. İç çektim. İnsanlardan bir şey beklemediğim halde ara sıra beynime hücum eden bu düşüncelerden nefret ediyordum. Adımlarımı sıklaştırdım.
Kahvehane her zaman ki gibi dumanaltı manzarasıyla karşıladı. Günde bir paket içsem de bu ağır havaya bir türlü alışamıyordum. Her masa ağzına kadar doluydu. Okey oynayanlar, kağıtların adil dağıtılmadığından şikayet edenler, çayı su gibi tüketenler sıra sıra dizilmişlerdi. Kimsenin beni fark etmemesine aldırmayarak ocağa gidip iki çay istedim. Ahmet abi çevikleşen elleriyle çayları dolduruyor, bir yandan da bana laf yetiştiriyordu.
-Aziz'den ne haber? Evlenecek diye duydum.
-Öyle söylüyor ama parayı denkleştiremedi henüz.
-Allah yardım eder elbet, yeter ki niyeti sağlam olsun.
-Hı hı.
-Sen?
-Ben ne?
-Sen düşünmüyor musun? Askerden geldin, işin de var. Helal süt emmiş bir kız bulalım sana da.
-Yok sağol.
-Ne o. Sevdiğin mi var yoksa?
Küfür etmiş gibi sinirlendim, gözlerimi üzerine dikip dişlerimin arasından tıslayarak konuştum:
-Bunu da nereden çıkarıyorsun? Yok öyle bir şey. İyiyim ben, karışmayın siz.
Havluyu ocağın kenarından alıp omzuna attı. Çay tepsisini sallayarak yanımdan geçerken söylendi:
-İyi be, sanki kötülüğünü istedik. Ne halin varsa gör.
-Çayları Osman'la yolla, ben gidiyorum.
Kahvenin kapısını sertçe çekip çıktım. İlla insanın kalbinde birisi mi olmalıydı evlenme adaylarını reddetmek için. İstemiyordum işte, onların ki gibi makine misali evde harıl harıl çalışan, akşam ne yemek yapacağını, çocukların beslenme çantalarına ne koyacağını düşünmekten başka bir şey yapmayan kadınlardan birisiyle evlenmeyecektim. Hatta ben hiç evlenmeyecektim. Mecbur muydum? Yalnız da mutlu olamaz mıydı insan? Evet, tek kalmak Allah içindi ama ben yanımda birisini istemiyordum. İstemiyordum işte, zorla mı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gökkuşağı
Short StoryHasan'ın hikayesi bir gök kuşağı ile başlayıp yine gök kuşağı ile son buluyor. Yakın arkadaşının mutlu olması için çabalarken kendi sevinçlerinin ellerinden kayıp gittiğini biliyor. Biliyor ancak tekrarını izlediği filmin son sahnesine gelmiş gibi o...